31 Ocak 2010 Pazar

Galatasaray kalesine geçmek istiyorum


Denizlispor-Galatasaray maçına gelene kadar güzel bir futbol akşamıydı. Arsenal-Manchester United ve Gana-Mısır maçlarını birlikte izlemeye çalıştım, bir noktadan sonra Premier Lig ağır bastı. Arsenal yenildi, Mısır kupayı kazandı, bu akşam güzel bir şey olması gerekiyordu ancak Galatasaray maçı da beni tatmin etmedi.

En başta belirteyim, Galatasaray kalesine Leo Franco yerine, şu antrenmanlarda frikik çalışmalarında kullanılan manken adamlardan biri konsa, yüzde 5 bilemedin yüzde 10 fark olur. Sağolsun son saniyede Braga'nın sırtına topu nişanlayarak skoru beraberliğe getiriyordu.

'NONDA'YA YAZIK OLDU' DEMEYELİM SAKIN

Hemen hemen yediği gollerin tamamında bildiğin, senin-benim gibi izliyor topları. Ha televizyon başındaki ben, ha Leo Franco arada bir fark yok. Üstelik ben, degaj kullanıp tüm topları rakibe de vermiyorum.

Yok, libero gibi çıkıyormuş, yok oyunu iyi takip ediyormuş. Gördüğümden başkasına inanmam ben kardeşim. 30 maçı aşkındır kalede ama 30 gramlık yararını görmedim. Yabancı kontenjanı açmak için boş yere Nonda gönderildi, onu bilir onu söylerim.

Maça gelince, tatsız-tuzsuz bir şeye benzemeyen bir mücadele şeklinde geçti. Maçın bazı bölümlerinde Angelov biraz becerikli olsa, maçı alıp götürebilirlerdi. Tam bu noktada söylemek gerekir, Caner'in Angelov'a hareketi net penaltıydı. Halis Özkahya veremedi, tıpkı Leo Franco'ya verdiği sarı kartta, Arjantinli kalecinin kendisini alkışlamasına ikinci sarı kartını çıkartamadığı gibi.

DEĞİŞİKLİKLER İÇİME SİNMEDİ

Hep söylerim, yazıp çizen hiç kimse saha kenarındaki teknik direktörden daha iyi bilemez o işi. O yüzden bu yanlıştı, onun yerine şu oynasaydı demeyi doğru bulmam. Boş ve gereksiz ukalalık olur.

Ancak Rijkaard'ın Jo-Emre Güngör ve Elano-Ayhan değişiklikleri içime sinmedi. 2-1'den sonra "Gel sahama, hızlı adamlarım var kontra atak yaparım" düşüncesini sevmedim. Yine de, teknik direktörün kafasındakiyle, benim kafamdakilerin aynı olmasını bekliyor gibi bir düşüncem yok. Sevmedim, ısınamadım o kadar.

JO BEKLENTİLERİ KARŞILAR

Jo ilk golünü attı, daha 10 gündür bu takımda olan bir oyuncu için fena bir performans göstermedi, attığı golün dışında. Hava toplarına çok hakim, hemen tüm topları indiriyor, her Brezilyalı gibi tekniği de var. Sezon sonuna kadar, beklentileri karşılar. Ama bütün sezonu Jo ile götürmek de mümkün değil. Kesinlikle bir golcü gereksinimi daha var Galatasaray'ın.

ANGELOV YERİNE YA FORLAN OLSAYDI

Üç puanı aldı almasına Galatasaray ancak Angelov'un bulduğu her pozisyonda "İyi ki Forlan değil" diye düşünmekten alamadım kendimi. "Atletico Madrid maçın favorisi" diyen kaledeki adamla, Forlan'ı düşündüğümde sıkıntı bastı aniden.

Alınacak yol daha var, kadro yenileniyor, gençler değer kazanıyor; hepsine eyvallah. Fakat ümitvar bir futbol olduğunu söyleyemiyorum. Bunu söylediğimde de, kendimi "Yeni bir kadro" fikriyle rahatlatmaya çalışıyorum.

Geçen hafta işlemeyen sağ kanattan gol gelmesi ve sol kanattan daha işlevsel halde olması benim adıma tek güzel şeydi tüm maç genelinde.

Dos Santos hakkında yorumda bulunmayacağım, geleli üç gün oldu. Herhangi bir beklentim yoktu, bu nedenle beklentimi karşıladı ya da karşılamadı demek terbiyesizlik olur.

Bu ümitsiz yazıda, ümütsizliğimin lig açısından değil UEFA Avrupa Kupası'ndan yana olduğunu da söylemekte fayda var.

Leo Franco hakkındaki düşüncelerim şöyle adam akıllı üç-eş maç kurtarmadan değişmeyecek. Bu da nokta olsun.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Herkese iyi pazarlar


Bu pazar, birkaç fotoğrafla kelamımı anlatayım istedim.

İlk fotoğraf Batman'da Nakşibendi Tarikatı şeyhlerinden Süleyman Bağdu için yapılan anma töreninden. 7 bin kişiye yemek verilmiş, 500 metre uzunluğundaki yer sofrasında.

Haliyle akla ilk olarak Atatürk'ün o meşhur "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz" sözü geliyor. Çoktan oldu, biz kendimizi kandırıyoruz. Kimse sesini çıkarmıyor, kendisine yılan dokunmadığı için.

Ama sesimizi çıkartamayacak noktaya geleceğiz. O zaman yılan, dokunmayı bir kenara bırakıp kıçımıza kaçacak.

İkinci fotoğraf, Liverpool-Bolton maçından. Liverpool taraftarı kötü gidişin sorumlusunu belirlemiş gibi görünüyor. Kulübün ABD'li başkanı Tom Hicks'e büyük tepkiler vardı. Bu tepkilerini "Yank Liar$ out" pankartıyla açıkça dile getirmişler.


Hicks, maç boyunca fazlaca sıkıntılı görünüyordu. Ama gerçekten de, "Yank Liar$ out".

Bir diğer fotoğraf, Paraguay'dan. Salvador Cabanas ölümle pençeleşiyor, bildiğiniz gibi. (Gazeteci ruhum depreşti. Bilmeyenler için söyleyeyim, Cabanas, arkadaşlarıyla gittiği gece kulübünde başından vuruldu)

Paraguaylılar hep birlikte dua ettiler, Cabanas'ın hayata dönmesi için. Cabanas kaya gibi sağlam adamdır, atlatacağını düşünüyorum o yüzden. Kendi kalesine gol atmaz..

Sondan bir önceki fotoğraf, Bundesliga'dan ve benim canım gibi sevdiğim adam olan Mondragon'dan. Eintracht Frankfurt'u deplasmanda 2-1 yendikleri maçta, Russ'ın kendi kalesine attığı golden sonra, hepimizin aşina olduğu (benim çok özlediğim) gol sevincini yaşamış.


Hep diyorum, çok kaleci geldi Galatasaray'a, Taffarel ve Simoviç dahil, benim içlerinden en sevdiğim o oldu. Galatasaray'a bir biçimde kazandırılması gerektiğini düşünüyorum, sonraki yıllarda.

İşte en son ve en sevdiğim fotoğrafa geldi sıra. Aslında istek gibi bir durum bu. Bugün Denizli deplasmanında 4 gol atsın Aslanlar. Gerçi fotoğrafa baktığımda soldan ikinci hariç gol atacak hal kalmamış elemanlarda ama olsun soldan ikinci hepsinin yerine atsın.


Soldan ikinci kim mi? Sabri değil o kesin. Bana Keita havası verdi. Peki siz kime benzettiniz?

Lig başladı, artık pazarları bilgisayar başına uğramamak olmuyor. Denizlispor-Galatasaray maçından sonra görüşmek dileğiyle.

İyi pazarlar herkese. Herkesin gönlünce geçsin, Galatasaray gol olup yağsın...

Kimdir bu arkadaş?


Kıçından tanıyan olursa hakikaten takdir ederim... Gerçi yüzü az da olsa görülüyor

29 Ocak 2010 Cuma

Dos Santos'un babasını görünce aklıma gelenler



İtiraf ediyorum şekilciyim, itiraf ediyorum önyargılarım var ama ne yapayım Dos Santos'un babası Francisco Gerardo Dos Santos'u görür görmez iki tipleme geldi aklıma.

Birincisi bende uyandırdığı uyuşturucu satıcısı intibahı. Sanki malı Atatürk Havalimanı'ndan alıp gidecekmiş gibi. Böyle düşündüğüm için utanıyorum kendimden ama ne yapayım ki düşündüm.

İkinci tip ise babacan Hispanic polis. NYPD'de en boktan işlerle ilgilenen, hiçbir pisliğe karışmamış ama filmin ortalarına doğru adresi şaşırmış bir kurşunla ortağının kucağında ölen polis. Ortağı filmin sonunda intikamı mutlaka alır ama.

Acayip film izlemişim ben. Bunu çıkarttım postun sonunda.

Kamyon altında can çekişmeniz dileğiyle



Bu iki fotoğraf Kenya'deki Masai bölgesinden. Çitalar, yavru antilopla oyun oynarken ve severken. Genelde vahşi doğada görülmesi zor anlardan biri.

Not: Olay sonrası çitalar, antilopa herhangi bir işlemde bulunmamış ve antilop çekip gitmiş.



Aşağıdaki fotoğraf ise Trabzon Vakfıkebir'den. Nesli tükenmek üzere olan Karacaları öldürüp kar altına gömmüşler. Genelde Türkiye'de sıkça görebileceğimiz anlardan biri.

"Hangisi hayvan?" rutinine girmeden direkt söyleyeyim. Şu Karacalara kıyan yavşaklar, umarım bir kamyon altında geberip gider.

Dürüstçe yanıt verin


Galatasaray bu hafta hangi gün ve kiminle oynuyor?

Ama söylediğim gibi dürüstçe yanıtlayın. O an aklınıza geldiyse, yoksa bir yerlere bakıp söylemesin kimse.

Transfer haberlerine o kadar yoğunlaştık ki, futboldan uzaklaştık sanki.

28 Ocak 2010 Perşembe

Hoşçakal Nonda, yeniden merhaba Kewell



Aldığın para sapına kadar helal olsun. Verdiğin hizmetleri asla unutmayacağım. Doğru olan bu muydu bilmiyorum ama Galatasaray'ın geleceği açısından en doğru karar verildi. Taraftarın bahanesi kalmadı senin gidişinle.

Şu kafayı vurduğun gün, hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Yolun açık olsun.

Edit: Yuhalanarak gönderilmemeliydin. Bu da bizim ayıbımız oldu.



Çok az futbolcu Galatasaray tarihinde senin kadar sevildi. Yüzlerce gol atanlar, senin adamlığının yanına bile yaklaşamadı. Dahaa atacağın çok goller, vereceğin çok paslar var Galatasaray'da.

Yüzündeki gülümsemeyi, başka yüzlerde gülümseyeme çevirdiğin için sana da teşekkürler. Dönüşünü bekliyoruz, hem de onbinlerce kişiyle birlikte.

Portsmouth parasızlıktan web sayfasını kapattı

Portsmouth Kulübü Basın Sözcüsü, web sitesini yapan firmaya ödeme yapılamadığı için kulübün internet sitesinin kapatıldığını söyledi. Kulübün bundan sonraki açıklamalarını yerel basın yoluyla duyuracağı belirtildi.

20 takımın bulunduğu ligde son sırada yer alan Portsmouth’daki oyunculara bir süredir ödeme yapılmadığı bildirilmişti.

Kulübün borcunun yaklaşık 60 milyon sterlin olduğu belirtiliyor.

Bu habere sadece 'yuh' diyorum. Parasızlık eyvallah da, bu kadar mı düşer bir kulüp. Bu kulübün taraftarı hiç mi sahip çıkmaz takımına. Bu yıl Premier Lig'den düşerler, düşüşleri seri olur, dibi boylarlar.

Bu arada baktım, hakikaten kapanmış, şaka gibi...

Direnmeyin, çok ucuzsunuz


Galatasaray'ı aşağılamaya çalışmak basının birincil vazifesi sanki. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp, milletin önüne koymaya bayılıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Portekizli Ricardo Costa'nın Ankaragücü'ne geleceğine yönelik haberleri "Galatasaray'ı istemedi, Ankaragücü'ne geliyor" şeklinde vermişlerdi.

Hatta bununla da yetinmeyip, Valencia’dan da gelen transfer teklifini Ankaragücü’nde hayata geçirilmek istenen "büyük projenin" içinde yer almak istediği için geri çevirdiği yazılmıştı.

Eeee, şimdi ne oldu? Kim hatırlıyor değil mi? O günlük geçirdiniz gittiniz kendi bezelye beyinlerinizin çapı dahilinde. Bunun örneklerine sık sık rastlıyoruz.

Nasıl bir haz acaba, Galatasaray'ı aşağılamak. Yani vücut kimyaları ne gibi tepkimeler veriyor kimbilir. Ben orgazm yaşadıklarını düşünüyorum, her Galatasaray'ı aşağıladıklarında.

Benzer tepkileri birtakım azılı Galatasaraysavarlar da yapmaya çabalıyor. Pazar akşamı Rıdvan Dilmen, "Jo ve Neill geldikleri takımın yedek oyuncuları. Ancak bu tip oyuncular alabilir" dedi. Oysa iki akşam önce ve sonrasında Gökhan Ünal'ın çok önemli bir transfer olduğunu söyledi.

Gökhan Ünal koca bir sezonu Trabzonspor'da yedek geçirdi. Madem yedeklerden iyi transfer olmuyor, ikisi arasında ne gibi farklılıklar var transferlerde; biri iyi diğeri kötü oluyor.

Çıkıp, adam gibi söyleseniz, "Kardeşim biz sevmiyoruz Galatasaray'ı" diye, 'eyvallah' başım üstünde yeri var. Ama böyle gerzekçe tilkiliklere girmeye çabalamak, iyien iyiye ucuzlaştırıyor sizi.

Siz derseniz ki, "Bizim ucuzlaşmakla bir derdimiz yok" tamam o zaman, sorun değil. Ama biz zaten onu biliyoruz.

Bench'te tek başına

27 Ocak 2010 Çarşamba

Sahada iş makinesi de neyin nesi?


Trabzon Avni Aker Stadı'nın zemininin temizlenmesi için sahanın içine iş makinesi girmiş. Haliyle girdikten sonra zemin bir felaket haline dönüşmüş.

Şenol Güneş haklı olarak maç sonunda "Artık futbol oynayabileceğimiz bir sahamız yok. Bundan sonra bu sahada iyi futbol oynanabileceğini sanmıyorum" demiş. Sonuna kadar doğru.

Ne olurdu yani maç ertelense, ne olurdu başka bir gün yapılsa. Ayrıca sahanın içine iş makinesi sokmak da neyin nesidir. Tarla olsa, meyve vermez. Bu kararı alan ve uygulayan gerizekâlıları kutluyorum (!)

Sahi ne oldu?

Sahi domuz gribi vardı, milyonlarca dolarlık ilaçlar alındı. Ne oldu o ilaçlar ve o günlerde Sağlık Bakanlığı her ölüme domuz gribi diyordu. Şu an durum ne aşamada?

Ergenekon davasından herkes bir bir tahliye oluyor. Şimdi Poyrazköy iddianamesi kabul edildi. O dava ne kadar sürer ve kimler içeri alınır?

Günlerce, haftalarca manşetlerde kalan 'demokratik açılım' meselesi ne alemde?

Türkiye'de tek başına yeter sayısı olmasına karşın, anayasa değişikliği yapmayan iktidarı, ufaktan anayasa volümü yapmaya başladı. Ben mi değiştireceğim de, beni mi bekliyorlar acaba?

"Türkiye, artık demokratikleşti" deniyordu ama belediye başkanları, eşleri çocukları kelepçelerle gözaltına alınıyor. Eylemlerin gazla-copla bastırılmasını konu bile yapmıyorum. Hakikaten demokratikleşme durumumuz ne oldu?

O değil de, Türkiye AB'ye giriyordu. Onda son durum ne?

Şike-bahis konusunda Federasyon işlem başlatacağını söylemişti, Almanya'dan dosyalar gelince. Bu dosyaların gelişi de acaba yine Almanya'daki Deniz Feneri davasında olduğu gibi çok mu gecikecek? Ve tıpkı orada olduğu gibi, bir sonuç çıkmayacak mı?

Taraf gazetesi, sanki biraz kalın bağırsak işlemi görüyor gibi gelmiyor mu size de? Yoksa yanılıyor muyum?

TEKEL işçilerinin 44. eylem günü. Acaba sendikacılar su koyuverecek mi? Merak ediyorum.

Sarı yağmurluklu eleman


Trabzonspor-Sivasspor maçında bordo-mavili tribünleri gördüğümde ilk dikkatimi çeken şey, bu sarı yağmurluklu arkadaş olmuştu.

Mutlaka fotoğrafı çekilmiştim diye düşündüm, yanılmamışım. Tüm tribünler mavi yağmurluk giymişken, kendisinin sarı ısrarını kavrayamadım. Acaba yağmurluk yetişmedi mi?

Ama şüphesiz, gayet güzel bir görüntü vermişti. Kendisini alnından öpüyorum.

Yetmez, biraz daha transfer lazım

Dos Santos, sezon sonu satın alma opsiyonuyla kiralandı. Halen transfer yapılacağı söylentileri var.

Sevmedim, hoşlanmadım bu durumdan. Devre arası bu kadar oyuncu alınmasına sıcak bakmıyorum. Galatasaray Kulübü'nün sarı-lacivertlileşme çabası anlaşılır bir durum değil benim açımdan.

Sezon sonuna not düşüyorum, bu transferleri. Getirecekleri-götüreceklerinin çetelesini tutarız. Şampiyon olunsa da, olunmasa da sorun değil. Sorun 321 milyon dolarlık ihale sonrası, dağıtılmaya başlanan paralar.

Transfer yapmayı çok istiyorsa yönetim, önce kalibresi yüksek, takımına inanan bir kaleci getirsin. Sezonun başından bu yana tek bir maçın altına imza atmamış bir kalecimiz var ne yazık ki.

Aykut ya da Ufuk'un zerre eksikleri yok Leo Franco'dan. Şimdiden de belirteyim, Atletico Madrid maçlarında kalede görmek istemiyorum kendisini.

Başa dönelim, bu Ali Şenvari transfer hareketleri hoş değil. Yazı-tura atılıyor, sezon sonunda ne geleceğine bağlı olarak opsiyonlar kullanılacak. Bu işin yansımaları şimdi değil 4-5 sene sonra ortaya çıkar.

Hakkımızda hayırlısı...

Edit: Ayrıca kimin mukavelesi feshedildiyse, askıya alındıysa ya da her neyse açıklansın. Galatasaray'ın hiçbir yönetimi taraftar tepkisinden çekinmemeli.

26 Ocak 2010 Salı

Ben şimdiden uyarıyorum


Nonda: Takımda golcü kalmadı, beni yollamazlar bir yere.
Kewell: Elimi sallasam ellisi. Zaten menajerime haber de yollamış Demirören.

Şimdi iddiamı ortaya koyuyorum. Bu sakatlıktan sonra Kewell'ın Ada'ya gitmesi pek mümkün değil gibi. Zaten sicili bu konuda temiz değil. Kewell'ın sözleşmesi feshedilirse sezon sonu ya Fenerbahçe'dedir, ya Beşiktaş'ta.

Fenerbahçe şampiyonluğu kaçırırsa, Aziz Yıldırım '3 şampiyonluk' sözünü, bu transfer hamlesiyle tamamen suya gömer.

Beşiktaş, halen Gökhan Zan hamlesini unutmuş değil. Bunun acısı çıkar, çok canlar yanar. Ben şimdiden uyarıyorum.

Bu ne lan?


Biraz önce Galatasaray Store'un internet sitesine girdiğimde bu fotoğrafla karşılaştım. 'Cesaret' ismi verilen kırmızı formanın tanıtımı.

Fotoğraftakiler Güneydoğu'da gazi olan askerlerden oluşuyor. Üstlerine kırmızı forma geçirilmiş ve 'cesaret'e vurgu yapılmış.

Kendi dilimle ifade edeyim; sokarım böyle cesarete. Bir bu kalmıştı kullanılmayan, onu da yapmış bulunuyor Galatasaray.

Yönetim yapmıştır, pazarlama bölümü yapmıştır, beni hiç ilgilendirmez. Sonuçta üstlerinde Galatasaray forması var, bütün bir camiayı bağlar bu hareket.

Ne farkı kaldı, Diyarbakır'da Atatürk'ten söz eden Daum'dan, bunu yapanların. Bazen bir yanlış, tüm doğruları götürür, bu tam o hesap olmuş.

Gazilerle forma satışı yapmak ne kadar iğrenç bir davranıştır. Neresinden tutsan elinde kalır cinsten. İsterseniz, şehit olan bir askerin tabutuna konan formayı da reklamlaştırın.

Cidden midem bulandı, çünkü mide bulandırıcı bir reklam. Hem de her yönüyle. Tanıtımınız iğrenç.

Kewell meselesine dair


Devre arası yapılan transferler, teknik direktörün "Bizim için en önemli hedef lig, diğerlerini bonus gibi görüyorum" açıklaması, sakatlanan oyuncunun sözleşmesini feshetmeye çalışmak. Bunlar Galatasaray'a has özellikler değil, öyle olmamasını temenni ediyorum, en azından ümit ediyorum.

Herkes yazıp çizecektir konu hakkında. Harry Kewell meselesine gelip, bu konuda bir-iki kelime etmek farz oldu.

Kewell'ın Galatasaray taraftarı için ne anlam ifade ettiğini söylemeye gerek yok. Açıkçası Hagi'den sonra ilk kez bir yabancı oyuncuyu bu kadar çok benimsemiştim. Pozitif duruşu, rakipleriyle saha içindeki diyaloğu, itiş-kakışa girmeden efendice işini yapması, yüzündeki o süper gülümseme, Galatasaray'da forma giyen tüm oyunculara örnek oluşturacak nitelikte.

Tabii işin bir de saha içindeki oyun bölümü var. Bu konuda da Kewell, Galatasaray taraftarının gönlünü fethetmiş durumda.

Peki, şimdi ne oldu da, Kewell'dan vazgeçilmek isteniyor? Bu sorunun iki yanıtı var. Biri Galatasaray'dan aldığı haftalık 60 bin sterlin ücrette indirim istenmesine karşın buna pek yanaşmaması, diğeri ise boşalacak kontenjana Meksikalı Dos Santos'un getirilecek olması.

DOS SANTOS'UN GELECEĞİ OLAMAZ

Öncelikle şunu net olarak söylemek gerekirse, Kewell gönderilip yerine kimi getirirseniz getirin, o oyuncunun takımdaki geleceği pek parlak olmayacaktır. Oynadığı ilk kötü maçta homurdanmalar, ikinci maçtaysa yuhalamalar beraberinde gelecektir. Çünkü gelecek ismin kim olduğuna bakılmayacak, taraftar "Kewell'ı gönderen adam" gözüyle bakacak.

Ehh, Galatasaray taraftarının da "S*ktir git Petre'den" bu yana, pek çok oyuncusunu yuhaladığı görülmüştür. Hatta Nonda bile son maçta yuhalandı. Ve hatta, bunun gayet doğal olduğu da birtakım bloglarda yazılıp çizildi.

SAKATLIK BAHANE TÜM SORUN ALDIĞI ÜCRET

Neyse Kewell meselesine dönmek gerekir. Evet, işin iki boyutu bu. Yönetim, Kewell'ı göndermek için bir fırsat buldu ve bu fırsatı da kaçırmak istemiyor.

Çünkü aylık 240 bin sterlinlik rakam, Türkiye ölçütlerine göre çok yüksek bir rakam. Ancak ortada bir de gerçek var ki, taraftarlar Kewell'ı çok fazla seviyor. Doğrusu iki ucu keskin bıçak.

Kişisel olarak Kewell'ın kalmasını çok ama çok istemekle birlikte verilen ücretin de çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Bonservis verilmeden alındığı için böylesi yüksek ücretler verildi. Ama yönetim artı-eksi hesabı yapıp, kaldığı dönem boyunca Galatasaray'ın ne yaptığına ilişkin bir bilanço çıkartınca vazgeçilecek ilk isim haline geldi.

En baştan fikrimi belirteyim. Dos Santos'un çok başarılı olacağına inanmıyorum, hatta Barcelona'da direkt ilk 11 oynadığı dönemlerde bile öyle çok parlak bir futbolcu olduğuna şahit olmadım. Bir de, "Kewell'ı gönderen adam" etiketini üstüne yapıştırırlarsa, bir yılı bulmaz Galatasaray'daki geleceği.

AÇIKÇA MALİYETİ 'YÜKSEK' DENSİN

Taraftarın kulübü yönetme fikrini sevmem, benimsemem. Ama yönetimin kulağını taraftara bu kadar kapaması da mantıklı olmaz. Varsın olsun, 8 yabancı ile mücadele etmesin Galatasaray.

Zaten bu sezona kadar hiçbir zaman kullanmadı kontenjanın tamamını. Çıksınlar "Maliyeti çok yüksek o yüzden yollarımızı ayırıyoruz" desinler, o zaman başımın üstünde yeri var. Ancak sadece sakatlandı diye ve kontenjan açmak için Kewell'dan vazgeçmek bana mantıksız ve çirkin geliyor.

Hoş, sezon sonu şampiyon olursun Kewell filan hak getire, kimse hatırlamaz bile ama yine de ola ki şampiyon olamazsa Galatasaray o zaman yönetim, sadece Kewell hamlesiyle kendi ipini çekmiş olur.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Kamerun ve Mısır; tanıdık dejavu gibi


Futbol hakikaten dünyanın en ilginç oyunlarından biri. Afrika Uluslar Kupası'ndaki Kamerun-Mısır maçında bunu bir kez daha gördük. Sadece bir istatistikle, bu maçın ne kadar ilginç geçtiğini anlamanız mümkün.

Normal süresi 1-1 biten karşılaşmada Kamerun 21 korner kullanırken, Mısır 120 dakikada tek bir korner bile kullanamadı. Ama maçı 3-1 Mısır kazandı ve yarı finale adını yazdırdı.

Sadece atılan kornerlerle sınırlı kalmadı, maçın ilginçlikler taşıması. 92. dakikada Gedo'nun attığı gol, maçın kaderini çizdi. Golün, tıpkı 2008 finalinde Song'un yaptığı hatada olduğu gibi, Geremi'nin kısa düşün geri pasında geldiğini belirtmekte fayda var, tam bu noktada.

Üçüncü golse, Ahmet Hassan'ın, yaklaşık 30 metreden çizginin üstüne bile düşmediğini, Kamerun'un golünde Emana'nın korner vuruşunda Ahmat Hassan'ın kendi kalesine attığını ve Ahmet Hassan'ın beraberliği sağlayan golünün 26 metreden tam Kameni'nin ellerine gelirken yere zıpladığını söylersem, maçı izlemeyenler gerçekten de ne kadar ilginç bir maç olduğunu anlayacaktır.

Mısır bu sonuçla, yarı finalde Cezayir'in rakibi olarak, birkaç ay önce Yahia'nın attığı golle Dünya Kupası'na gidemeyişinin rövanşını alma fırsatını da eline geçirmiş oldu.

Şimdiden, saha içi ve dışında çok gerilimli geçeceğini söylesem, sanırım az bir hata payıyla yanılmış olurum.

Kamerun-Mısır maçları, Galatasaray-Fenerbahçe maçlarına benzemeye başladı. Saçma sapan hatalar, garip rakamlar ama galip gelen hep Mısır. O yüzden bana bilindik bir dejavu havası yaşattı 3-1'lik Kamerun-Mısır maçı.

Son bir söz Eto'o'ya olsun. Tıpkı Drogba gibi bütün turnuva boyunca kafası kesilmiş tavuk gibi sağa-sola koşturdu. Gayet eminim, hem Drogba hem de Eto'o Inter ve Chelsea formalarını üstlerine geçirir geçirmez, bildiğimiz ve tanıdığımız adamlar haline dönecekler.

Son söz dedim ama son söz, Ahmet Hassan'a olsun. Hossam Hassan'ın 169 maçlık milli takım rekorunu 170'e taşıyarak bir rekor kırdı. Turnuvanın en iyi oyuncusu olma yolunda da hızla ilerliyor...

Real Madrid'de ikinci 'sığır' vakası


Dünkü Malaga maçında Jan Mtiliga'nın burnunu kıran Ronaldo, bugün yaptığının yanlış olmadığını ve Mtiliga'dan kurtulmaya çabaladığını söylemiş.

Ronaldo, "Futbol oynayan beni anlar" demiş ama kusura bakmazsa, rakipten kurtulmak için hayvanlık yapılması gerektiğinin futbolun içinde olduğunu kimseye kabul ettiremez.

Israrlı bir biçimde sevemedim bu herifi. Acayip büyük yetenek ama sevmiyorum işte. Bir Messi'nin verdiği sıcaklığı veremiyor, onun gibi tatlı sevimli değil.

Neyse zaten Real Madrid'de sığır sayısının ne kadar fazla olduğunu biliyoruz. Pepe'yi unutmuş değiliz.



Ruud Van Nistelrooy yeni takımıyle sözleşme imzaladı. Hollandalı golcülere hep güvenim vardır ve severim eskiden beri. Yaşları, sakatlık durumları ne olursa olsun, takımları için hep maksimum düzeyde oynarlar.

Hamburg'un kendisiyle en az bir vites daha atacağını tahmin ediyorum. Çünkü Ruud büyük bir golcü.

Bu kadar bahtsız bir kulüp olamaz


Bin tane sakatlıkla uğraşan Galatasaray'da, bu da oldu. Ortada fol yok, yumurta yokken Elano Blumer’in böbreklerinde taş tespit edilmiş.

Kulübün yaptığı açıklamaya göre, dün gece sabaha karşı başlayan ağrıları nedeniyle muayene ve ayrıntılı tetkikleri yapılan Elano Blumer’de böbrek taşı tespit edilmiş.

İş iyiden iyiye, bahtsız bedevi durumuna döndü. Gökten taş da yağar yakında sadece Florya bölgesine. Yağan taşlar; Arda, Servet ve hatta Afrika'da bulunan Keita'nın kafasına düşer ve hepsi sezonu kapatır.

Kurşun mu döktürsek acaba diye düşünmeye başladım. Vardı eskiden bu tip geyikler. Gol orucuna giren arkadaşlar filan kurşun döktürürdü, haber olurdu.

Sabır, sabır...

Higuita da veda etti


Dünyaya kaleciliği sevdiren adamlardan Rene Higuita, futbola son noktayı koydu. Kolombiya'da birkaç kez ölümden döndü, evi bombalandı, ailesine saldırıldı, kendisine silahlı saldırı düzenlendi.

Hepsinden de bir biçimde sıyırmayı bildi. Benim izlediğim, en spektaküler kaleciydi. 90' Dünya Kupası'nda Kamerun maçındaki hatası tura mal oldu. Yine de hiç vazgeçmedi, o deli dolu halinden.



Şüphesiz, tüm dünya onu, meşhur Akrep kurtarışıyla hatırlıyor ve hatırlayacak. O da jübile maçında, unutulmamak için bir kez daha aynı hareketi yineledi.

Özlenecek bir adam olduğu su götürmez bir gerçek. En azından ben çok özleyeceğim.

Trabzonspor taraftarına teşekkür


Trabzonspor, Sivasspor maçında açılan bu pankart, ölüm orucuna giden TEKEL işçilerine giden bir destek.

Daha bugün, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, "Bol keseden maaş verme dönemi bitti" diyerek, hükümetin şu anki tavrını belli etti. Zaten Erdoğan da birkaç gün önce, TEKEL işçileri için "ajitasyon yapıyorlar" demişti. Ajitasyonu, bu eylem sonunda görecek herkes. Tabii nasılsa Medical'lerin sayısı hızla artıyor, keyifler tıkırında.

Bu işin altında kalacak birileri. Bunun lamı cimi yok. Çünkü TEKEL işçisi direnişinden vazgeçmeyecek, ölüme gitmekten endişeleri yok. O yüzden toplumdan gelebilecek tüm destekler, bu insanlar için çok önemli.

Trabzonspor taraftarına bir kez daha teşekkür etmek gerekiyor. Yaptıkları önemliydi, destekleri önemliydi. Zaten Şenol Güneş geldikten sonra, kalbimin bir kısmı kaymıyor değil Trabzonspor'a.

Yeter artık çok özledik


Dün Cezayir maçında attığı golden sonra koltuktan yaklaşık 25 santim kadar zıpladım. Sol ayağıyla vuruşu tam çataldan içeri girerken, bir yandan da üzüldüm, gelişi gecikeceği için. Ama Cezayir'in 90'da attığı golde daha çok sevindim, bunu da itiraf etmem gerekir.

Topu ayağından her an kaçıracakmış gibi sağ kanattan yaptığı bindirmeleri, suratındaki o hırsı, bazen dağa taşa bazen tam adrese giden ortalarını özledim.

Bitsin artık bu ayrılık, Keita gelsin.

24 Ocak 2010 Pazar

Nonda bunu hak etmemişti


O çok söz edilen vefasızlığın, söz edildiğinin ötesinde gerçek bir duygu olduğunu bilirim. Nonda penaltıyı kaçırdıktan sonra ceza sahası dışından vurduğu topun auta gitmesi ardından, yuhalayanlar gerçek bir vefasızlık örneği sergilediler. Ancak bir kişi vardı ki, tek bir hareketiyle bütün bu tepkileri tersine çevirdi. O adam Frank Rijkaard'dı.

Jo'nun saha kenarından, içine hareketlenmesinin öncesinde muhtemelen herkes Nonda-Jo değişikliği bekliyordu. Ama Rijkaard ben dahil herkesi yana yatırarak Elano'nun yerine Jo'yu oyuna aldı. Gerçi, her ne kadar golün asistini yapmış olsa da ben Arda-Jo değişikliğine daha çok sevinirdim.

Nonda, sadece attığı o kafa golü için bile, yuhalanmayı hak etmiyor. Üstelik, ligin ilk yarısı boyunca, takımın her sıkıştığı dönemde kenardan oyuna dahil olarak, zaman zaman maçların seyrini değiştirdi. Ama insanoğlu böyledir; yenisi gelince, eskisini bir kenara atıp bırakırız. Tıpkı küçük çocukların yeni ve eski oyuncaklarına davrandığı gibi.

Kolay değil, yaklaşık 5 günden bu yana, menajeri vasıtasıyla bu adama kapıyı gösteriyorsunuz ve daha her şey orta yerde dururken, Nonda'nın performans göstermesini bekliyorsunuz. Elbette Nonda bir profesyonel ama öncelikli olarak bir insan. Tüm bunlardan fazlasıyla etkilenmişti. Bu yüzden, penaltı pozisyonunda topun başına giderken "Kaçırdık" dedim kendi kendime.

Maça dönersek, bu zor koşullar altında oynayan tüm oyunculara teşekkür etmek gerekir. Bizi futbolsuz bırakmadılar bu soğuk pazar gününde. Bu koşullarda oynamak, topa vurmak, pas vermek v.s. v.s. hepsi çok zordur. Taraftar, o zemini karla kaplı görmez, yapılabilecek en ufak hatayı bile affetmez.

CANER TEK KİŞİLİK TAKIM GİBİYDİ

Galatasaray aslında daha 3. dakikada Caner'in şahane ortasında Nonda'nın kafasıyla öne geçip, işi bitirebilirdi ama olmadı. Caner demişken, es geçmemek gerekir. Bugün 90 dakikalık oyunun en iyisiydi açık ara farkla.

Yaptırdığı penaltıdan sonra kendi kendime "Ulan sanki sahada sadece o oynuyor" dedim. Topla her buluşması tehlike oldu, her kanat bindirmesi etkiliydi ve bir kanat oyuncusunun yapması gereken her şeyi yaptı.

NEILL TRANSFERİ TAM 12'DEN HEDEFİ VURMUŞ

Tabii böylesi yeni transferler takıma gelince, gözler onlara daha bir takılır. Önce Neill'a gelelim. Açıkçası benim beklentimin çok üstündeydi. Sahada nerede durması gerektiğini bilen, savunmadan şişirme toplarla çıkmayan, aklını kullanabilen bir savunma oyuncusuna fazlasıyla ihtiyacımız vardı.

Neill ilk maç itibariyle bu ihtiyacı karşılamış gibi görünüyor, üstelik daha ilk maçında. Öyle herkesin dillendirdiği gibi ağır bir adam olmadığını da bu zeminde görmüş olduk. Şimdiden iddia edebilirim; Galatasaray ilk yarıda 21 gol yemişti, ikinci yarı, yenilen gol bu sayının altında kalır.

RİJKAARD'IN PLANININ 'SAĞ'I TUTMADI

Arda, böylesi bir zeminde nasıl oynanmamalının dersini verdi sanki. Bu kadar ağır sahada, çalım yapmak, topu bu kadar çok ayağında tutmak sakatlığa davetiye çıkartır, o yüzden golün ortası ondan gelmesine karşın, beğendiğimi söyleyemem.

Rijkaard, hafta içi Galatasaray TV'ye yaptığı açıklamada, oyunu kanatlardan oynamak istediğini ve birtakım taktiksel değişiklikleri gidilebileceğini söylemişti. Böylesi bir oyunla sahadaydı Galatasaray ancak ne yazık ki, sol kanadın çok iyi işlemesine karşın sağ kanadı hiç işlemedi; Keita'yı aradı gözlerim.

Jo çok uzun bir süre oyunda kalmadı. Yaptığı birkaç olumlu hareketle değerlendirmek güç. Ama şu var; hava toplarında etkili olacağı her halinden belli oluyor.

Gaziantepspor 10 kişi elinden geleni yaptı. Açıkça söylemek gerekir ki, Ahmet Arı'nın atıldığı pozisyonda Caner açık bir faul yapmıştı, yardımcı bunu vermedi. Bu yüzden genç futbolcu, bir profesyonele yakışmayacak biçimde takımını 10 kişi bıraktı.

Sonuçta, zor koşullarda alınmış 3 puan her zaman iyidir. Tek üzüntüm Nonda'nın yuhalanması oldu. Başta da belirttim, Nonda bunu hiç hak etmedi. Bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekir. Ya gönderilsin (ben kalmasından yanayım), ya da sezon sonuna kadar kalacağı beyan edilsin. İki arada, bir derede kimseden performans beklenemez.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Bu Ocak da Uğur'suz


17 koca yıl geçti aradan. Oysa sıcağı sıcağına yapılan açıklamalarda "Bu cinayeti çözmek devletin namus borcudur" dendi. 17 yıldan bu yana devletin namusunu koruyamadı. Hâlâ orta yerde duruyor, devletin namusu.

Cinayet için kimileri MOSSAD işi dedi, kimileri İBDA-C, İslami Cihad ya da PKK. Bugün geldiğimiz noktada aslında kimin yaptığının çok da önemli değil. Günümüz Türkiye'sinde Uğur Mumcu'yu her gün öldürüyoruz. Fikirlerini, düşüncelerini her dakika katlediyoruz.

Zaten herkes gayet iyi biliyor ki, Uğur Mumcu'yu öldürenler asla ortaya çıkmayacak. Bir mahkemenin dosyası olmaktan ibaret çünkü Uğur Mumcu, tıpkı savunduklarının günüzde çağdışı (!) olduğunun her gün gözümüze sokulmaya ve beynimize işlenmeye çalışıldığı gibi.

Türkiye'de Uğur Mumcu gibi aydınlık yüzler bugün bambaşka sıfatlarla anılıyor. Kimileri için darbeci, kimileri için Atatürkçü, kimileri için devrimci, kimileri için Cumhuriyetçi, kimileri içinse onurun erdemin timsali.

Kemalist yönünü sevmeyebilirsiniz ya da Cumhuriyetçiliğini ama bir şey var ki çok önemli benim adıma. Onurlu, erdemli bir adam oluşu. (Kır çiçekleri yazısında geçen üç sözcük 'inanç, onur ve erdem') Bu yüzden yukarıdaki sıfatlardan en çok bu ikisini uygun bulurum kendisine.

Bugün yaşasaydı, Cumhuriyet gazetesindeki köşesini devralan Mustafa Balbay gibi içeride olacağı şüphesizdi. Belki birçok kişi, şu an düşündüklerini düşünmeyecekti O'nun hakkında.

Yine bir 24 Ocak, dışarıda yine kar var. O gittikten sonra pek çok şey değişti bu ülkede. Türkiye'nin pek çok fabrikası satıldı, toprakları satıldı, medyası esir alındı. Ağızlarından 'demokrasi, insan hakları ve özgürlük' kelimelerini düşürmeyenler, bu ülkenin yazarlarını hapsetti, tehdit etti (halen ediyor), haklarında her olumsuz düşüneni tazminat davalarına boğdu.

Bu ülkeyi darbe ve şeriat ikileminin içine soktular. Bugün herkes ya darbeci ya da şeriatçı. Kendi adıma her ikisi de değilim. Darbenin ya da şeriatın birbirini derin ve sıkı bağlarla beslediğine inanıyorum çünkü.

Katillerin 'kahraman', haklarını arayanların 'ajitatör' ilan edildiği 2010 Türkiye'sinde, bu buz gibi Ocak ayında Uğur Mumcu'yla aynı topraklarda yaşamak bile insanın içini ısıtıyor.

O çok bilindik cümleyi ben de tekrarlayacağım, 17 yıldan bu yana her Ocak Uğur'suz, ama asla umutsuz değil.

Çünkü bir gün, tüm bu yaşananların hesabı verilecektir. Ama öyle ama böyle...

Val Gaal ve Robben'in, Yılmaz Vuralvari sevinci


Bayern Münih'in, Werder Bremen'i deplasmanda 3-2 yendiği maçta Robben'in 78. dakikada attığı golden sonra iki Hollandalı'nın sevinci.

Van Gaal'i ilk kez böyle gördüm doğrusu, biraz şaşırdım. Çok zor bir süreçten geçti ve şu an için emin adımlarla yoluna ilerliyor.

Direkten dönen bir adamın böyle sevinmesine neden "şaşırıyorsun" derseniz verebileceğim bir yanıt yok.

Ancak çok soğukkanlı bir adam olarak tanıyordum, demek ki insanın zembereği bir kez boşaldı mı böyle oluyormuş.

İstanbul'da kar ve valinin ukalalığı

Salı gününden bu yana İstanbul'da kar yağışının şiddetli ve hiddetli olacağı konusunda herkes çeşitli açıklamalar yaptı. Bu açıklamalardan en ilginciyse İstanbul Valisi 'gazcı' Muammer Güler'den geldi.

Muammer Güler, yaptığı açıklamada "Kar gelsin, biz bütün önlemlerimizi aldık. Kar kalınlığı 15-20 santim olsun ki, çocuklarımız neşe içinde kar topu oynayabilsin" demişti.

Şark kurnazlığı tabirini severim o yüzden, bu arkadaşımıza da bu yakıştırmayı uygun buluyorum. Açıklamadaki rahat tavrın sebebi, okulların tatil olacağını, servis araçlarının trafiğe çıkmayacağını ve söz edilen şiddetli kar yağışının hafta sonuna geliyor olmasını bilmekten kaynaklanıyordu.

Güya bütün önlemler alındı ve herkes huzur ve rahat içinde karın tadını çıkartacak değil mi? Yok işte değil. Tüm bu ukala tavır sonrası bugün İstanbul'da birçok yerde elektrikler kesik, insanlar soğukta oturuyor, hem de bu havada. Kınalı'da bir otobüs rüzgârdan ötürü devrildi ve bir bebek hayatını kaybetti.

Şimdi burası Türkiye olmasa, gelişmişlik düzeyi sözde olmasa bu Vali hakkında nasıl bir uygulama başlatılırdı?

Görevden alınmayı ve gelişmişlik düzeyini filan bir kenara bırakalım. Acaba Vali, o çocuğun yaşamını yitirdiği haberini aldığında, yaptığı o açıklama aklının bir kenarına düştü mü?

"Biz her türlü önlemi aldık. İstanbullular rahat olsun, çocuklarımız neşe içinde kar opu oynasın" diyen bu adam, o çocuğun avuçları arasında biraz kar sıkıştırıp, arkadaşlarıyla ya da annesiyle hiç kar topu oynayamayacağı gerçeğini anlayabilir mi?

Perşembe günü bu açıklamaları yapan vali; şu an evinde hasta, yaşlı insanların soğukta tir tir titrerken, aynaya rahat bakıp, vicdanını rahat tutabilecek mi?

Türkiye değil mi burası? Hesap soran yok, sorgulayan yok, konuşan yok, hakkını arayan yok. Peki sende hiç utanma yok mu?

22 Ocak 2010 Cuma

Bünyamin'le maç kazanma denklemi


Sarı lacivert forma+olmayan faul pozisyonunu frikiğe çevirmek+olan faulü vermemek = 3 Puan

Denklem basit, kafa yormaya gerek olmadan siz de hesaplayabilirsiniz.

El Kaide militanlarını kim besliyor?


Fotoğraf, bugün Türkiye'nin 16 değişik ilinde yapılan ve 250 gözaltıyla sonuçlanan El Kaide operasyonlarından.

Benim dikkatimi burada çeken şey, bu arkadaşların kim tarafından beslendikleri. "Sen kötü niyetlisin" diyecek arkadaşlar için şimdiden yanıt hakkımı kullanıyorum. "Evet kötü niyetliyim, var mı?"

Vay efendim vay, ne de güzel ürünler kullanırmış bu arkadaşlar, kimler kimler beslermiş tosunları.

Yazık, çok yazık.

Sen nasıl bir güzelliksin bilmiyorum


Şu hayatta böyle görüntüler de olmasa hakikaten yaşanmaz. Acayip bir güzellik, muhteşem bir canlı...

Galatasaray sağlık kurulu şerefiyle istifa etsin

Öğlen saatlerinde Galatasaray'dan Gençlerbirliği'ne transfer olan Serkan Çalık ve Alparslan Erdem, kulüp doktorlarını ciddi anlamda suçladı. Sakatlıklarına yanlış teşhis koyulduğunu belirten iki oyuncunun söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi.

Birkaç yıldan bu yana tabloya bakınca, haksız olmadıklarını söylemekte fayda var.

Tam bu haberler üstüne haftaya sahalarda olacağı belirtilen Kewell'ın en az 1 ay olmayacağı hatta sakatlığının 2 aya kadar uzayabileceğine yönelik haberler geldi.

Birileri bu işe el koymalı. Şahsen büyük skandal gözüyle bakıyorum bu duruma. Milyonlarca dolarlık yatırım yapıyorsunuz ama futbolcularınız sakatlandı mı dönmek bilmiyor.

Burhan Uslu döneminde bu tip olaylara pek şahit olmazdık ancak rutinleşmeye başladı şimdi sakatlıklar.

Sağlık Kurulu kim ya da kimlerden oluşur bilemem ama her onurlu ve gururlu insanın yapacağı şeyi yapsınlar ve derhal istifa etsinler. Çünkü işin boku çıkmaya başladı.

21 Ocak 2010 Perşembe

Brezilyalı, Jo, transfer v.s. v.s.

UEFA Avrupa Ligi'nde oynamayacak olmasına karşın, Galatasaray Brezilyalı Jo'yu 6 aylığına transfer etti.

Doğrusunu isterseniz, Brezilyalı oyunculara çok sıcak bakmıyorum Galatasaray adına. Sadece Lincoln ve Felipe'den ötürü değil. Disiplinsizlikleri, zaman zaman fazlasıyla rahat tavırları ve takım içinde sayıları birden fazla olduklarında, sanki takım yokmuş gibi davranmalarından ötürü pek de içim elvermeden izliyorum kendilerini.

Fakat bu kez durum biraz farklı. Baros'un en az 2 ay daha olmaması, Nonda'nın sıkça tekrarlayan sakatlığıyla Galatasaray bir anda forvetsiz kaldı. Zaten bu yüzdendir ki, UEFA'da oynamamasına karşın Jo kiralandı.

Bu aslında biraz da, amacın Avrupa'dan çok lig şampiyonluğu olduğunu gösteriyor. Yoksa bile bile lades denmezdi. Bu kafa yapısına fazlaca alışkın değildir Galatasaray taraftarı ancak Aziz Yıldırım'ın 3 şampiyonluk sözünden sonra sanki Galatasaray taraftarı için de, şampiyonluk daha bir önem kazandı.

Jo'ya gelince. Parlak bir devre geçirmedi, golsüz tamamladı koskoca ilk yarıyı. Lincolnvari bir hareket yapınca, haliyle orası Türkiye değil kadro dışı bırakıldı.

Kiralık oyuncu alındığında 'iki ucu çoklu denklem' gibi gelir bana. İyi oynasa sezon sonu elinizden kayıp gitmesini izlersiniz, iyi oynamasa "Zaten 6 aylığına gelmişti" diye züğürt tesellisinde bulunursunuz.

Herkesin beklentisi CSKA'daki Jo'yu izlemektir muhtemelen. Hangi Jo'yu izleyip izleyemeyeceğimizi bilmiyorum ama Galatasaray gibi bir takımda forvet oynayan bir adam 17 maçta minimum 8 ila 10 gol arası atar. Tabii hangi maçlarda atacağının da büyük önemi var.

Sonuç olarak Galatasaray zorunluluktan bir transfer gerçekleşti. Kendi adıma öyle çok da olumlu baktığımı söyleyemem ama birtakım önyargılarımı da masaya yatırarak söylüyorum bunu. Umuyorum sakatlık geçirmeden, eski günlerini izleyeceğimiz bir Jo görürüz.

Bu arada formasına Jo yazdıracak insanlara özel bir kıyak yapmalı kulüp. Zira hem 'J' gibi hiç kullanılmayan bir harf forma arkasında olacak hem de iki harfli bir oyuncunun sırta yazılması kolay olur.

Futbolu kim sevmez ki?


Endonezya'dan bir kare, hepimiz seviyoruz işte.

Daha önce aklın neredeydi be adam?


Bu ülke gerçekten ilginç bir ülke. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ölüm orucuna giden TEKEL işçileri için devreye girmiş ve Türk-İş yetkilileri ile görüşmüş.

Şimdi Bülent Arınç kim? AKP'nin Manisa Milletvekili, eski TBMM Başkanı ve şimdinin Başbakan Yardımcısı.

Bir soru daha soralım. TEKEL'in özelleştirmesi ne zaman ve hangi siyasal iktidar tarafından yapılmış? 2003 yılında AKP tarafından.

Devam edelim, o halde. Kaça ve kime satılmış TEKEL? 292 milyon dolara Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim Grubu’na. (Bu arada dipnot geçelim, TEKEL'in alkol bölümü 292 milyon dolara özelleştirilirken, sadece depolarında 292 milyon doların yarısı kadar alkol bulunuyordu.)

Limak Holding'in sahibinin, Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir olduğunu ve hakkında bir dönem yurtdışına çıkış yasağı bulunduğunu da eklemekte fayda var.

Peki, Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim, 292 milyon dolara aldığı TEKEL'i, ne zaman, kime ve kaça satmış? 2006 yılında 950 milyon dolara Amerikan Texas Pacific Group'a.

'Bir koy üç al' diye buna derler. Herifler TEKEL'in gerçek ederi düşünüldüğünde bedava denebilecek bir rakama alıp, 3 katı fiyatına satmışlar. Girişimci ruh bu olsa gerek.

Sorulara başladım bir kere, devam etmek istiyorum. TEKEL’in sigara fabrikaları ve markaları hangi yılda ve kimin zamanında satılmış? 2008'de 1 milyar 720 milyon dolara British American Tobacco'ya (BAT).

Bu arada Başbakan, bu özelleştirmeler sırasında sürekli çıkıp, "İşçilerin tüm kazanılmış hakları devletin güvencesindedir" diyor. Ehh, balık hafızaya sahip olduğumuz için "Nasıl olsa unuturlar" diye düşünüldüğü belli.

Şimdi soruları bırakıp, günümüze gelelim. TEKEL özelleştirilirken, 12 bin işçinin hakları elinden alınmak isteniyor. AKP iktidarı işçilere şunu söylüyor: "Tüm kazanılmış haklarınızdan vazgeçin, gelin sizi TEKEL'den aldığınız paranın yarısına ve geçici olarak başka bir yerde çalıştıralım.

Ohhhh, ne güzel. Bu adamlar yıllarını verecek, sen haraç-mezat satacaksın fabrikaları, sonra "Aylardır oturdukları yerden maaş alıyorlar, yok öyle" diyeceksin. Bunun adına "Hırsızlık, arsızlık, yüzsüzlük" denir. Bu üç elementi biraraya getirip, işçilere "Ölün" deniyor.

Şimdi en başa dönelim. Bülent Arınç beyefendi (!) devreye girmiş, ölüm orucundaki işçiler için. Yahu ne utanmaz bir tavırdır bu, nasıl iğrenç kaygan bir siyasettir, nasıl bir aymazlıktır.

Aklın neredeydi be adam bu özelleştirmeler yapılırken? Şimdi ucuz kahramanlık rollerinde. Tabii, demokrasinin, insan haklarının onulmaz insanıdır kendisi ya. Devreye girmiş; bak, bak, bak.

Devreye girmek için çok geç, bu insanlar bütün haklarını geri alacaktır. Dünyanın her yerinde böyledir bu. Haa, yarın öbür gün atarsınız içeriye tek tek, nasıl olsa unuturuz biz.

Bu topluma unutmaları için verecekleriniz vardır nasılsa. Onurları satılık olanlara nohutla, kömürle, mercimekle unutturursunuz her şeyi, bir çırpıda.

Geri kalanları da biraz gaz, biraz cop ve gözaltıyla halledersiniz.

Rafa'nın tek destekçisi!





Bu abimiz kimdir, inanın ben bilmiyorum ama Rafael Benitez'e muhtemelen, Benitez'in kendisinden bile çok güveni var. Dünkü Tottenham maçında da yerini almış ve desteğini açık bir biçimde sunmuş.

Gerçi abimiz "Still" yazısıyla biraz güven bunalımı yaşamış ancak ısrarlı bir biçimde desteklemeye de devam ediyor.

Valla Türkiye'de benzer bir durum olsa, döverler bu abiyi. Bence Benitez bundan sonra nereye demir atarsa, kendisini de götürsün.

İlk maç

20 Ocak 2010 Çarşamba

Özledim be.... # 5


Az kaldı ama ben çok sevdim. Acayip vururdu toplara.

Hele Kadıköy'de çaprazdan vurduğu o top. Terim göndermese 2 yıl daha Türkiye'de oynardı rahat rahat. Harbiden bir an için özledim.

TEKEL işçisinin 37. günü, ölüm yaklaşıyor


37 gündür eylemdeler. Onların deyimiyle "Söz bitti, sıra ölümde." Şu an kamuoyunun çok fazla ilgisini çekmiyorlar ancak işlerin sarpa saracağı günler çok yakında.

Siyasal iktidarın, bu insanları ve beraberinde ailelerini ölüme götürdüğü apaçık ortada. 4/C (geçici personel) kandırmasıyla, işin içinden sıyrılma niyetindeler.

Ankara'ya bugün-yarın kar düşecek. Bez, naylon çadırlarda haklı bir davanın, onurlu mücadelesini veriyorlar.

Şu empati denen olaydan yapmak lazım arada. Babamızı, abimizi, kardeşimizi, annemizi o işçilerden biri olarak varsayalım. Zor hakikaten çok zor. Şu işçilerin yanına, hükümetten bir tane bakan gitmez mi? Senenin bir günü iftar çadırlarında arz-ı endam edenler; aç kalmamak, işsiz kalmamak için bu insanların sorunlarını paylaşmak için neden gitmezler?

Bazı durumlarda insanın elinden bir şey gelmemesi fena mı fena bir şey. Çaresizlik, oturduğun yerden izlemek, insana ayrı koyuyor.

Fotoğraflarda işçilerin ve ailelerin suratlarına iyice bakınca, bu kararlarından zerre geri adım atmayacakları belli oluyor. Ankara'da olanlar, yanlarına gidecek olanlar, buralardan da bir selam göndersinler ve yanlız olmadıklarını söylesinler bu güzel insanlara.