31 Ocak 2012 Salı
Biri gidiyor, biri geliyor, biri gidiyor, biri geliyor
Biz böyle adamları seviyoruz. Misal Adnan Sezgin'e senelerce katlandık, Samsunspor yarı devrede herife siktiri çekti. Samsunspor'daki zekânın ve ileriyi görebilme yetisinin 10'da 1'i bizde olsa, son 4 yıldan 2 şampiyonluk çıkardı.
Millet delirdi, çıldırdı en sonunda Adnan Sezgin denen heriften kurtulduk. Ama 'Galatasaray'da transfer bitmez' şiarından yola çıkarak Adnan Sezgin'in boşluğunu, hemen hemen aynı kalibredeki Bülent Tulun'la doldurduk. Aynı görevde değiller hikâyesini anlatmayın mümkünse.
Bülent Tulun denen eleman, Galatasaray tarihinin en büyük gerizekâlılığında imzası vardır ama bunlar nasıl ilişkilerse bir biçimde görev alabiliyor. Yönetici oluyor, menajer oluyor, başkanın kişisel siki oluyor.
Galatasaray'a hizmet etmek için "Bülocuğum, Florya'da top toplayacaksın" deseler, onu da yapabilecek gibi geliyor.
Yaz transfer dönemi, büyük gerginlik olmadan geçilmişti fakat devre arasında gelince ufaktan hareketlenmeler olmaya başladı. Terim ısrarlı biçimde transfer istiyor, istediği adamlar alınmıyor, Bülent Tulun başkanın sol taşağı olduğu için kendisi birtakım isimler öneriyor. Terim, o isimleri beğenmiyor, Tulun da, onun istediklerini aldırmıyor.
Hayır, inan anlamıyorum Adnan Sezgin, Bülent Tulun gibi dalyarakları nereden bulup çıkarttığımızı. Herifler, Galatasaray'ı turnike yaptılar, bir Adnan, Bir Bülent sırayla göreve geliyorlar. Aradan bir-iki yıl geçiyor, bunlar kayboluyor, sonra birden peydah oluyorlar.
Ortada ciddi iddialar var. Bülent Tulun'un, Terim'i istemediği belirtiliyor. Durum buysa, onun ta götünden sikeyim, içine de eşek dikeyim. Bu cümleden Terimsever bir algı çıkartılmasın ama ne lan bu böyle! Bülent Tulun kimdir de, Galatasaray'da teknik direktör belirler ya da teknik direktör gönderir konumdadır.
Lan oğlum, ben mi yanlış hatırlıyorum, bu herif değil miydi Ribery'nin gitmesine neden olan adam? Herif Galatasaray'da görev almadığı zamanlarda, başarısız sonuçlarda bir tek götüne kına yakmadığı kaldı. Tehdit mektubu hikâyesini hiç söylemiyorum bile. Buna da bir savunma gelir muhtemelen.
Ne güzel değil mi? Lise tuvaletinde sigara içerken turnikeye dönen tipler gibi herifler. Bir o geçiyor kulübün ağzına sıçıyor sonra siktirip gidiyor. Sonra diğeri geçiyor, o sikip atıyor.
Bu işler sarpa sarmaya çok yakın. Ünal Aysal'ın son dönem çizdiği profil de sevimsizleşmeye başladı. Gereğinden fazla konuşup, her fazla konuşan insan gibi saçmalıyor. ('Başkan saçmalıyor' dedim ya, banko biri çıkacak "Sen nasıl konuşursun?" diyecek. A.k, herif sanki Galatasaray Başkanı değil de Tanrı'nın elçisi! Hiçbir şey söylenmiyor, söylenemiyor)
Şu Bülent Tulun denen dalyarak dolması, siktirip giderse pek memnun olacağım.
27 Ocak 2012 Cuma
Fenerbahçemiz, Akp'li taraftarımız, teşekkürler Başbakanımız
Futbol Federasyonu Genel Kurulu, pek çok açıdan ilginçlikler barındırıyordu. 58. madde üstüne çöreklenen tartışma son bulurken, Genel Kurula Yıldırım Demirören'in "Fenerbahçemiz" söylemi damga vurdu.
3 Temmuz'dan bugüne gelinen süreçte, gerçek futbolseverler şunu gayet iyi anladı; 'futbol' kirlidir ve öyle ya da böyle herkes bu kirli oyunun bir ucundan tutmuş durumda.
7 aydır hemen herkes, kendi pisliğini örtmek için bir diğerine pislik bulaştırmak için elinden geleni yapıyor. Temcit pilavı kıvamındaki iddialar tozlu raflardan indiriliyor. Bu arada kendisine yönelebilecek suçlamalara karşı da, ezber cevaplarla savunmaya girişiliyor.
3 Temmuz'dan beri Galatasaraylılarla konuşuyorsunuz temizler, Fenerbahçelilerle konuşuyorsunuz temizler, Beşiktaşlılarla konuşuyorsunuz temizler, Trabzonsporlular da temiz, Bursasporlular temiz v.s. v.s.
Bu kadar bok dönüyor ama herkes temiz. Ne ilginç değil mi? Herkes futbolu kirletenin adresini bir başkası olarak görüyor.
Şu süreçten çıkmak için kabullenmenin şart olduğunu bilmek gerekiyor.
Dün Yıldırım Demirören "Fenerbahçemiz" dedi. Beşiktaşlılar buna çıldırırken, Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar bunun üstünden Beşiktaş aşağılaması yaptı, taşağını geçti.
Akşam, Ünal Aysal "20 milyon Galatasaray taraftarı Akp'ye oy vermiştir" dedi, bu kez Beşiktaşlılar ve Fenerbahçeliler aynı çapta taşak geçme şenlikleri başlattı.
Dün iki başkan bu laflarla maymuna dönerken, gazetelerde Ülker Arena'nın açılışı için Fenerbahçe Spor Kulübü Başbakan Erdoğan'a tam sayfa teşekkür yayınladı.
Aptal olmanın anlamı yok, herkesin birbirine göbekten bağlı olduğu futbol ortamında, siyasal erkin her şeye hakim olma çabası düşünülünce, herkesin aynı biat kültürü karşısında ceketinin önünü ilikleyip, güç karşısında eğildiğini görmek lazım.
Kimsenin farklı olmadığını da, kafasına iyice sokması lazım. O kafa, bu düşünceyi alana kadar kaç tane tokat yiyeceğiz merak ediyorum. Bir sağdan, bir soldan çakıyorlar, her tokattan sonra "Bana ne vuruyorsun, yandaki yaptı" diye ağlayıp sızlıyor herkes.
Ülkenin siyasi durumundan farksız değil futbol ortamı. Siyasal iktidarın baskıcı, sansürcülüğünden rol çalanlar dün Ultraslan'dı, bugün ForzaBeşiktaş, yarın bir başkası olacak.
Bunca şeyi görmemek için ya çok iyi niyetli olmak gerekiyor ya da kötü niyetli. Bu kadar şeye rağmen hâlâ "Biz farklıyız" diyebilmek için kalın bir deriye veya kalın bir kafaya ihtiyaç var.
Farklılık zaten görece bir kavram. Herkes durduğu yerden baktığında, istediği şeyi farklı görebilir.
Ünal Aysal, Yıldırım Demirören, Aziz Yıldırım, Sadri Şener daya bu isimlere yenilerini, aklına her kim geliyorsa, kimsenin birbirinden farkı yok, hepsi ortadaki pastadan daha fazla pay kapmak için yarışıyor.
Birtakım taraftar grupları da, bunların yediği pastadan tabakta kalan kırıntıları yalıyorlar. Onu farklı yapmış, bunu farklı söylemiş, diğerini başka türlü düşünmüş, geç o işi.
Rıdvan Akar gibi adamın ne pastayla, ne kırıntılarla işi olmaz. Rıdvan Akar, tertemiz taraftardır. Rıdvan Akar'ın Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Trabzonsporlusu, Edirnesporlusu yok mu? Elbet var, olmaz olur mu? Ama işte gün geliyor, 'fark, fark' diyen adamlar, en boktan, en çiğ yöntemlerle Rıdvan Akar gibi futbolun gerçek sevdalılarına sansür uyguluyor. Farka ne oldu? Uçtu, uçtu kuş oldu.
Şimdi aptallık yapıp da, yazıyı götünden anlayacaklar için söyleyeyim. Kimseyi hedef almıyorum ama başından beri söylediğimin de arkasında duruyorum.
Şike yapanlar sokakları inletti, temiz futbol isteyenler kılını kıpırdatmadı. Ortak bir eylem biçimi geliştirmeden, ortak hareket etmeden, renklere bağlı kalındıkça, futboldan söz etmek fazla komik oluyor.
Bak, bu kadar tantana kopuyor değil mi? Sezon sonu hangi takım şampiyon olursa olsun, ağzına 'şike'yi alacak mı? Lay lay lay, loy loy loy şampiyonluk kutlayacak.
Şike, teşvik kimsenin umrunda değil. Zaten umrunda olsa, şike yapanlar sokak arşınlarken, temiz futbol isteyenler evinde oturmazdı.
Senin, benim, Rıdvan Akar'ın saf futbol sevgisini, üç-beş yavşağın söylemi de değiştiremez.
Onları unutmayın
25 Ocak 2012 Çarşamba
Delegelere bak delegelere!
Yarın Türkiye Futbol Federasyonu'nun tarihi Genel Kurulu var. Genel kurulda, haklarında şike ve teşvik primi iddiası bulunan kulüplere uygulanması muhtemel yaptırımların değiştirilip, değiştirilmemesinin görüşüleceği ve karara bağlanacağı bekleniyor.
Galatasaray'ı, Genel Kurul'da 7 delege temsil edecek. Bunlar; Ünal Aysal, Adnan Öztürk, Alp Yalman, Mehmet Ağar, Abdurrahim Albayrak, Ergun Gürsoy ve Refik Arkan.
Futbolda temizlikten, haktan, hukuktan söz eden bir kulübün delegeleri arasında Mehmet Ağar ve Ergun Gürsoy gibi isimler bulunuyorsa, Galatasaray şikeden teşvikten filan hiç söz etmesin.
Koskoca Galatasaray Spor Kulübü, delege olarak bir katilden başkasını bulamaz mı? Yok mudur başka adam? Sen şikeye, teşviğe ceza verilmesini isteyeceksin ama bunun için oy veren adam, bugün topraklardan fışkıran kemiklerin ana sorumlularından biri.
"Sepetin içindeki elmalar arasında çürük de bulunur" gibi bir savunma içine girmek, Mehmet Ağar'ın Galatasaray delegesi oluşunu savunmak, 'temiz futbol' istemekle pek örtüşmüyor.
Ergun Gürsoy'a gelince; teşvik primi verdiğini sağır sultanın bile duyduğu bir adamı, teşvik ve şike konusunda delege yapmak, tam kara mizah örneği. Hırsıza anahtar emanet ediyorsun. Yarın öbür gün evin soyulunca da, kıçını yırta yırta bağırıyorsun.
Herkes bu bataklık içinde debelenip duruyor. Sözümona Galatasaray duruş gösteriyor, gösterdiği duruşun isimlerinin biri katil, diğeri bu işlerin tornasından geçmiş, hatta tornanın başında iş tutmuş adamlardan biri.
Yarınki Genel Kurul'da Ergun Gürsoy'a biri çıkıp "Birader, şikeye, teşviğe ceza verilmesin diyorsun da, senin Doğanlar ne oldu?" diye sorsa, ne yanıt verir merak ediyorum.
Olmamış, hem de hiç iyi olmamış. Temizlikten söz edilecekse, önce kendi kapını süpüreceksin, sonra başkasına bok atacaksın.
Sorsan, Galatasaraylı arkadaşlara "Ergun Gürsoy'un teşvik primi verdiği ne malum?" der. Ulan aynı savunmayı, bugün şike yapanlar söylüyor. O zaman, bu mantıkla kimseye bok atmayacaksın.
Bak şimdi, böyle yazdım ya, süper tarafsız olacağım. Kendi tuttuğun takımla ilgili boktan şeyler yazınca "Vay helallll" diye alkış tutuyor millet. Başkalarına laf söylediğin andan itibaren "Yavşak, fanatikliğe bak" diye herkes ağzına geleni söylüyor.
Şu takım takıntlarından vazgeçmedikçe, kimse temiz futbol istemesin. Gerçi, temiz futbol istemeye kimsenin yüzü olmaması lazım. Temiz futbol isteyenler sustukça sustu, haliyle şike yapanlar da üste çıktıkça çıktı.
Kim ne derse desin; Mehmet Ağar'ın, Ergun Gürsoy'un delege olduğu yerde, temiz futboldan söz edilmesi mümkün değil.
Şikecilerin bas bas bağırıp, haklı olduklarını düşündüğü, herkesin kendisini bir diğerinden daha temiz addettiği, kendinden başka herkesi aşağılayıp, aşağıladıkları kişi ve grupların kopyaları olduğu, şikeye-teşviğe ceza verilmesini isteyip, katillerin delege yapıldığı bir ülkede temiz futbol bekleyen kaldıysa, kendilerini o aptallık boyutundaki iyi niyetle başbaşa bırakıyorum.
Mümkünse, kimse şunları savunmasın, hele hele Galatasaraylı arkadaşlar hiç savunmasın. Savunan varsa da, şike yapanları ya da teşvik primi verenleri suçlamasın.
24 Ocak 2012 Salı
Soykırım olsa da, olmasa da
Türkiye'de "Ermeni soykırım tasarısı" adı verilen "Soykırım tasarısı"nın tam metni
Aşağıdaki metin, 2008/913/JAI numaralı karar çerçevesini şöyle değiştirmeyi teklif eder:
Kamuoyu önünde soykırım cinayetlerini, insanlığa karşı işlenen cinayetleri kabul etmeyen, reddeden, bayağılaştıranları veya savunanları Uluslararası Ceza Hukuku Statüsünün 6.,7.,8. bentleri ve Uluslararası Askeri Mahkeme'nin 6. bendinde ifade edildiği üzere 1 yıl hapis cezası ve 45.000 euro para cezası ile cezalandırmayı öngörür.
YASA TEKLİFİ
Madde 1: 29 Temmuz 1881 kanunun 24 bis maddesinin birinci bendi, alttaki yeni beş bendle değiştirilmiştir.
"24'üncü maddenin altıncı bendi doğrultusunda, soykırım suçunu veya insanlık ve savaş suçunu savunan, inkar eden veya kamusal alanda onemsizleştirmeye çalışan, altaki tanımlamalara dayalı cezalandırılacaktır:
1) Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsünün 6'inci, 7'inci, 8'inci maddesi
2) Ceza kanunun 211-1 ve 212-1 maddesi
3) Uluslararası Askeri Mahkemesi'nin statüsünün 6. maddesi:
"Ve kanunen tanınmış, Fransa tarafından imzalanmış ve onaylanmış uluslararası bir sözleşmenin, veya uluslararası veya Avrupa kurumlarının nitelikli bir karara bağlı, Fransız yargısı tarafindan nitelendirilmiş, Fransa'da uygulanabilir hale gelir."
Madde 2: 29 Temmuz 1881 basın ozgürlüğüne dayalı kanunun 48-2 maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:
1) "sürgün" kelimesinden sonra "ya da soykırım kurbanı, savaş suçu, düşmanla isbirliği ve insanlık suçu kurbanı" eklenmiştir.
2) "Savunma" kelimesinden sonra "soykırımlar" kelimesi eklenmiştir.
Şu Fransa'daki hadise "Ermeni soykırım tasarısı" diye geçiyor ancak kazın ayağı öyle değil. Tasarı, tüm soykırımları kapsamaktadır. Dünyada 'soykırım' olarak kabul edilmiş ne kadar büyük acı varsa, hepsi dahildir.
Tabii işin Türkiye'yi ilgilendiren yönü 1915 olayları. Şu yukarıdaki fotoğrafları 2 yıl önce Anadolu Ajansı geçmişti, o zamandan bu yana arşivimde duruyor.
Soykırım var mıdır, yok mudur diye acayip bir tartışma var. Kimi olayı "O dönemler savaş vardı, insanlar öldürülmüş olabilir ama soykırım yoktu" diye açıklıyor, kimisi tamamen reddediyor, kimi de soykırımın yaşandığına inanıyor.
Ermenilerin bu ülke sınırlarından kovuldukları, yaşadıkları yerlerden sürgün edilmeleri, dükkânlarının yağmalanması, malvarlıklarına el konulması için öyle çok uzaklara gitmeye gerek yok. Bunları söyleyince karşına "Ama ASALA da, diplomatlarımızı öldürdü" savunmas geliyor. Sanki böyle deyince, yapılanlar yapılmamış gibi geliyor. Ya da alttan alta, bir haklılık payı çıkartılıyor.
Bölgede doğmuş, halen yaşayan Ermenilerin ifadeleri var, onları açıp okumak gerekir, insanların neler yaşadıklarını anlamak için.
6-7 Eylül olaylarına bile bakınca, 1915'lerde neler yaşandığı konusunda bir fikri olabiliyor insanın.
Soykırımı kimin yaptığının bir önemi yok; bir insanlık suçudur ve dünyanın her yerinde lanetlenmesi gerekir.
1990'lı yılları anımsıyorum; insanlar "Buralarda katliam yapılıyor" diye bağırıyordu, faili meçhul cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Ölümler için haykıranlar, cezaevlerine gönderildi, işkencelerden geçirildi. Şimdi Diyarbakır'da, Batman'da topraktan cesetler fışkırıyor. Daha 20 yıl önce her şeyi reddeden devlet, 20 yıl sonra başka hesaplarla kabulleniyor.
Uludere Katliamı, bugün değil de, 30 yıl önce olsaydı, kimsenin haberi bile olmazdı yaşananlardan. Devletin ajansının geçtiği haberin, canlı yayınlarda sansürlendiğini görmedik mi?
Bu ülkenin topraklarında çok kan var. Gazeteciler, bilim insanları, yurttaşlar öldürüldü. Hepsinin de üstü örtüldü, örtülmeye çalışıldı.
"Soykırım yoktu" demek, yaşanmamış saymak, ölümlere kılıflar hazırlamak, bu ülkenin topraklarındaki kanın kurumasına engel oluyor.
Kim yaptı, neden yaptı, nasıl yaptı, niçin yaptı? Hiçbirinin önemi yok. Tek bir insan bile öldürülmediğini varsayalım. Evinizden, köyünüzden, kasabanızdan, yaşadığınız ilden sürgün edildiğinizi, kovulduğunuzu; ablanıza, kız kardeşinize, annenize tecavüz edildiğini düşünün. Bunlar da yaşanmadı değil mi?
Zaten biz hep temizdik. Bütün bir eğitim boyunca, "Osmanlı İmparatorluğu kimsenin zorla dinini değiştirmedi" denildi. Sonra okumaya başlayınca gördük ki, bize öğretim hayatımız boyunca palavra sıkılmış.
Acıların, ölümlerin, soykırımın bahanesi olmaz.
Bu ülke topraklarında yüzyıllarca birlikte yaşadığımız insanlarla, karşılıklı olarak hâlâ nefret doluyuz, hâlâ düşmanız.
Bir Kızılderili atasözünde söylendiği gibi: "Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz."
Bu acılar hepimizin ortak acısı, her şeyi reddediyorsanız bile bunu kabul etmek gerekir.
20 Ocak 2012 Cuma
Mahallenin tecavüzcüleri serbest, delikanlılarının da götü açıkta kaldı
Kulüpler Birliği ve Türkiye Futbol Federasyonu toplantısından çıkan kararın meali, şikenin affedildiğidir. Çünkü varolan yasaya göre şike yapmanın cezası bir alt lige düşürmektir. Fakat eksi puan uygulaması ile bu karar by-pass edilmiştir.
Toplantıdan sonra bir açıklama yapan Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir, "58. madde değişmesin. Virgülüne dahi dokunulmasın. Biz herhangi bir şekilde, herhangi bir yolla, Fenerbahçe'nin yarım puanının bile kesilmesine, para cezası verilmesini kabul etmeyeceğiz. UEFA'nın dikte ettiği kararları kabul etmiyoruz" dedi.
Aynı Nihat Özdemir, bundan tam bir ay önce Hürriyet'e yaptığı açıklamada, "Eskiden sadece Fenerbahçe konuşuluyordu. Şimdi iddianame açıklandı. Fenerbahçe'nin yanı sıra 7 Süper Lig kulübü ve bir Bank Asya 1.Lig kulübü iddianamede suçlanıyor. Bütün kulüplerin ve federasyonun bunu düşünmesi lazım. Kulüpler Birliği, bir arada durmalı, 58. madde için birlikte hareket etmelidir. Ben bunu Fenerbahçe için değil, tüm kulüpler için, Türk sporu için istiyorum. Bu, konunun birinci boyutu. 58. madde değişmezse Türk sporu batar" demişti.
Garantiler alındı, şimdi 'delikanlılık zamanı!' Bundan bir ay önce Türk sporunu felakete sürükleyecek, 58. madde, bugün değiştirilmemeli...
Bazen fazla iyi niyetle yaklaşıyoruz pek çok konuya. Katillerin affedildiği, tecavüzcülerin yırttığı, bir kadını 25 yerinden bıçaklayanların serbest gezdiği, onlarca insanı öldürüp, toprağa gömenlerin cezaevinden çıkartıldığı, milyonlarca Euro dolandırıcılık yapanlar hakkında işlem yapılmadığı bir ülkede şikeye ceza olarak küme düşme verilmesini beklemek, aptallık düzeyinde bir iyi niyet gösterisi.
Hadiseyi siyasetten ayırmak lazım diyeceğim ama "Sporu siyasete karıştırmayın" diyen herkes, tribünlerdeki taraftarların potansiyel oy olduğunu gördüğü için, kafi derecede ikisi bir arada karışmıştır.
Dedik ya, tecavüzcüler ellerini kollarını sallaya sallaya dolanıyorlar diye. Mahallenizde tecavüzden hüküm giymeden, yırtan biri olduğunu düşünün. Ne gözle bakacaksınız bu insana? Hiçbir şey olmamış gibi, "Aslanım benim ne de güzel siktin?" mi diyeceksiniz? Ya da bu tecavüzcü, hiçbir şey olmamış gibi o mahallede oturmaya devam mı edecek? Elbette hayır, yapacağı ilk şey, izini kaybettirip yok olmaktır.
Fenerbahçe ve adı geçen 7 kulüp, mahallenin tecavüzcüleridir. Üstelik bu tecavüzcüler, bırakın mahalleden kaçıp, izlerini kaybettirmeyi, mahalleye kazık çakmak için ellerinden geleni yapmıştır. Üstelik mahallenin tecavüzcüleri, sürekli yeşil sahaya çıkıp, futbolu sikmeye devam edecek.
Şimdi yeri geldiği için konuşalım. Çarşı için yazdığım bir yazıdan ötürü, söylenmeyen şey kalmadı. Hatta sevdiğim bazı insanlar, defterden silmeye kadar götürdüler.
Eee birader; her şeye lafı, sözü olan, Erbakan'ın ölümünü, Erdoğan'ın annesinin vefatını bile esgeçmeyen Çarşı, 3 Temmuz'dan beri olan biten bu komediye neden ses çıkartmaz? Neden tepki göstermez? Neden dut yemiş bülbül rolü üstlenir?
Hani anarşist tavır, hani endüstriyel futbola karşı duruş, hani isyankâr, asi bünyeniz?
Sonra "Biz farklıyız" nameleri. Oğlum bırakın bu işleri lan, kimse farklı filan değil, o bok çukurunun içinde herkes.
O bok çukurunun içinde, bugün "Şike affedilsin" diyen Galatasaray da var, Trabzon da var, sürecin başından beri ağzını açmayan siz de varsınız, sapına kadar şikeye sahip çıkan taraftar da var.
Futbol bir bok çukurunun içindeydi zaten. O bok çukuru şimdi genişledi, genişledi herkesi içine aldı. Şikeyi yapan Fenerbahçe futbolu ne kadar sikmişse, bugün Kulüpler Birliği'nin aldığı kararın altına imza atanlar o kadar sikmiştir.
Kimse aptalca edebiyat parçalamasın, endüstriyel futbol diye. Store'den sırtına formayı geçiriyorsun, gidip kombine alıyorsun, hafta sonu maça gidiyorsun, her akşam bahis oynuyorsun, sonra da farkındalıktan söz ediyorsun. Canım benim, yemezler.
Üstünüzdeki formayla aynadaki yansımanıza bakın, kimsenin birbirinden farkı yok. 20 Ocak 2012 itibariyle, ağzının ortasına sıçılmış Türk futbolu, götünden sikilmiştir. Bundan sonra izleyeceklerimiz tamamen yanılmasalardan ibarettir.
Haa, biz mi ne yapacağız? Yarından itibaren futbol konuşmaya devam edeceğiz. Penaltıydı, ofsayttı, kornerdi diyerek kendimizi avutacağız.
Herkes kendisinin, diğerinden ne kadar temiz olduğuna inanmaya devam etsin. Futbolu siktiler, biz de hep birlikte karşısına geçip 31 çektik.
18 Ocak 2012 Çarşamba
Orospu çocukluğunun sanat eseri
Ali İlbey gibi sübyancılardan kurtulmak şart
19 Mayıs Bayram Değil, Dekolteli Öğrenciler Gösterisidir
Türkiye’de dekolte kadının ve kıyafetin resmî devlet eliyle törene ve “toplumsallaşmaya” dönüşme tarihçesine bakıldığında karşımıza 29 Ekim Cumhuriyet ve 19 Mayıs Gençlik Törenleri çıkar. İlk yıllardan sonra bu iki resmî törene 23 Nisan Töreni de eklenir.
Batı’dan ithal edilen bu uydurma resmî törenler, toplumu modernleştirmek için oluşturulmuş Kemalist cumhuriyetin İslâm’a mugayir bir projesidir.
Öyle ki, millî anâneye aykırı bu şenî törenlere “bayram” demekten hep hicap duydum. Kemalist seküler cumhuriyetçiler ve bir kısım milliyetçiler cehaletlerinden ve idrâklerinin İslâm medeniyet değerlerine kapalı olmasından dolayı bu törenlere “millî bayram” diyorlar.
Millî kavramı milletten, millet kavramı İslâm’dan neşet eder. Millet, “İslâm, yani şeriat üzere tutulan yol” demektir. Bu ölçülere uyan ve bağlı olan topluluğa da İslâm milleti denir. Dolayısıyla İslâmî anâne, usul ve değerleri taşıyan özel günler ancak bayram sayılabilir. Âyetlerde emredildiği şekilde Ramazan ve Kurban Bayramları’na bayram denir ve Müslüman milletçe ancak kutlanabilir.
TÜRKİYE’DE ANCAK İSTİKLÂL HARBİ BAYRAM İLÂN EDİLEBİLİR
Bayram İslâmî bir kelimedir. Dinî, yani millî bakımdan hususî değeri olan ve milletçe kutlanan günlerdir. Bayramlarda bayram namazı kılınır, bayramın mânasınca büyükler, eş-dost ve mezarlıklar ziyaret edilir, insanların gönülleri alınır, yoksullara yardım ve pay dağıtılır
Türkiye’de dinî bayramların yanında, “Hakk’a tapan millet” Millî Mücadele’ye “din-i İslâm” ve “Vatan-ı İslâm” üzere katıldığı için İstiklâl Harbi ancak bayram ilân edilebilir.
“Milliyetçi” sıfatını taşıyan hareketin siyasî lideri de idrâki medeniyetimize kapalı olanlara katılıp, “cumhuriyetin ilânına giden sürecin miladı olan 19 Mayıs tarihini çarpıtanların milletin varlık değerlerine saldırdığını, cumhuriyetin kanına girmeyi gündemine alanların tuzakları ile karşı karşıya kalındığını…” söylemiş.
“CUMHURİYET’İN KANI” MİLLETİN KANI MIDIR?
“Cumhuriyetin kanı”, milletin kanıymış öyle mi? Hayret ki, hayret! Oysa gerçekler “cumhuriyetin kanının” Müslüman Türk milletinin kanının olmadığını ayan beyan ortaya koyuyor. “Cumhuriyetin kanı”, din-i İslâm adına İstiklâl Harbine katılan milleti 1923’den sonra aldatarak devrimci cumhuriyeti ilân eden zorba ve bürokratik egemen sınıfın, yani Kemalistlerin kanıdır.
Dahası, milletin değerlerini “redd-i miras” eden ve 19 Mayıs’ı vatan-ı İslâmiye’nin kurtuluşu muhtevasından koparıp laikçi Cumhuriyet’le irtibatlandıranlar, milletin kanına girenlerdir.
“Samsun’da doğan güneş” diyerek yüceltilen 19 Mayıs’ın, belgelerle sabittir ki İstanbul’dan ve Sultan Vahdettin’in izninden ayrı ve bağımsız bir “millî hareket” olmadığı aşikârdır.
23 Nisan Töreni’ni çoğu insan, İstiklâl Savaşı’nda din-i mübin ve vatan-ı İslâmiye için cihada çıkan “Hakk’a tapan millet”in “Millî Hâkimiyet Bayramı” zanneder. Oysa bu durum bir yıl sürmüştü. Sonra, dekolte “bayanlar” gibi dekolteli kız öğrenciler oluşturulması için yeniden tanzim edilmişti.
Ardından, Atatürkçülüğü “iyi bir şey” zanneden bâzı öğretmen ve öğrencilerin “23 Nisan sevinç doğuyor içime” diye şiircikler yazdığı bu tören dekolteli seküler kız öğrenciler gösterisine dönüştürüldü.
19 MAYIS, LAİKÇİ CUMHURİYETİN VARLIĞINI DAYATAN İDEOLOJİK TÖRENLERDİR
“Bayram” sıfatına sahip olmayan, bir yönüyle Stalinist ve Hitlervâri totaliter rejimlerin törenlerinden kopya edilen, bir yanıyla Avrupaî kadın modelini telkin eden 29 Ekim Cumhuriyet ve 19 Mayıs Törenleri, Millî Mücadele’nin ruhuna aykırı “inkılâpçı Cumhuriyetin” varlığını dayatan ideolojik törenlerdir. Dahası, dekolteli kızlar ve “bayanlar” toplumu vücuda getirmenin resmî provasıdır.
Özellikle 19 Mayıs Töreni’nda dizden yukarı etekleri, teni gösteren kumaştan yapılma kol ve omuzları açık kıyafetleriyle kız öğrencilerin resmî geçitlerinin Avrupa’nın çağdaş seküler toplum manzarasına dönüştüğü âşikardır.
Kemalist cumhuriyetin gayesi bu denî törenler vasıtasıyla dekolte kıyafetli kız öğrencileri modern Türkiye’nin “çağdaş” nüvesi olarak hazırlamaktır. Bu yolda mesafe alındığı, “kamusal alanda”, özel lise ve üniversitelerde dekolteli öğrencilerin çoğalmasından anlaşılıyor.
Türkiye’de “dekolte kadın tipinin” meşrulaştırılması cumhuriyetin Batılılaşma programına dayanır. Malumdur ki dekolte kadın barlarda, pavyonlarda ve azınlıkların mukim olduğu Beyoğlu’nda arz-ı endam ederken, Atatürkçü cumhuriyet eliyle “yurt sathına” taşınır.
19 MAYIS GÖSTERİLERİ UTANMA VE İFFET DUYGULARINI KIRIYOR
Bu noktada dekolte giyinmenin yaygınlaşmasında ve benimsetilmesinde en büyük fonksiyonu cumhuriyet balolarının yanında 29 Ekim Cumhuriyet ve 19 Mayıs Törenleri üstlenmektedir.
Özellikle 19 Mayıs Törenleri, Müslümanca giyinen kız öğrenci tipine karşı modern öğrenci tipinin öne çıkarılması gösterileridir. Müslüman anâne ve vecibelerine aykırı bir pornografiye dönüşen bu resmî törenlerle dekolte kıyafeti meşrulaştırmanın yanında bu kıyafetin zahiriyle birlikte ruh ve fikrinin de verilmesi düşünülmüştür.
Bu şenaat ve müstehcenlik alâmetleri taşıyan törenlerde kız öğrencilerin bu kıyafetler içinde “çağdaş” Avrupa’dan kopya edilen çeşitli dans ve jimnastik hareketleriyle utanma ve iffet duygularının kırılması da sağlanmaktadır.
Ayrıca 19 Mayıs gösterilerinde şarkıların, dans ve figüratif hareketlerin eşliğinde öğrenciler Yunan ve Roma kültüründeki kadının “cinsel çekicilik” gösterisini de öğrenmiş oluyorlar.
Böylelikle sözde “çağdaşlaşmış yeni Türk kadınının” ruhunda İslâm’a ait zerre iffet ve hayâ duygusunun kalmaması sağlanıyor.
Müslüman millete mugayir laikçi cumhuriyet törenleriyle zuhur ettirilen “yeni Türk kadını” tipinin büyük oranda sivil hayatta da çoğaldığı bir gerçektir.
Asrın en büyük çürüme alâmetlerinden olan dekolte kıyafet yalnızca Müslümanların değil, bütün insanlığın iffetli insan olma hakkına, seciye ve birliğine aykırıdır.
YORUM
Yazıyı sonuna kadar okuyabildiniz mi bilmiyorum. İlköğretim öğrencilerini pornografik bulan 'insanlar' var.
Sonra yazdığım zaman 'din düşmanı' oluyorum. Alayında zihniyet bu, çocuk yaştaki kızları pornografik buluyor çünkü tahrik oluyor. Çünkü pezevengin oğlu, o yaştaki kızı koynuna alıp, o çocuktan eş yapmayı normal sayıyor.
"Kemik yaşı büyüktü" diye Bolu'daki olayı kapattılar. Peki Gaziantep'te evlendirilmekten son anda kurtarılan 13 yaşındaki kıza, Şanlıurfa'da 11 yaşında evlendirilen -siktiğimin imamının nikâhı ile- kıza, Konya'da doğum yapan 14 yaşındaki kıza, Muğla'da düşük yapan 13 yaşındaki kıza ne oldu?
Bu ülkede imam nikâhı ile evlendirilen milyonlarca çocuğun kemik yaşına da bakalım mı hep birlikte?
Akılları fikirleri siklerinde bu orospu çocuklarının. Namus-ahlâk diye götlerini yırtan bu yavşakların açtıkları garsoniyerlerle dolu yeni yapılan koca koca konutlar.
Geçiğimiz günlerde Adana'da yakalanan bir pedofili hastasının mahkemedeki savunması şöyleydi; "Cinsel amaçlı bir şey yapmadım. Sadece eşofmanını indirip, poposunu öptüm. Yalnız gördüğüm küçük kızlar ilgimi çekiyor. Kendime hakim olamıyorum."
Bu yazıyı yazan Ali İlbey denen sapığın da, Adana'daki sübyancıdan hiçbir farkı yok. 11 yaşındaki küçücük kız niye sadece bunlara pornografik geliyor?
Resmi törenin kaldırılıp kaldırılmaması ayrıca tartışılır. Ancak Ali İlbey denen bi insan görünümlü canlıya, teşekkür (!) etmek gerekir. Çünkü aslında akıllarda olanı açık açık dile getirmiş. Kıvırmadan, eğip bükmeden.
Her geçen gün daha da sapıklarla örülüyor hayatımız. Kızı yaşındaki çocuklardan tahrik olan, pornografik bulan bu puştların acilen tedaviye ihtiyaç var. Yarın öbür gün, bizim çocuklarımıza da göz dikecek bu aşağılık insin müsveddeleri.
Gerçi başyazarı, fiili sapık olarak cezaevinde yatmış, sonra bir kıyakla dışarı çıkartılmış Akit gibi bir paçavranın yazarından beklenti içine girmek de gerizekâlılık ama toplum ciddi bir tehlike içinde, bunu da görmek gerekir.
17 Ocak 2012 Salı
Adalet bekleyenler...
Mahkemenin aldığı karara göre ortada "terör örgütü" filan yok.
Terör örgütü üyeleri, ücretsiz ulaşım isteyen gençler!
Terör örgütü üyeleri, hak talep eden sendikacılar!
Terör örgütü üyeleri, ülkenin seçilmiş milletvekilleri!
Terör örgütü üyeleri, kitap yazan yazarlar!
Terör örgütü üyeleri, haber peşinde koşan gazeteciler!
Terör örgütü üyeleri, poşu takan Cihan!
Hrant Dink, bu devletin öldürdüğü ilk aydın, yazar, gazeteci değil, son da olmayacak.
İt sürüsünün üyeleri, ağabeyleri gibi 'kahraman' olarak anılır birkaç seneye, ağızlarından tükürüklerini saça saça "Türkiye seninle gurur duyuyor" çığlıklarıyla omuzlarda taşınır.
Adaleti beklemekle herkes hata yapıyor, sokaklar adaletini kendisi uygulayan zorbalarla, vandallarla dolup taşıyor.
"benim amcam öldürüldü bankaya giderken başından vuruldu alacak derdinden vuran adam 8 yıl verdi adam aynı şekilde tasarlamış ödürmeyi işte adalet ermeni olmak lazım haralde..."
"ya anlamadım adamlar ağırlaştırılmış müebbet aldı idam cezası yok daha ne istiyorsunuz hergün işkence mi yapsınlar. bu ülkede sadece ermeniler mi öldürüldü."
"milyonlarca kişinin tanimadiği bir gazeteci neden bu kadar çok konuşuluyor(veya konuşturuluyoruz).. muhsin yazıcıoğlu bu kadar konuşulmadı"
"kesin ailesi yine ikna olmamıştır"
"bana bir kürt olarak kimse senin kanin pis kan diyemez, ayni sekilde kimse gelipte bir türke senin kanin pis kan diyemez, her koyun kendi bacagindan asilir, kasinani kasimislar."
"birilerini, özellikle ermeni cemaatini memnun etmişs nizdir umarım. genelde cinayet davalarında verilen cezalar incelendiğinde verilen kararın vicdanları acıtacağı, adamına göre ceza müessesesinin sürekli gündemde kalacağı gerçeği ortadadır, sanırım."
Sokaklar şunları düşünen insan görünümlü yaratıklarla dolu. Yazıklar olsun.
Bu ülkede adaletin olduğuna inanan varsa, aptaldır ve aptal kalmaya mahkûm kalacaktır.
16 Ocak 2012 Pazartesi
Panele katılmak, sergi açmak, işemek, sıçmak yasaktır!
Ülkede savcıların pek çoğu kendini aşmış görünüyor. Poşuydu, kitaptı derken Malatya'da Özel Yetkili 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 6 üniversite öğrencisi; "Panele katılmak, 1 Mayıs’ta sergi açmak, bildiri dağıtmak, 8 Mart’a katılmak, yıldızlı bere takmak, mezar ziyaretine gitmek" gibi 'suçlardan' yargılanacak.
Erkin Kocaman, Ayça Kılınç, Yusuf Yılmaz, Uğur Pektaş, Sevcan Göktaş ve Kubilay Uçucu isimli öğrenci arkadaşlarımız, bu suçlardan ötürü 3 Haziran 2011'den bu yana tutuklu. 7 ay olmuş, 7 ay. Suç ne? Panele katılmak. Lan sikerim böyle şey mi olur?
İDDİANEMEDE YER ALAN SUÇLAR
- "Amerika Defol Bu Vatan Bizim-Halk Cephesi" pankartı etrafında basın açıklamasına katılmak.
- AKP Malatya İl Başkanlığı önünde yapılan Tutuklu TAYAD’lılar serbest bırakılsın konulu basın açıklamasına katılmak.
- 19 Aralık 2000 tarihinde cezaevlerine yönelik olarak yapılan “Hayata Dönüş” operasyonlarını protesto amaçlı basın açıklamasına birçok kişinin katılmasını sağlamak.
- İnönü Üniversitesi kampusunda yapılan "Gazi, Beyazıt ve Halepçe Katliamlarını Unutmadık, Unutturmayacağız" adı altında düzenlenen basın açıklamasına katılmak.
- Yasal bir dergi olan ve ülke genelinde dağıtımı ve satışı yapılan bir derginin satışını yapmak.
- Ücretsiz ulaşım istemek için eyleme katılmak.
Üniversite öğrencisi dediğin Ayfon'unu koyar cebine, okula gitmeden önce Starbucks'a uğrar, eline lattesini alır, arkadaşları ile buluşur, biraz futbol geyiği yapar, biraz akşamki dizilerden, filmlerden söz eder, sonra "Yauuuuuv, ülkeyi biz mi kurtaracağız?" diyerek en siyasi yorumunu yapar, sonra 'efendi' gibi okula gider, akşam da arkadaşlarla takılır, biraz twitter, biraz facebook, uykusu gelene kadar da TV karşısında oturur. Al sana mis gibi öğrenci modeli.
Ne lan o öyle, yıldızlı bere takmak. Che misiniz oğlum siz? 8 Mart ne ayrıca!Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlamak erkeği mi düştü. Kutlayacaksan da, al bir kırmızı gül, kız arkadaşına ver, hem sevimlilik tatlılık olsun, hem de günü kutlamış ol.
Ülke zıvanadan çıkalı çok oldu. Memlekette siyasal görüşlü üniversite öğrencisi olmak, cezaevine giriş kartı gibi bir şey oldu. Her tür etkinlik, her tür protesto gösterisi örgütlü suç kapsamına alınıyor.
Fiili bir faşizm yaşanıyor. Üniversite öğrencileri ve gençler özellikle cendere içine alınıyor. Bu genç insanlara boktan profiller çiziliyor. Acun gibi tipler bunun için var. Genç yaşınız da siz de kısa yoldan köşeyi dönebilirsiniz deniyor.
Suç kapsamı darıltıldıkça daraltılıyor. Savcı Beylerin (!) keyfiyetine bağlı olarak haklarında dava açılıyor. İşin boku çıktı, "Panele katılmak, sergi açmak" bile suç olmaya başladı.
Herkes kafasını başka tarafa çeviriyor, kimse şu olan bitenle ilgilenmiyor. Yarın bir açıklama yapılsa ve "Ülkenin resmi ideolojisi Totalitarizm"dir dense, herkes "Oğlum biz zaten senelerdir Totalitarizm'i benimsemiştik" der.
Ülkede 30 sene önce yüzde 91'le darbeye evet diyen halk, 30 yılda darbe karşıtı oldu. Şu olayı "Şartlar öyle gelişti" diyerek, savunabilmek mümkün mü?
Nasıl iğrenç, nasıl boktan bir tavırdır bu. Bunların hocası da, 12 Eylül'de generallere alkış tutup, faşisti ayakta alkışlayıp, o referanduma 'evet' denmesi için götünü yırtmıştır. Sonra bir baktık ki, bunlar "darbe mağduru" olmuş.
Gencecik çocukların hayatlarını çalıyorlar. Aylarca, yıllarca cezaevine tıkıyorlar. Artık cezaevleri yetmiyor, yenileri yapılıyor. Gelişmişliğe bak sen, dev adalet sarayları ve dev cezaevleri projeleri.
Bu orospu çocuklarına küfür bile etmemek lazım. Orospu çocuğu küfür değil, bunların sıfatı, o yüzden rahatlıkla kullanıyorum.
Not: Lan oğlum, bak birkaç tane köşe yazarı var, isminizi vermiyorum, yazılar bende saklı, küfürleri çıkartıp kelime kelime yazıyorsunuz. Sizi de sikerim.
15 Ocak 2012 Pazar
Bu vatana nasıl kıydılar?
BU VATANA NASIL KIYDILAR?
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
İyi ki bu topraklarda yaşamışsın Usta.
14 Ocak 2012 Cumartesi
Antu kafasında maç analizi
Oğlum bu lig başından belli söyleyeyim. Her hafta rakip kırmızı kart mı görür amına koyayım? Bu ne lan böyle! Herifler kiminle oynasa maçı 10 kişi tamamlayamıyor. Ayrıca öyle kırmızı kart mı olur.
Ne değişti geçen yıldan bu yana da, sihirli değnek değmiş gibi birden böyle 4-5 atmaya başlatılar. Ligi 3 Temmuz'da planladılar. Önce ligin altını üstüne getirdiler. Yok şikeymiş, yok teşvikmiş! Anamızın ak sütü gibi helal olan şampiyonluğu lekelemeye çalıştılar. Sonra şu Şampiyonlar Ligi işi çıkınca, yıldız oyuncularımızı satmak zorunda kaldık. Zaten Platini denen ibne de kesin Galatasaraylı. Fransız tohumu değil mi lan o amk evladı!
Lig başladı Bünyamin Gezer'e yani adam gibi adama düdük astırdılar. Tabii abii, herifler bu lobi işlerini acayip yapıyor. İbne cincon. Hatırlasana lige nasıl başladık, o kenetlenmişlik ruhuyla, nasıl çatır çatır çatır futbol oynuyorduk. Nelerle savaştık oğlum nelerle? Darağacına çıktık da, son sözümüz ne oldu hatırla.
Baktılar bizi böyle de durduramıyorlar, başladılar hakemleri ince ince işlemeye. 'Kocaman' yürekli adamı bile çileden çıkarttılar. O beyefendi adam ne dedi lan, ne dedi!!! "Sivas maçıyla başlayan, ufak ufak hani 'ince ince yasemince' derler ya, böyle bir durum var. Bir budama var. Güç dengeleri değişti. Bu güç kaybını da hakemlerin iyi aldığını düşünüyorum. Çok net söylüyorum, güç dengeleri değişti."
Bugünkü maça bak oğlum.
Rakibin antrenörü kim: Bülent Korkmaz
Kalecisi kim: Orkun Uşak
Orta sahada kim var: Mustafa Sarp
Cernat nereli: Romen
Defanstaki Anıl nereden yetişme: Galatasaray
Kırmızı kart gören Mabiala nereli: Fransız.
Şunların arasındaki bağlantıyı yapayım mı? Bülent Korkmaz Galatasaray'ın kestane kaptanı, Orkun Uşak cincon'da oynadı, Mustafa Sarp dersen maaşallah 2 maça bir Galatasaray'a karşı oynayacak, hikâyeden gol de atıyor ki kimse anlamasın diye.
Önce Adnan Sezgin'i gönderdiler Samsun'a bu Mustafa Sarp'ı oraya aldırdılar, oradaki görevini tamamladı, geldi Karabük'teki görevi için. Samsun'dan bunu gönderen kim? O da Adnan Sezgin. İbneler Bizans gibi içeriden çalışıyor.
Cernat Romen. Hagi'yle onu bağlamışlardır o işi. Mabiala zaten Fransız, bunların tohumu Fransız.
Rakipler bize geldi mi taş gibi oynar, bunlar karşısında komik komik hatalar yapıyorlar. Samsun maçında gördük işte, devre arası gitmiştir soyunma odasına çuvalla para.
İki sezondur yatan Nonoş, birden gol atmaya başlıyor. Yaaaav bırakın, yemeyin bizi.
İstanbul Büyükşehir Belediye'yle oynuyorlar, hocaları Arif Erdem. Bu da mı tesadüf oğlum, bu da mı? Neler olup bitiyor bir kafanızı çalıştırın.
Lan zaten bunlar Türkiye'ye şikeyi öğreten kulüp. Sonra bize bok atıyorlar. Eziktaş zaten sesini çıkartmıyor, susup kaldılar.
Her şey önceden belli oldu. Hakan Şükür'ü milletvekili yaptılar. Erdoğan Bayraktar, bunların kulüp üyesi. Daha neler sayarım neler.
Sonra Galatasaray 2012'de 4'ten aşağı atmıyormuş da, rakiplerini yeniyormuş da. Kime anlatıyorsunuz oğlum kime? Bırakın bu işleri artık. Sikerim böyle ligi, boşuna oynuyoruz, takımı ligden çekelim, 6saray, 8taş ve Hamsiler oynasın. Biz de şerefimizle takımı ligden çekelim.
Not: Her hafta kazanınca değişiklik olsun dedim, küfretmeyin lan sakın.
Ne değişti geçen yıldan bu yana da, sihirli değnek değmiş gibi birden böyle 4-5 atmaya başlatılar. Ligi 3 Temmuz'da planladılar. Önce ligin altını üstüne getirdiler. Yok şikeymiş, yok teşvikmiş! Anamızın ak sütü gibi helal olan şampiyonluğu lekelemeye çalıştılar. Sonra şu Şampiyonlar Ligi işi çıkınca, yıldız oyuncularımızı satmak zorunda kaldık. Zaten Platini denen ibne de kesin Galatasaraylı. Fransız tohumu değil mi lan o amk evladı!
Lig başladı Bünyamin Gezer'e yani adam gibi adama düdük astırdılar. Tabii abii, herifler bu lobi işlerini acayip yapıyor. İbne cincon. Hatırlasana lige nasıl başladık, o kenetlenmişlik ruhuyla, nasıl çatır çatır çatır futbol oynuyorduk. Nelerle savaştık oğlum nelerle? Darağacına çıktık da, son sözümüz ne oldu hatırla.
Baktılar bizi böyle de durduramıyorlar, başladılar hakemleri ince ince işlemeye. 'Kocaman' yürekli adamı bile çileden çıkarttılar. O beyefendi adam ne dedi lan, ne dedi!!! "Sivas maçıyla başlayan, ufak ufak hani 'ince ince yasemince' derler ya, böyle bir durum var. Bir budama var. Güç dengeleri değişti. Bu güç kaybını da hakemlerin iyi aldığını düşünüyorum. Çok net söylüyorum, güç dengeleri değişti."
Bugünkü maça bak oğlum.
Rakibin antrenörü kim: Bülent Korkmaz
Kalecisi kim: Orkun Uşak
Orta sahada kim var: Mustafa Sarp
Cernat nereli: Romen
Defanstaki Anıl nereden yetişme: Galatasaray
Kırmızı kart gören Mabiala nereli: Fransız.
Şunların arasındaki bağlantıyı yapayım mı? Bülent Korkmaz Galatasaray'ın kestane kaptanı, Orkun Uşak cincon'da oynadı, Mustafa Sarp dersen maaşallah 2 maça bir Galatasaray'a karşı oynayacak, hikâyeden gol de atıyor ki kimse anlamasın diye.
Önce Adnan Sezgin'i gönderdiler Samsun'a bu Mustafa Sarp'ı oraya aldırdılar, oradaki görevini tamamladı, geldi Karabük'teki görevi için. Samsun'dan bunu gönderen kim? O da Adnan Sezgin. İbneler Bizans gibi içeriden çalışıyor.
Cernat Romen. Hagi'yle onu bağlamışlardır o işi. Mabiala zaten Fransız, bunların tohumu Fransız.
Rakipler bize geldi mi taş gibi oynar, bunlar karşısında komik komik hatalar yapıyorlar. Samsun maçında gördük işte, devre arası gitmiştir soyunma odasına çuvalla para.
İki sezondur yatan Nonoş, birden gol atmaya başlıyor. Yaaaav bırakın, yemeyin bizi.
İstanbul Büyükşehir Belediye'yle oynuyorlar, hocaları Arif Erdem. Bu da mı tesadüf oğlum, bu da mı? Neler olup bitiyor bir kafanızı çalıştırın.
Lan zaten bunlar Türkiye'ye şikeyi öğreten kulüp. Sonra bize bok atıyorlar. Eziktaş zaten sesini çıkartmıyor, susup kaldılar.
Her şey önceden belli oldu. Hakan Şükür'ü milletvekili yaptılar. Erdoğan Bayraktar, bunların kulüp üyesi. Daha neler sayarım neler.
Sonra Galatasaray 2012'de 4'ten aşağı atmıyormuş da, rakiplerini yeniyormuş da. Kime anlatıyorsunuz oğlum kime? Bırakın bu işleri artık. Sikerim böyle ligi, boşuna oynuyoruz, takımı ligden çekelim, 6saray, 8taş ve Hamsiler oynasın. Biz de şerefimizle takımı ligden çekelim.
Not: Her hafta kazanınca değişiklik olsun dedim, küfretmeyin lan sakın.
8 Ocak 2012 Pazar
İnancın adı Metin Göktepe
15 yıl önce Metin Göktepe'yi öldüren polisler, bu denli 'gümbürtü' kopmasını beklemiyordu muhtemelen. Onlar için Evrensel gibi bir gazetenin muhabiriydi. Günde 7 bin satan, sesinin çok fazla çıkmadığını düşündükleri. O yüzdendir ki, aynı gün Cumhuriyet gazetesi muhabirini gözaltına alırken, oradaki polislerden biri "Bu Cumhuriyet'ten, başımıza iş alırız. Bırakın" diye, Cumhuriyet muhabirini gözaltına almamıştı.
Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutuklu cenazelerini izlemek için Alibeyköy'e gittiğinde 28 yaşındaydı. Gazeteci olmasına karşın, ilçeye girişine izin verilmedi. Mesleki refleksle, ısrar etti, orada olmak, birkaç kare fotoğraf çekmek, olup bitenleri yazmak zorundaydı.
Metin'i gözaltına aldılar. Acaba coplarla kaç kez vurdular? Kaç dakika boyunca, çevresini saran polislerin cop darbelerine maruz kaldı?
Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda kendinden geçinceye kadar Metin'e vurdular. Sonra da cansız bedenini bir büfe yanına bıraktılar.
Sonrası mı?
Sonrası aşağılık yalanlarla örüldü. "Gözaltına aldık ama bıraktık. Çay bahçesinde sandalyeden düştü" dediler. Bu boktan yalana, herkesin inanmasını beklediler. Paniğe kapılan devlet, dönemin İstanbul Valisi Orhan Taşanlar aracılığıyla yalanın ucuna yalan ekledi ve "Gözaltına alınanlar arasında Metin Göktepe'nin olmadığın kamera görüntülerinen tespit edildi. İsmi de, gözaltı listesinde yok" dediler.
Bu yalanı daha fazla sürdüremediler ve bu kez "Duvardan düştü" yalanına insanların inanmasını beklediler.
Sürece bakar mısınız? Devlet seri halde yalan söylüyor, her açıklamada bir önceki yalanlarını yalanlayıp, başka yalanlarla vakit kazanmaya çalışıyorlar. Yapılan şey ne kadar aşağılıksa, şu süreç en az onun kadar aşağılıktı.
Sonra dava süreci başladı. Davayı ilden ile kaçırdılar, insanların takip etmesini engellemek için. Çünkü bir grup insan, Metin Göktepe'nin ölümünün peşini bırakmadı.
Dava sürdükçe sürdü, 6 polis 2 yıla yakın bir ceza aldı. Fakat Metin Göktepe davası herkese şunu gösterdi; yılmadan, yıkılmadan, örgütlü mücadeleyle sonuç alınabileceğini gösterdi.
Metin Göktepe, kendisinden önce ve sonra öldürülen gazeteciler için herkese ışık tuttu. Devlet ilk kez yaptığını kabullenmek zorunda kaldı.
Metin'in ölümü, devletin, o döneme kadar yaptığı ve üstünü kapattığı yalanları su yüzüne çıkarttı. "Duvardan düştü, sandalyeden düştü" gibi aşağılık yalanlara kimseyi inandıramayacağını anladı.
Gerçeğin peşinden giden Metin Göktepe, gerçeğin peşinden gidenlere yolu ne kadar sarp da olsa bir sonuç alınabileceğini gösterdi.
Bugün geldiğimiz noktada, artık gazetecileri öldürmek yerine, cezaevlerine atıyorlar. Mesleklerinin gereğini yerine getiremeyecek noktaya getirilen gazeteciler, ilkokul öğrencisi gibi azarlanıyor, işlerini nasıl yapmaları gerektiği yönetenler tarafından tarif ediliyor, uymayanlar tek kişilik hücrelerle, yargılaması bitmeyen davalarla, tutukluluk halleriyle 'terbiye' edilmeye çalışılıyor.
Cezaevleriyle tanıştırılmayanlar ise mesleklerini yapamaz duruma getirilip, patronlar tarafından işlerine son veriliyor.
Susanlar ve susmayanlar arasında tenis maçına benzer bir oyun var. Susanlar ayın 1'inde ATM'lere kartlarını sokup, maaşlarını çekerken, susmayanlar ise KCK, Ergenekon, Oda TV gibi davalarda süründürülüyor.
Aylardan Ocak, günlerden 8 Ocak, yıl 2012.
Metin Göktepe'nin öldürülmesinin ardından tam tamına 16 yıl geçti. Daha 'demokratik Türkiye'de gazetecileri yine sokak ortasında öldürüyorlar, demir parmaklıklar ardına gönderiyorlar, işten çıkartma korkusuyla ehlileştiriyorlar.
Metin Göktepe bugün yaşıyor olsaydı, yine inandıklarının peşine takılırdı. Belki KCK'den, belki Ergenekon'dan içeriye alınmıştı bile. Birkaç kişi dışında kimse ismini bilmeyecekti, tanımayacaktı, ne iş yaptığından bihaber olacaktı.
Metin her yönüyle çok şey öğretti bize; inanç, korkusuzluk, örgütlü mücadele, her türden baskıya dayanmak, ucunda ölüm olsa da gerçeğin peşinden gitmek.
İnsanları ölümle tanımadığımız, gazetecilerin mesleklerini özgürce, korkusuzca yapabildiği, cezaevleriyle tanıştırılmadığı bir ülkede yaşama umudumuzu korumak lazım.
7 Ocak 2012 Cumartesi
Sabri'de devre 4'te biter
İlginç maç oldu, Sabri oynadığı ve oynamadığı süre içinde maça damgasını vurdu. Sabri'li ilk yarıyı 2-0 geride kapatıp, Sabri'siz ikinci yarıyı 4-2 kazandık. Bütün sorumluluğu Sabri'nin üstüne de yıkmak hoş değil elbet. Uzun süredir oynamıyordu ve hazır değildi. Adam bir de memleketinde deplasmana çıkmış, başında kavak yelleri esiyordur. İkinci golde havada o yelleri arıyor hali vardı. Bordeaux maçında attığı golün hatrına kıyak yapın.
Bazen insan beklemediği cümleler kuruyor, birazdan yazacağım da o türden. Maçı Fatih Terim'in 3 net ve doğru hamlesi 4'e getirdi. Sabri'ye bok atıyoruz da, Melo ve Engin çok mu iyiydi? İkisi de orta alanda döküldü, Samsunspor ilk yarıda bu iki arkadaş sayesinde, Galatasaray orta sahasında Ukrayna'ya vizesiz geçiş yapan Türk genci gibiydi. Her atılan topta 18'e kadar geldiler.
Ehh artık o noktadan sonra da, bırakın da savunmada hata yapılsın. Top oraya gelene kadar, kaç hata birbirine zincirleme eklenmiş, biz en son Sabri'yi görüyoruz. Sabri'yi savunmak adına söylemiyorum ama önümüzdeki görüntü buydu.
Terim'in ikinci yarıda Sabri'yi oyundan çıkartıp, Melo'yu savunmaya kaydırması ve Ujfaluši'yi sağa çekmesi Semih'in erken golüyle birleşince, iki doğru hamle daha yaparak Servet ve Sercan'ı oyuna aldı. O noktada tabii Samsunspor'un ilk yarı bitiminde yapması gereken orta alanı güçlendirmekti. En azından beraberlik kopartabilirlerdi ancak çok geç kaldı ve 2-2'de yaptı o hamleyi.
Sezon başından bu yana yırtınıyorum, yırtınmaya da devam edeceğim. Galatasaray'ın golcüden önce bir orta alan oyuncusuna ihtiyacı var. Engin'in takım içinde garip bir negatif elektiriği var. Sahada şamar oğlanı gibi gelen azarlıyor, giden azarlıyor.
Bu negatiflik dışında, Engin ancak rotasyonda kullanılabilecek bir oyuncu, o bölgede en az Selçuk kadar efektiflik katabilecek birine ihtiyaç var. Sezon başından beri orta alanda her çeşit varyasyon denendi, Engin sadece idare edebilir durumda görünüyor. Yapılabilecek nokta transferle, çok daha ürkütücü bir hal alabilir bu takım.
Fatih Terim'e bir parantez açmak gerekir. Maçın başında ciddi bir hata yaptı fakat takıntılı teknik direktörler gibi 'dediğim dedik, çaldığım düdük' şeklinde davranmadı. Bunu söylemek biraz salakça ama Sabri'yle çıkılacak 2. yarı çok boktan sonuçlar doğurabilirdi.
Teknik direktörler genelde hata yaptıklarını kabul etmez. Hata kabul etmek ciddi bir erdemdir, hele hele egoları bu denli gelişkin bir meslekte daha da önem kazanıyor. O yüzden alınan 3 puanda ciddi bir payı olduğunu söylemek gerekir.
2-0'dan 4-2'ye maç çevirmenin bir başka özelliği de, bundan sonra oynanacak rakiplere gönderilen mesajdır. Futbol dediğin oyunda psikolojinin yadsınamayacak bir yeri var. Şu günkü skor, pek çok rakip için de, sevimsiz gelecektir. Sahaya çıkan takım, biraz daha boynu bükük olacaktır. Ve tabii ki, takım için de ciddi bir güven anlamına geliyor.
Ne yalan söyleyeyim puan kaybı beklediğim bir haftaydı. Devre 2-0 bitince en fazla 2-2 olur diye düşündüm ama Sabri gibi bir faktörü gözardı ederek, eşeklik ettim. Tek başına maçın skorunu belirledi. Bu da ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösteriyor.
Küfretmeyin lan, taşak geçmiyorum ama adamı tek başına da günah keçisi yapmamak lazım. Her şeyin seri halde bokunu çıkartıyoruz, adamı o hale getirmenin anlamı yok.
Turgay Şeren gibi konuşmak geliyor lan ara sıra; "Sabri'yi severim iyi çocuktur ama kendisine dikkat etsin. Artık forma aslanın ağzında değil midesinde. Muslera da iyi kaleci ama iki top geldi ikisini de yedi. Selçuk'a da aferin yine sahada basmadık yer bırakmadı. Aferin Fatih, hatandan çabuk döndün."
Bir de Semih gol attı ya, acayip ötesi sevindim. Oğlu gol atmış baba sevinci yaşadım. O denli gururlu, o denli mutlu. Aslanımsın sen benim..
İyidir iyi, kazanmak güzel, deplasmanda kazanmak şahane, 2-0'dan 4-2 maç kazanmak fantastik.
6 Ocak 2012 Cuma
Bok çukuru
Dün elim gitmedi yazmaya çünkü salt küfürden oluşan bir yazı olmasını istemedim. Bu demek değildir ki, küfür olmayacak. Şöyle bir durumda kimse benden "Ay iğrenç" filan dememi bekmelemesin mümkünse.
Yazının gelişiminde, bazılarının hoşuna gitmeyecek ifadeler okuyacaksınız. Beynimdekini saklayacak değilim, düşündüklerimdir hepsi, o yüzden dini hassasiyetleri olan yazıya hiç başlamasın bile.
Bolu'nun Mudurnu ilçesinde 8 aylık hamile 11 yaşında Z.Ç. isimli bir kız çocuğu fenalaşarak hastaneye kaldırılıyor. Doktorlar, çocukcağızın hastanede kalması gerektiğini söylüyor ancak birlikte olduğu adam, kızı yanına alarak hastaneden ayrılıyor. Bu tip durumlarda işlem yapılması gerekirken, hiçbir şey yapılmadan çocuğu alıp çekip gidiyor.
Bazı durumlar ve bazı olaylar neresinden tutarsan tut, elinde kalır cinsten oluyor. Tıpkı şu rezalette yaşandığı gibi.
Bu çocukla birlikte olan pezevenk, kızı bir yıl önce Ağrı'dan getiriyor. Demek oluyor ki, bu kız aleni olarak ailesi tarafından satılmış. Kızı Bolu'ya getiriyor, imamın karşısına geçiriyor. İmam da bir güzel 'nikâh' kıyıyor.
Öncelikle 10 yaşındaki çocuğa nikâh kıyan imamın gelmişi, geçmişi, soyu, sopu, şahsiyeti, kişiliği ne varsa hepsinin ta dibine sokayım. Ulan orospunun evladı, karşına çocuk gelmiş, hiç mi vicdanın sızlamaz, hiç mi için kıyılmaz? Bu nasıl bir iman anlayışı, bu nasıl insanlık lan!
Haaa ama o imamın peygamberinin eşlerinden biri de 9 yaşındadır. Onu bir tarafa yazmak lazım. İmam denen götverenin mantığına göre 10, 9'dan büyük oluyor. Bu da, evlendirilebilir anlamına geliyor değil mi?
Şimdi bu hadiseyi yazarken, Ahzab Suresi'ni konuşmamak ve şuraya yazmamak ayıp olur. Önce bir onları yazalım.
Ahzab 50'de ne diyor önce ona bakalım: "50. Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
51'de ne diyor ona da bakalım: "Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. Sırasını geri bıraktığın kadınlardan dilediğini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Onların gözleri aydın olup üzülmemelerine ve kendilerine verdiğin ile hepsinin hoşnut olmalarına en elverişli olan budur. Allah kalblerinizdekini bilir. Allah her şeyi bilir ve yumuşak davranır."
Devam edelim ve 52'ye de bakalım: "Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Allah her şeye gözcü bulunuyor."
Bu üç ayetten hareketle. Herkes kendi istediğini anlar ve kendi istediği noktanın üstüne vurgu yapar. Yekten peygambere saldırmak isteyen "Baba ya, tüm mümineler peygambere helal kılınmıştır" der. Bu saldırıya yanıt veren Müslüman da, "Lan oğlum parça parça okumayın. İçinden cımbızlamayın. Peygambere muhayyer (seçmece karpuzdur bu, bildiğin seçme anlamındadır) kılınan 9 eşten başka kadınlar helal değildir" diye savunur.
Hocam bak şimdi, 9 tane hatun almışsın, biri de 9 yaşında, sonra diyeceksin ki, "9 eşi dışındaki kadınlar helal değildir" diye savunacaksın. Bırak 9 kadınla evlenmeyi, saklambaç oynasak, sen 9'a kadar saysan ben uzaya çıkarım. 9 kadından ötesi de caiz olsaydı bari. Böyle savunma mı olur lan?
Ayşe'nin 9 yaşında evlendirilmediği de savunmalar arasındadır. 9 değil 18 yaşında evlendirildiği ve zifaf yaşadığı söylenir. Peki hocam, 9 yaşındaki bir çocuğu korumak kollamak için yanına alıyorsun. Kendi çocuğun yaşında bir kızı büyüyüp, serpilmesini bekliyorsun ve 18'ine geldiğinde de nokta atışını yapıyorsun. Bu nasıl bir mantık lan. Yanına evlatlık gibi çocuk alacaksın, yedirip, içirip, büyümesini bekleyip, sonra koynuna alacaksın. 9 yaşında evlenmesin de 18'inde evlensin. Bu savunma doğru mu kılıyor her şeyi?
Şu Mudurnu'daki olay nedeniyle sağda solda atıp tutan tiplerden bir tanesi, olayın bu yönüne bakmaz. Eleştiremezsin ki, peygamberi ya da söylediklerini. Bu aynı Fransa'da sağda solda alınan soykırım kararı gibi. Birilerinin "soykırım yoktur" deme hakkını elinden alıyorsun. Vardır, yoktur, orasını oturup konuşursun ama bir insana yasaklatamazsın "hayır" deme hakkını.
Böyle yazınca din düşmanı olursun, katlin vacip kıvama gelirsin. Danimarka'da adamın biri karikatür yaptı, hayatını siktiler herifin. Herkes, her şey eleştirilebilir olmalı, Buna dinler de dahildir.
Zaten yapılmıyor mu bu? Elbet yapılıyor. Müslüman din adamı başka dinlere eleştirilerde bulunur ama konu kendi dinine geldi mi "Hoooop dur bakalım" diye seti çekiverir. Eyvallah kutsala dokunmak hoş değildir de, e abi o zaman Budist adamla niye taşak geçiyoruz ya da ineğe tapan insanı niye yerin dibine sokuyoruz, ortam maymunu haline getiriyoruz? İnek o adamın kutsalı, doğru yanlış ama kutsal mı? Kutsal. O zaman yapmayacaksın, hep bana rabbena olmaz hocam.
"Sadece kendi kutsalıma dokunulmaz" diye bir mantık yok. Ayrıca kimse kusura bakmasın da, tartışılmayacak, eleştirilmeyecek hiçbir şey de yok, bu hayatta.
Bana kimse 9 kadınla evlenmenin mantığını anlatamaz. Duldu, muhtaçtı filan bunları geçeceksin. Hadi hepsine eyvallah ama 9 yaşında yanına aldığın bir çocukla birlikte olmanın sağlıklı bir şey olduğunu hiç mi hiç anlatamaz.
Neyse şimdi bugüne dönelim. İmama laf söylüyoruz ya, o küçücük kız çocuğunu evlendirdiği için. Şimdi şunlara bakınca, adama küfür etmek de haksızlık gibi oluyor. Adama göre bir terslik yok bunda.
Evlenen adamdan önce buna izin veren o küçük kız çocuğunun babasının götüne 50'ye 50 kalas sokmak lazım. Bir baba nasıl olur da, 9 yaşındaki kızını, ebesinin amından gelmiş bir adama verir ya da satar? Şunda mantık arayanın mantığını sikeyim. Hiç öyle sosyolojik tahlillere filan girmeyeceğim. "Vay efendim insanları bu duruma getirenler utansın" filan demesin kimse bana.
Son olarak da, bu hadise karşısında, hastanede hiçbir işlem yapmayan adli makamlara seslenmek lazım.
"Memleketin savcısı, hakimi var" diye bir söz vardı eskiden. Haksızlığa uğramış, isyan eden insanlar bu cümleyi sık sık kullanırdı. Artık ne yazık ki, kimsenin ağzından çıkmıyor. Maaşallah herkesin silahı var, herkes kendi adaletini uyguluyor. Çünkü adalet dediğin şey, garip işlemeye başladı.
Bakıyorsun, domuz bağıyla insan öldürenler elini kolunu sallaya sallaya çıkıyor.
Bakıyorsun, katliam yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi sokaklarda dolanıyor.
Bakıyorsun, Hüseyin Üzmez gibi çocuk yaşta kızlara tecavüz eden şeref yoksunları özgürlüğe kavuşuyor.
Bakıyorsun, gazeteciler haklarındaki suçları bile bilmeden cezaevine giriyor.
Bakıyorsun, seçilmiş milletvekilleri 'halkın iradesi' diye kıçını yırtanların iktidarında hapislere tıkılıyor.
Bakıyorsun, evinde 19 tane çakmak bulunan üniversiteli genç, 'hayatın olağan akışına aykırı sayıda çakmak bulundurduğu gerekçesiyle' diye cezaevlerinde çürüyor.
Bakıyorsun, poşu takmış üniversiteli Cihan, 2 yıldan fazla süre içeride tutuluyor.
Bakıyorsun, 3 yıldır toplanamayan deliller için insanlar tutuklu yargılanıyor.
Şu geldiğimiz noktaya bak. Ne kadar küfredersem küfredeyim yine de içimdeki isyanı karşılamıyor. Her şeye alıştırıldık, her şey sıradan hale geldi.
Yarın beni biri evimden alsa, "Bu ibnenin en büyüğüdür, KCK'nin başı, Ergenekon'un kıçı" diye bir suçlamada bulunsalar, hakkımda hiçbir şey bilmeyen insanlar "Vay lan yavşağa bak hem Ulusalcı hem Kürtçü hem ibne" diye atıp tutarlar.
Demokrasi, özgürlük diye diye ülkenin anasını siktiler. Ülkede adalete güven kalmadı, memleketin dört yanından her gün -abartmıyorum- yüzlerce tecavüz haberi yağıyor, eyleme çıkan herkes gözaltına alınıyor, üniversite kitlesine gözdağı vermek için neyle suçlandığını bilmeyen gençler cezaevlerine giriyor, daha şurada sayamayacağım kadar boktan iş yaşanıyor, biz de hepsini oturup izliyoruz.
Şu 10 yaşındaki kızı hamile bırakan puşta kızanlar var ya, bırakın masal anlatmayı. Ülkenin neresinden tutsan elinde kalıyor, hiçbirine ses çıkartmayıp, bir tane götverenin üstüne çullanıyorsunuz. Götü yiyen ona değil de, bu iğrençliğin çıkış noktasına çullanın.
Bugün sen, yarın ben, diğer gün bir başkası... Ülkenin içine düştüğü bok çukurunun haline bakıverin bir zahmet.
4 Ocak 2012 Çarşamba
Sikerler öyle efsaneyi
Bu herifi kaç kez yazdım bilmiyorum. Milyon kez kurduğum cümleyi tekrarlayacağım; "Futbolculuğuna tek bir lafım yok. İzlediğim en iyi futbolculardan biridir."
Yazıyı okurken, bu argümanı aklınıza getirin sürekli. Çünkü bir noktadan sonra "O efsanedir, kimse dil uzatamaz" deniyor. Efsane diye götümüzü sikse, ağzımıza verse sesimizi çıkartmayacağız sanki.
Bu herif milletvekili seçildi. Siyasete atıldı yani. Birtakım gerekçeleri var elbet. Herifin kariyerinden ötürü acayip bir popülaritesi var. Bunu milletvekili yapanlar, bu popülaritenin kaymağını yemişlerdir muhakkak. Tabii bir de hocası var. Kız istemeye bile onay veren, enerji ihalesi filan alırken, kapıların kolay açılmasını sağlayan meşhur Pensilvanya Müftüsü.
Milletvekili oldu, seçilmiş birtakım milletvekilleri cezaevine girdi. Herife soruyorlar, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi konusunda ne söylersiniz? diye. Bizimkisi yanıt veriyor; "Gündemi takip edemedim. Bunun değerlendirmesini bizim büyüklerimiz, bakanlarımız, tecrübeli büyüklerimiz yapıyordur. Ben bu konuda henüz erken olduğu için bir şey söylemek istemiyorum."
Hadi hayvanlık bizde kalsın, bu konudan eleştirdiğimizden ötürü, konuya hakim olmayabilir, taze vekil diye bunu unutalım.
Ulan, Türkiye'yi yerinden oynatan bir şike hadisesi yaşandı. Bu olaydan ötürü TBMM'de Şike Yasası görüşüldü. Arkadaş, futbolun içinden gelmişsin, bu olayları yüzde yüz yaşamışsın, şahit olmuşsun çık bir kelime konuş. Konuyla alakalı, alakasız her partiden insan konuştu. Bizim vefa manyağı, efsane futbolcu, taze milletvekili konuyla ilgili tek açıklama yapmadı.
Birader bu konu hakkında yorum yapmayacaksan hangi konu hakkında yorum yapacaksın merak ediyorum. Sporun, futbolun içinden gelmiş bir adam başka hangi konuda konuşabilir ki!
Milletvekili olmadan önce TRT'de yorumculuk yapıyordu. Aylık 56 bin TL kazanıyordu. Bir yıl için kazandığı para 728 bin TL'ydi. Bıraktın bu işi milletvekili oldun.
Milletvekilliği yetmedi. Sorulan sorulara, bir tek "Bilmiyorum", "O konuya çalışmadım", "Akşam elektrikler kesildi" şu yanıtları vermedi.
Birader, sen futbolcuyken, çatır çatır mesaj vermiyor muydun? "Kutlu Doğum Haftası'na yakışır derbiler" dilemiyor muydun? Her konuda lafın yok muydu? Al sana top, al sana zemin. TBMM'den başka yer mi bulacaksın konuşacak, edecek. Ne oldu? Dilin içeri mi kaçtı da, tek bir yorum bile yapamadın "Üzüldüm", "Keşke olmasaydı"dan başka.
Aradan zaman geçti, eleman bu kez Lig TV'yle sözleşmi imzaladı yorumculuk için. Bu görev için aylık 150 bin TL alacak. Ya küfür etmek istemiyorum ama ebenin amı dememek için de kendimi zor tutuyorum yeminle.
Bu nasıl bir açgözlülük, bu nasıl bir maymun iştahlılık, bu nasıl bir doymazlıktır.
Hayatının belli bir döneminden sonra insanlara, öğütler veren, sevgi tomurcuğu modelini alan adam, futboldan milyon dolarlar kazanıyor yetmiyor, TRT'de yorumculuk yapıyor yetmiyor, enerji ihalesi alıyor yetmiyor, Meclis'e giriyor yetmiyor ve sonunda aylık 150 bin TL'ye Lig TV'ye yorumcu oluyor. Yeter mi? Yetmez amına koyayım yetmez. Bu da yetmez, bu da kesmez kralı.
Ben böyle diyorum ya, tonla adam küfür edecek, "Kral Hakan Şükür, seni çekemeyen, bütün ibnelerin suratına tükür" filan yazacaklar. Lan; hadi ben ibneliği kabullendim, hadi kendisini çekemiyorum da ama suratıma tükürmesi için taşaklarının fil kadar olması lazım. Şu kadar olaya rağmen çıkıp bir de eleştirenlerin yüzüne tükürecek. Ama bu ülke öyledir, yüzüne tükürülecek adamlar, yüzüne tükürür.
Oğlum azıcık samimi olun lan. "Biz dini hassasiyetlerinden ötürü, Pensilvanyalı Amca'dan olduğu için seviyorum" deyin. Yok futbolmuş, yok golmüş. Kimi yiyorsunuz!
Taraftarlık denen olgu bu yüzden gereğinden fazla boktan oluyor. Herif Galatasaraylı diye ne yapsa savunacağız sanki. Nesini savunayım bu herifin, neresinden tutup da savunayım. Gol attığı, şampiyonluklarda imzası olduğu için 'eyvallah' mı diyeceğiz her şeye.
Benim için dünyanın en bok adamı, senin için kıymetliyse öyle düşünmeye devam et. Kimsenin fikrini değiştirmek gibi bir niyetim yok ancak kendi fikrimi de ifade ediyorum işte.
Herifin yaptığı bir tane iş, elle tutulmuyor. Dokuz sülalesine yetecek dünyalığı yapıp, bir adam doymuyorsa, kimse bana onun iyi, güzel, dürüst, namuslu bir adam olduğunu anlatmasın.
Bu fikriyattaki heriflerin alayı zaten böyle. Konuşurken, hoşgörü, iyi niyet, karşılıklı sevgi, saygı zart zurt ama iş akçeli işe gelince yemedikleri nane kalmıyor. Bunların hepsi ağızlarından neyi düşürmüyorsa, bil ki, o değerlerin eksikliğini çekiyordur.
Kimse kusura bakmasın da, sikerler böyle efsaneyi. Benim efsanem değil, olmadı, olamaz, olamayacak da. Kim istiyorsa alsın evinin baş köşesine buyur etsin efsane olarak.
Bir de arkadaş, o bantla mı doğdun amına koyayım!
Yazıyı okurken, bu argümanı aklınıza getirin sürekli. Çünkü bir noktadan sonra "O efsanedir, kimse dil uzatamaz" deniyor. Efsane diye götümüzü sikse, ağzımıza verse sesimizi çıkartmayacağız sanki.
Bu herif milletvekili seçildi. Siyasete atıldı yani. Birtakım gerekçeleri var elbet. Herifin kariyerinden ötürü acayip bir popülaritesi var. Bunu milletvekili yapanlar, bu popülaritenin kaymağını yemişlerdir muhakkak. Tabii bir de hocası var. Kız istemeye bile onay veren, enerji ihalesi filan alırken, kapıların kolay açılmasını sağlayan meşhur Pensilvanya Müftüsü.
Milletvekili oldu, seçilmiş birtakım milletvekilleri cezaevine girdi. Herife soruyorlar, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi konusunda ne söylersiniz? diye. Bizimkisi yanıt veriyor; "Gündemi takip edemedim. Bunun değerlendirmesini bizim büyüklerimiz, bakanlarımız, tecrübeli büyüklerimiz yapıyordur. Ben bu konuda henüz erken olduğu için bir şey söylemek istemiyorum."
Hadi hayvanlık bizde kalsın, bu konudan eleştirdiğimizden ötürü, konuya hakim olmayabilir, taze vekil diye bunu unutalım.
Ulan, Türkiye'yi yerinden oynatan bir şike hadisesi yaşandı. Bu olaydan ötürü TBMM'de Şike Yasası görüşüldü. Arkadaş, futbolun içinden gelmişsin, bu olayları yüzde yüz yaşamışsın, şahit olmuşsun çık bir kelime konuş. Konuyla alakalı, alakasız her partiden insan konuştu. Bizim vefa manyağı, efsane futbolcu, taze milletvekili konuyla ilgili tek açıklama yapmadı.
Birader bu konu hakkında yorum yapmayacaksan hangi konu hakkında yorum yapacaksın merak ediyorum. Sporun, futbolun içinden gelmiş bir adam başka hangi konuda konuşabilir ki!
Milletvekili olmadan önce TRT'de yorumculuk yapıyordu. Aylık 56 bin TL kazanıyordu. Bir yıl için kazandığı para 728 bin TL'ydi. Bıraktın bu işi milletvekili oldun.
Milletvekilliği yetmedi. Sorulan sorulara, bir tek "Bilmiyorum", "O konuya çalışmadım", "Akşam elektrikler kesildi" şu yanıtları vermedi.
Birader, sen futbolcuyken, çatır çatır mesaj vermiyor muydun? "Kutlu Doğum Haftası'na yakışır derbiler" dilemiyor muydun? Her konuda lafın yok muydu? Al sana top, al sana zemin. TBMM'den başka yer mi bulacaksın konuşacak, edecek. Ne oldu? Dilin içeri mi kaçtı da, tek bir yorum bile yapamadın "Üzüldüm", "Keşke olmasaydı"dan başka.
Aradan zaman geçti, eleman bu kez Lig TV'yle sözleşmi imzaladı yorumculuk için. Bu görev için aylık 150 bin TL alacak. Ya küfür etmek istemiyorum ama ebenin amı dememek için de kendimi zor tutuyorum yeminle.
Bu nasıl bir açgözlülük, bu nasıl bir maymun iştahlılık, bu nasıl bir doymazlıktır.
Hayatının belli bir döneminden sonra insanlara, öğütler veren, sevgi tomurcuğu modelini alan adam, futboldan milyon dolarlar kazanıyor yetmiyor, TRT'de yorumculuk yapıyor yetmiyor, enerji ihalesi alıyor yetmiyor, Meclis'e giriyor yetmiyor ve sonunda aylık 150 bin TL'ye Lig TV'ye yorumcu oluyor. Yeter mi? Yetmez amına koyayım yetmez. Bu da yetmez, bu da kesmez kralı.
Ben böyle diyorum ya, tonla adam küfür edecek, "Kral Hakan Şükür, seni çekemeyen, bütün ibnelerin suratına tükür" filan yazacaklar. Lan; hadi ben ibneliği kabullendim, hadi kendisini çekemiyorum da ama suratıma tükürmesi için taşaklarının fil kadar olması lazım. Şu kadar olaya rağmen çıkıp bir de eleştirenlerin yüzüne tükürecek. Ama bu ülke öyledir, yüzüne tükürülecek adamlar, yüzüne tükürür.
Oğlum azıcık samimi olun lan. "Biz dini hassasiyetlerinden ötürü, Pensilvanyalı Amca'dan olduğu için seviyorum" deyin. Yok futbolmuş, yok golmüş. Kimi yiyorsunuz!
Taraftarlık denen olgu bu yüzden gereğinden fazla boktan oluyor. Herif Galatasaraylı diye ne yapsa savunacağız sanki. Nesini savunayım bu herifin, neresinden tutup da savunayım. Gol attığı, şampiyonluklarda imzası olduğu için 'eyvallah' mı diyeceğiz her şeye.
Benim için dünyanın en bok adamı, senin için kıymetliyse öyle düşünmeye devam et. Kimsenin fikrini değiştirmek gibi bir niyetim yok ancak kendi fikrimi de ifade ediyorum işte.
Herifin yaptığı bir tane iş, elle tutulmuyor. Dokuz sülalesine yetecek dünyalığı yapıp, bir adam doymuyorsa, kimse bana onun iyi, güzel, dürüst, namuslu bir adam olduğunu anlatmasın.
Bu fikriyattaki heriflerin alayı zaten böyle. Konuşurken, hoşgörü, iyi niyet, karşılıklı sevgi, saygı zart zurt ama iş akçeli işe gelince yemedikleri nane kalmıyor. Bunların hepsi ağızlarından neyi düşürmüyorsa, bil ki, o değerlerin eksikliğini çekiyordur.
Kimse kusura bakmasın da, sikerler böyle efsaneyi. Benim efsanem değil, olmadı, olamaz, olamayacak da. Kim istiyorsa alsın evinin baş köşesine buyur etsin efsane olarak.
Bir de arkadaş, o bantla mı doğdun amına koyayım!
3 Ocak 2012 Salı
Papaza bağlanan maç yazısı
Ligin ne başladığını anladık, ne devre arasını, ne de ikinci yarısını. Oyuncuya bağlı futboldan oldum olası hazzetmemişimdir, o yüzden Melo yoksa yerine oynayacak adamın, takımda sırıtmaması lazım. Ama ne yazık ki, Webo'nun kırmızı kartına kadar, özellikle defansif açıdan Melo'nun olmaması kendini fazla belli etti.
Emre Çolak biri fantastik, diğeri rakip yardımıyla 2 gol attı ve maçın adamı oldu. Ne yalan söyleyeyim, kendisinden ümidimi çoktan kesmiştim. Saha içindeki tavırları, durağan futboluyla en fazla kadro rotasyonunda yer alabileceğini düşünüyordum.
Fenerbahçe maçında formayı sırtına geçirmesiyle yavaş yavaş ritm tuttu, bugün attığı goller dışında, rakibin 10 kişi kalmasıyla orta sahada dağıttığı ve kaptığı toplarla alkışı hak etti.
Ama işte sütten ağzı yanmış, yoğurdu üfleyerek yemeye alıştığımdan, "Helal aslanım" diyemiyorum. Yoksa altyapıdan çıkmış, sahada top oynayan adamlara muhtaç olduğumuzu gayet iyi biliyorum. Yine de, bugünkü oyunuyla ışığı verdi. Umuyorum tünelin içinde kaybolan cinslerden değildir.
Galatasaray'ın temel sorunu kanat oyuncuları. Kazım'ın maç genelinde sergilediği performans değil de, geldiğin günden bu yana oynadığı futbol, Galatasaray'a çok uygun değil.
Disiplinsiz diye herifin üstüne yüklenmek istemiyorum ama saha içinde insanları delirten özellikleri var. Fenerbahçe maçında vermediği pastan sonra bu maçta da Baros ve Engin'i çıldırtmayı becerdi.
Savruk, kopuk, huzursuz bir profil çiziyor. İşler iyi giderken bunlar çok göze batmaz ama iki istenmeyen sonuçta, kurban oluverir, bunun farkında değil. Farkına varana dek, kendisini önce yedek kulübesi sonra da kulüp dışı bulursa hiç şaşırmasın.
Webo atılana dek iyi değildik, bunun üstünde durmak gerekir. Rakibe, kendi evinde bu kadar rahat alan vermek, futbol oynamasını izlemek, bir süre sonra Arena konukları için işleri daha rahat hale getirir ki, dozajı artan bir ligde çok iyi bir sinyal değil bu. Bu arada, bok atan var mı bilmiyorum ama pozisyon net kırmızı kart, Webo'nun yaptığı da hayvanlığın daniskası.
Baros'un attığı gol ne kadar ofsaytsa, Riera'nın Hakan Balta'ya attığı ve kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyon da o kadar ofsayt değildi. "Hakem de insandır, hata yapar" argümanının sevmem. Bir işi yapıyorsan ya adam gibi yapacaksın, ya da yapmayacaksın. Eyvallah hata olur olmasına da, aynı maçta aynı hakem üst üste hata yapınca insan isyan ediyor haliyle.
Baros ve Elmander uzun zaman sonra uyumsuz göründüler. Elmander maça kötü başladı, kötü bitirdi. Evet, takımın bir golcüye ihtiyacı var ama bu Elmander-Baros ikilisinin yetersizliğinden değil, bu adamları yedekleyecek ve rahatsız edecek oyuncular olmamasından. Yoksa hâlâ aynı şeyi savunuyorum. Zaten Avrupa'ya gitmiyorken, bok gibi para verilecek bir golcüye karşıyım.
2 yıl önce 7 milyon Euro istenen Sercan'ı sahada gördükçe, bu piyasanın ne kadar boktan olduğunu biraz daha iyi anlıyor insan. Herifi ne zaman izlesem U-16'dan yeni çıkmış, genç misali top oynuyor -yani oynayamıyor-.
Ne yaptığını kendisi de bilmeden sahada, kafası kesilmiş tavuk gibi dolanıyor. Patladı patlayacak derken yaşı 30'a dayanır bunun. Senede bir bilemedin iki maç oynar, her maç da o oyunların hayalini kurarız ve bu arkadaş gönderilir. Ters giden bir şeyler olduğu kesin. Galatasaray'da oynadığının farkına varacak.
Elin Elmander'i, Ujfaluši'si fazladan idman yapıyorsa, herkesten önce gelip, herkesten sonra çıkacaksın idman sahasından. Yoksa bu kafa yapısıyla çok fazla kalabileceğini düşünmüyorum. Haa, kalırsa da ben göt olurum ama o göt olma duygusuyla da acayip mutlu olurum.
Finali Selçuk müthiş yaptı. Ayak içini dehşet kullanıyor, orta saha biraz daha kıvam tutarsa, Selçuk'u izlemek başka bir zevk olacaktır. Şu an halen, benim beklediğim Selçuk değil ancak şu haliyle bile skor tabelasına çok ciddi katkı sağlıyor.
4'ten çok daha fazlası olabilirdi ama olmadı. Ahım şahım olmayan bir oyunla kazanmak güzel de, papaz her zaman pilav yemiyor. Gerçi kendisine devrimci süsü vermiş sosyal demokratımsı çizgisi olan liberal bir papaz var, pilav yerine yarak yiyecek onun da olaydan haberi yok.
Olayı papaza bağladım ya, kendimi takdir ettim. Kulağını gösterirken, götünü parmaklamaya benzedi. (Yanlış anlayanı oyarım)
Oğlum o değil de, Fatih Terim iyiden iyiye Atatürk'e benzemeye başladı. Bir ara ekranda gördüğümde "Atam!" diye ayağa kalkasım geldi, o derece..
2 Ocak 2012 Pazartesi
Alın size vefa lan!
"Galatasaray Efsanelerini Anıyor" projesi kapsamında, her maç öncesi bir futbolcusunu anıyor. Yarınki İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı öncesinde ise sıradaki isim Tarık Hodziç.
Yaşım 8-9 civarlarında. O zamanlar televizyonda maç yayını filan yok. Evde radyo başında abimle (tamam lan tamam ağabey diye yazılır da idare edin) ikimiz otururduk. Şimdi nasıl inanın bilmiyorum ama o zaman maçlar dönüşümlü anlatılırdı.
Atıyorum Beşiktaş, Ankaragücü deplasmanında, Galatasaray evinde Eskişehir'le oynuyor, Fenerbahçe Altay deplasmanında, Bursaspor evinde oynuyor. Bunların hepsinin yerleri belliydi. Murat Ünlü İzmir'den, Tansu Polatkan İstanbul'dan, Hüseyin Başaran Ankara'dan. Öyle düşünün işte. Haa bir de, bu aradaki bağlantı için sürekli "Şimdi merkeze bağlanıyoruz" derdi, o an maçı kim anlatıyorsa. Bu arada hatırladığım maç anlatan spikerler de, Tansu Polatkan, Abidin Aydoğru, Murat Ünlü, Levent Özçelik, Hüseyin Başaran, İlker Yasin, Necati Karakaya'dır. Unuttuklarım da kusura bakmasın, velakin yüzyıl geçti aradan.
Ben tabii sürekli Galatasaray maçı anlatılsın diye bekliyorum. Abim de Beşiktaş'ı bekliyor. Lan maç 0-0 gider, bekle bekle Ali Sami Yen'e bağlantı olmaz. Yarak kürek ne kadar maç varsa hepsini dinliyoruz. Tak diye "Şimdi merkeze bağlanıyoruz" diye bir ses geldi mi, görme heyecanı, yerinde duramazsın. Merkezden de şu anons gelir "Evet sevgili seyirciler şimdi mikrofonlarımız Ali Sami Yen Stadı'nda."
Lan yüreğin atacak gibi olur, götünün üstünden kalkar doğrulursun. Stadın sesini dinlersin ilkin. Böyle hayvani coşkulu bir ses varsa, banko gol atılmıştır ya da penaltı vuruşu vardır. Sik gibi bir sessizlik varsa, taşaklara gelmişsindir golü yemişsindir. Ya da son seçenek; yine sik gibi sessizlik olur, bağlanırlar ve "Evet Ali Sami Yen'de henüz gol sesi çıkmadı. Galatasaray sıfır, Eskişehirspor sıfır" der. Bak bu golden bile güzel gelirdi bazen. Sessizlik var diye gol yediğmizi düşünürdüm ama 0-0 olunca manyak gibi rahatlardım.
Bizim parlak olmadığımız dönemler, daha şampiyonluk nedir görmemişim. Bizim kalede Eser vardı, acayip sevdiğim adamlardandı. Cüneyt, Raşit, Fatih Terim, Çaycı Ahmet, Mustafa Denizli, Sejdic ve Tarık Hodziç de takım kadrosunda bulunan adamlardı. Zaten Seydic ve Hodziç iki yabancımızdı.
Gazetelerde sırf spor sayfasına bakıyorum, başka bir boka da bakmıyorum. O yüzden çok net anımsarım, bu ikili yani Sejdic ve Hodziç, devre arasında Yugoslavya'ya, ülkelerine gitmişlerdi. Elemanlar gidiş o gidiş geri gelmediler. Eğer yanılmıyorsam, Ali Uras'tı başkan. "Gelmezlerse futbol hayatları biter" diye açıklama yapmıştı.
İki satır yazayım dedim konu uzadı. Yarın "Galatasaray Efsanelerini Anıyor" serisinin konuğu Hodziç. Lan, Hodziç yazıyor da, hayatımız boyunca adamı Hoçiç bildik biz. Benim için halen Hoçiç'tir değişmez.
Hoçiç'le röportaj yapmışlar, bu şahane insan demiş ki, "Türkiye'den önce Belçika'da oynadım, orada da para kazanıyordum ancak orada Galatasaray'daki gibi arkadaşlık, seyircinin bağrına basması söz konusu olmadı. Ben Galatasaray formasını giymeyeli 30 yıl oldu. Ancak Fatih Terim başta olmak üzere birçok eski arkadaşımla haftada bir telefonlaşır konuşuruz. Saraybosna'nın en iyi yerinde bulunan iş yerime (Bilmeyene not: Şampiyon-Galatasaray'dır kebapçının ismi ve her taraf baştan aşağı sarı-kırmızıdır) verdiğim isimle, takımıma olan sevgimi bugüne kadar hep gösterdim. Çünkü ben Galatasaray'a çok şey borçluyum."
Bak işte, Hoçiç candır, canın kuytusudur, içidir. 3.5 yıl futbol oynadı bu takımda, aradan geçti 28-30 yıl ve adam "Çünkü ben Galatasaray'a çok şey borçluyum" diyor.
Buralarda "vefa, vefa" diye dolananlar vardı ya. Kimisi, siyasi oldu, kimisi gazeteye kapağı attı, kimisi antrenör oldu, kimisi teknik direktör oldu, kimisi menajer oldu. Bu kimiler uzar gider amına koyayım. Bu adamların hepsi, deve yüküyle para kazandı bu kulüpten. En boktanı 3-5 milyon dolar kazanarak ayrıldı ya da bıraktı futbolu. Bugün yaptıkları işleri bile Galatasaray sayesinde yapıyorlar, haberleri yok malak emzirmelerinin.
Ama birtakım ibneler, sakız gibi yapıştılar bu kulübe. Üstelik arkadan konuşmadık laf da bırakmadılar. "İbne basın" dediğimiz heriflere, takım içinde ne olup ne bitiyor yumurtladılar. Sonra çıkıp "Biz bu kulübe çok şey verdik ama onlar..." diye her türlü boku söylediler. Yalan söylediler, iftira attılar, taraftarın gözünde bu kulübü küçük düşürmeye çalıştılar.
O yüzden birtakım pezevenklerden nefret ediyorum. Futbol oynamak dışında hiçbir vasfı olmayan adamlar, bu boktan sistem sayesinde milyonlarca dolar kazandılar Galatasaray Kulübü'nden.
Yeniyetme taraftar bilmez, bu Hoçiç'ler, Seydiç'ler öyle ahım şahım paralara da oynamadılar. Şimdi alınan paralarla karşılaştırırsan, devede kulak kalır. Ama işte adam 30 yıl geçse de "Her şeyimi Galatasaray'a borçluyum" diyor.
'Vefa' dediğin şey, sanki tek taraflı, bir taraf sahada top oynarken, diğer taraf yani kulüp bunları asgari ücrete mahkûm ediyor zannedersin, puştları dinleyince.
Artık herkes biliyor, Tarık Hodziç'in Türkiye'de gol kralı olan ilk yabancı olduğunu. Onun bir tek gol krallığını, soytarı kılıklı kralların gol kralı olmasına değişmem.
Şu bazı yavşakların (biri değil alayı) konuştukları ile Hoçiç'in söylediklerini bir kefeye koyun, tartın bakalım. Sonuç ne çıkacak acaba?
Öyle forma öpüp, yumruk şov yapmakla adam olunmuyor.
Vefa mı? Alın amına koyayım, öğrenin Hoçiç'ten. Ama tabii bunu anlamak için zekâ gerekiyor. Onu aramak da benim beyinsizliğim olsun...
Yardım elini uzatamamıştık, şimdi fırsatımız var
18 Ekim'de "Yardım elinizi uzatın" diye bir çağrıda bulunmuştum.
Van'da öğretmenlik yapan Ezgi kardeşimiz, Ergin vasıtasıyla, "defter, kalem, okuma kitabı" gibi şeyler talip etmiştik. Bu olaydan 5 gün sonra, bütün ülkeyi sarsan bir deprem oldu ve gönderdiklerimiz Ezgi'nin yıkılan evinin altında kaldı. Zaten süre kısaydı, bazılarımız hiçbir şey gönderememiş bile olabiliriz.
Ezgi öğretmenimiz, aradan geçen zamandan sonra yeniden Erciş'e dönmüş.
Erciş'te, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı'nın topladığı 300 milyon TL'nin bir kuruşu bile girmemiş. Yardım bile yapılmamış, insanlar kaderlerine terk edilmiş.
Ezgi öğretmenimiz, bir yurda gitmiş ancak bir gün sonra "Yer yok" gerekçesiyle çıkartılmış. Devletin kendi öğretmenine reva gördüğü muamele bu minvaldeyken, yeniden harekete geçmek gerekir.
Ezgi öğretmenden haber var, ihtiyaçları çok fazlaymış. İlk etapta istekleri "Pastel, sulu boya, yapıştırıcı, makas, elişi kâğıdı. fon karton, oyun hamuru, her türden oyuncak, resim kâğıdı, defter, kalem, okul öncesi için hikâye kitapları, ıslak mendil"
İsterseniz, yardım edecekleri bir gruba ayırırız ve her grup bir şeyler yollar, isterseniz de, aşağıda vereceğim adrese, herkes gönlünden ne koparsa yollasın.
Bir şeyler yapmak lazım, öyle kıçımızı devirdiğimiz yerden, "ah, vah" diyerek, kimseye yardımcı olamayız.
Hadi lan, kaç tane çocuğun eğitimine yardımda bulunacağınızı düşünün. Kaç çocuğun umudu yeniden yeşerecek, kaç öğrencinin yüzünde gülümseme belirecek?
Haydi harekete geçelim...
ADRES: Ezgi Diken adına Van Erciş PTT şubesi
Toplanan paralara ne mi oldu? Orasına da siz karar verin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)