30 Nisan 2012 Pazartesi

Sızıntı



İnce bir sızıntı olarak dünyaya gelen Minik Yıldırım ve şikeye sahip çıkanlar, huzur içinde kafalarını yastığa koyabilir şimdi.

Avrupa'dan gelecek cezaya, Galatasaray'ı da dahil etmek, çok ince zekâ ürünü bir davranıştı ve bu yüzden de PFDK'ya sevkedildi.

Galatasaray yönetiminden hiçbir şey beklemiyorum, onlar zarifliklerini, kibarlıklarını (!) asla elden bırakmazlar.

Şu süreçte en az şike yapanlar kadar hatalılar çünkü. Resmi siteden açıklama yapmakla tavır alınmıyor.

Neyse yazasım da yok, konu hakkında. Şikenin mucidi ve Türkiye patentini elinde bulunduran Galatasaray da, şikeden ceza alsa, orgazm etkisi yaratsa bünyelerde. Sarsılarak, haykırarak, anıra anıra boşalsalar, tüm dertlerden sorunlardan kurtulacağız.

Not: Lan oğlum halen sağda solda atıp tutuyorsunuz, neredeyse çocuğum yaşındasınız. Bir siktirip gidin lan, hakikaten gidin amına koyayım. Hayır, ağır küfür edeceğim olmayacak. Amcıklar her konuda bilir kişi. Futbolu biliyor, sanatı biliyor, siyaseti biliyor, gazeteciliği biliyor, hayatı biliyor. Bilmediği bok yok heriflerin. Buradan bir tane kadın için gelin destek olalım dedim, bir taneniz çıkmadı ortaya. 5 kitap, 3 film üstünden solculuk oynarsınız, sonra milleti eleştirirsiniz. Kitabınızı sikeyim sizin. Neyse, er ya da geç bir bok olmadığınızı anlarsınız. Toyluğunuza veriyorum...

29 Nisan 2012 Pazar

Loran Vayloyan bir an önce dönersin umarım


Her insan hata yapar. Bizi biz yapan olgulardan biri de, yaptığımız hatalardır. Şöyle bir düşününce, hayatta ne kadar çok hata yaptığımı bir kalemde görebiliyorum, en büyüğünden, en küçüğüne kadar. Oturup 2 dakika düşünsen, sen de ne kadar hata yapmışsındır, hemen fark edeceksin.

Bunları, niye yazdım değil mi? Hadiseye geçmeden önce, geçtiğimiz hafta Fenerbahçe maçı öncesinde Galatasaraylı taraftarların toplandığı yerden bir olay anlatayım, gözlerimle şahit olduğum bir olay.

Saat 14.00 gibi birkaç arkadaşımla buluştum. Sokakta çeşit çeşit insan var. Herkes Fenerbahçe maçı üstüne muhabbette. Meşaleler yakıldı, sis bombaları atıldı v.s. derken, bir tartışma yaşandı. İşin ilginci, daha sokağa girdiğim ilk anda fark ettiğim ve her tarafından itlik akan bir herif, olayın öznesi durumunda. Sırtında Ultraslan'a ait bir eşortman üstü var, zaten önyargılıyım ama herifi herhangi biri sokakta görse, sadece suratındaki meymenetsizlikten içeri atarım, o derece itici bir tip. Bu eleman, birine "Tamam gel konuşalım" dedi. Üç adım, bilemedin beş adım sonra "Konuşalım" dediği çocuğa arkadan tokatı patlattı.

Her neyse, bu olayı kafanızın bir tarafında tutun işte.

Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 2-1 yendiği maçtan sonra, Mehmet Topuz ve Stoch'la birlikte sanırım en fazla konuşulan hadiselerden biri oldu, Loran Vayloyan meselesi. Loran, en sonunda bir açıklama yaparak, 'kendi isteğiyle' mesleğine bir süre ara vereceğini açıkladı.

Loran'ı çok yakından tanımıyorum, sigara yasağının getirilmediği dönemde, NTV'deki sigara odasında birkaç kez muhabbet etmişliğimiz vardır, hepsi o.

Başta dedim ya, 'insanlar hata yapar' diye, işte Loran da, mesleği gereği yapmaması gereken bir hata yapmıştır. Hata mıdır? Evet hatadır. Muhtemelen kendisi de, "Ulan keşke yapmasaydım" demiştir, bundan eminim.

Loran'ı, diğer muhabirlerden ayıran bir başka özellik de, isminden de anlaşılacağı üzere, kimliğidir. Herkes gayet iyi biliyor ki, Loran Vayloyan bir Ermeni bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.

Olaydan sonra, sağda solda bolca dolaştım, yazılanlara göz gezdirdim. Galatasaray taraftarının hatırı sayılır bir kısmı, ağızlarından salya akıtarak, "Kovun bu Ermeni'yi" şeklinde, buram buram ırkçılık ve ayrımcılık kokan, ağızlarından salya akıtarak, Loran'ın işten kovulmasını istedi.

Bir bölümü de, kimliğinden bağımsız olarak, yaptığı şeyiiçine sindiremediğinden ötürü, görevine son verilmesini istedi.

Loran, başarılı bir muhabir, mesleğini gayet iyi icra eden bir adam. Haa, adam Fenerbahçeli'dir, sevmezsin o ayrı mesele. Ama bunca yıldır doğru düzgün işini yapan bir adamın, tek bir hata sonrasında boynuna ilmik geçirmek de, büyük insafsızlıktır.

Ultraslan denen grubun yaptığı açıklama, tek kelimeyle iğrençti. Hayır, her şeyi kenara bıraktım, bir taraftar grubunun "Lig TV'nin Fenerbahçe muhabiri Loran Vayloyan'ın Ali Sami Yen Spor Kompleksi TT Arena sınırları içerisinde ve Galatasaray adının olduğu her yerde muhabirlik mesleği sona ermiştir!" deme cüreti bile, Türkiye'deki futbol ortamının ne derece boktan noktada olduğunu apaçık gösteriyor.

Koskoca bir kulüp varken, onu çiğneyerek, bir basın çalışanını tehdit etmesi kabul edilebilir değildir. Kimsiniz arkadaş siz, kimsiniz? Bu ülkede, savcı yok mudur, bunu bir suç unsuru olarak nasıl kabul edemez anlaşılır gibi değil.

Ulan ülkede, hata yapan yapana, bırak hatayı senin iktidarının yediği bokun haddi hesabı yok, hiçbirine ses çıkartma, tepki verme, bir muhabiri herkesin gözü önünde linç ettir.

Yahu hepimiz milyon tane hata yapıyoruz bu hayatta, her gün yapıyoruz, yaptığımız her hata sonrası birileri bizi linç edecekse, kimse kalmaz bu boktan dünyada. Kaldı ki, insani bir durum, adam Fenerbahçeli, bütün gün o futbolcularla birlikte, olabilir arkadaş olabilir. Bu kadar tahammülsüzlük neden? Bak tekrar ediyorum, evet yaptığı yanlıştır fakat direkt adamı asmak, o çocuğun yaptığı hatanın zilyon katı büyük hatadır.

Benim vicdanımda, Loran Vayloyan'a yapılan kitlesel bir linçtir, kimse başka türlüsünü anlatamaz bana ve bu linç büyük oranda kimliğinden kaynaklanmaktadır. İsteyen, "Hiç ilgisi yok" demeye devam etsin, ikna olmam. Ömer Güvenç örneği orada bir yerlerde dururken, kimse de beni ikna edemez.

Tribünler, bu asalaklardan kurtulmalı. Bunların siyah-beyazı, sarı-laciverdi, bordo-mavisi v.s. v.s her türlüsünden kurtulunmadığı sürece, bugün şikeden muzdarip olanlar, yarın kendi takımları şike yaptığında, tıpkı eleştirdikleri adamlar gibi sokaklara çıkar, renkler değişir, kendileri sahiplenir.

Bir insanı, ilk hatasında, linç eden kim var, kim yoksa, hepsinin geçmişini sikeyim. Sanki bu götverenler peygamber de, hayatta hiç hata yapmadılar, önüne geleni asıp kesiyorlar.

Esrar çekip, sokaklarda insanları tokatlayacaksın, saatlerce karaborsa bilet satacaksın, sonra bir adam sevindi diye, tehdit edeceksin; bunun adına da tavır diyeceksin. Götünüzü filler siksin, pezevenkler...

Yaşadığımız sürece hata yapacağız, Loran da yapacak, ben de yapacağım, sen de yapacaksın. Yaptığımız her hata bizim biz yapıyor ve daha güçlü ayakta kalmamızı sağlıyor.

Kendi adıma açıkça itiraf ediyorum, Galatasaray Kulübü, Loran Vayloyan konusunda sınıfta kalmıştır. Bu asalak taraftar grubunun, yaptığı açıklamayı suratlarına vurması gerekirken, gizliden ya da açıktan destek vermiştir. Ama öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, ülkenin başbakanı bile "Taraf olmayan bertaraf olur" diye birilerini tehdit ediyor, biz de bunu içimize sindiriyoruz.

Umarım Loran Vayloyan, mesleğine geri döner. Nerede dönerse dönsün ama dönsün. Çoluk çocuk sahibi bir adamı, tehditle işinden etmek, sadece Türkiye gibi faşist yönetimli ve faşizan ruhlara sahip ülkelerde olur.

26 Nisan 2012 Perşembe

Tükürdüğünü yalama sanatının ustaları

Günün konusu, Fenerbahçe'nin "Götümüzü sikseniz, davamızdan vazgeçmeyiz" dedikleri CAS davasından geri adım atmaları.

3 Temmuz'dan bu yana, bir spor şikesi konusunu siyasileştirerek, başka başka anlamlar yükleyerek, kutsallaştırmaya çabalayarak, "onur-gurur-namus" üçgenine sıkıştırmaya çabaladılar.

Namussuzluk, gurursuzluk, onursuzluk ayyuka çıktığı zaman, "Biz davayı çektik ama durum bizim lehimize, kimbilir neler aldık oğlum" diye ergen sınıfına bile giremeyecek cümlelerle, durumu kurtarmaya çabalıyorlar, zavallılık düzeyinde.

Başkanın, yöneticilerin "CAS davası bizim onurumuzdur. Asla geri çekmeyiz" demiş, herif şimdi bunu savunmaya çabalıyor. Hatta çaba değil de, daha çok çırpınıyor.

Bak Türkçe anlamayan gerizekâlı, bunun anlamı ne biliyor musun? 'Biz onurdan, namustan, gururdan vazgeçtik' demek oluyor, davanın çekilmesi.

Sokaklara çıkıp, pankartlarla götünü yırtan sen miydin? Evet
Her yerde, insanlara bu davada haklı olduğunuzu ve UEFA'nın bedel ödeyeceğini söyleyen sen miydin? Evet
Davanın kutsal olduğunu söyleyen sen miydin? Evet.

Sen şimdi bunların hepsini unuttun, "Durun bakalım, kimbilir neler aldık ki, bu davadan vazgeçtik" diye, kendini avutmaya çalışıyorsun.

Gurursuzluğu, onursuzluğu, namussuzluğu bu kadar kolay içine sindirebilmek için insanda mide değil işkembe olması lazım. Sendeki işkembe olunca da, insan olmuyorsun, direkt olarak sığırlığa geçiş yapıyorsun. Gerçi sığırlığa geçtikten sonra, onurdur, gururdur, namustur umrunda olmaz.

Yok şartlar oluşmuş, kulüplerin menfaatleri olurmuş o yüzden CAS'taki davanın geri çekilmesi normalmiş. Karşılığında kimbilir neler neler almışmış.

Lan salak, ne diye sokağa çıkıp yırtındın o zaman? İhtiyacın olmadığı kavramlar için, neyin kavgasını veriyorsun.

"Hiçbir pazarlığı kabul etmiyoruz" diyen sen, bir yerlerde pazarlık yapıldığı için şimdi seviniyorsun.

Oportünizmin doruklarındaki yüzsüzlüğünü, tükürdüğünü yalama konusundaki çabanı, yüzünüze baka baka yalan söyleyen yöneticilerinizin her söylediğini savunma gayretinin ta amına koyayım lan.

Bu kadar yüzsüzlük, bu kadar onursuzluk, bu kadar gurursunuzluk ve bu kadar namussuzluk, tam da sana uygun düşüyor.

Ama tabii bu yüz surat hacı Murat modelinle, her boka kılıf bulan kişiliksiz kişiliğinle, bu durumdan da bir pay çıkartıp, "Hahahahaha işte aldık 45 milyon Euro'yu" diye sevinç çığlıkları atarsın.

Bak sana belki söylemediler ama Şampiyonlar Ligi'ne katılmaman ne anlama geliyor biliyor musun? 2011-2012 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne alınmayan Fenerbahçe, Türkiye'yi geçtim, Avrupa'da futbolu takip eden insanların gözünde seni 'kirli' gösteriyor. Sen bu kiri içine sindirebiliyorsan, sorun yok ama bir daha ortalara çıkıp da, "Hebelü hübele" diye bağırma.

Fenerbahçe'nin CAS'taki davadan vazgeçmesinin tek bir anlamı vardır, o da şikeyi içine rahat rahat sindirdiği ve kabullendiğidir.

Gerçi, nasılsa ligden düşme olmadı, nasılsa puan silme olmadı, şikecilerin götü rahat etsin diye play-off diye bir sistem getirildi, gerisi sorun değil. Yarın öbür gün ülke UEFA'dan toptan ceza yese, en çok bu yavşaklar sevinecek, ellerini ovuşturacak.

Küfür de edesim yok sizin gibilere. Sen onursuzluğu, gurursuzluğu, namussuzluğu içine sindiriyorsan, ne kadar küfür de etsem "Yarabbi Şükür" diye çekiniyorum.

Sizin namus davası diye adlandırdığınız şey olsa olsa şalvar davası olur.

Şerefini, onurunu, namusunu, gururunu paraya değişen adamların şike yapmadığını düşünmek de aptallık sınırlarında dolaşmaktan başka bir şey değildir.

Not: Artık kim üstüne alınırsa, ona gitsin. Ona, buna demedim diye dert anlatamayacağım.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Sözcü: Bir Akp projesi



Sözcü Gazetesi'ni nasıl bilirsiniz?

Kimileri bu soruya "Türkiye'de aslanlar gibi muhalefet yapan tek gazete" diye yanıt verebilir. Kimileri de, "Yavşağın önde gideni, hükümet karşıtı" şeklinde şanıt verebilir.

Çıktığı günden bu yana, Akp iktidarını yerden yere vuran, sinir bozucu düzeyde muhalif tavrı ile, Türkiye'de pek çok gazeteyi geride bırakarak, en çok okunanlar arasında yerini aldı.

Peki "Sözcü Gazetesi'ni siyasi olarak nasıl bilirsiniz?" diye sorsam, ne yanıt verirsiniz. Kuvvetle muhtemel, ulusalcı ve Atatürkçü diye nitelendirirsiniz. Aklınıza

şu da takılmış olabilir; ülkede, muhalif tavrıyla bilinen gazeteciler işsiz kalırken, cezaevlerine atılırken, Sözcü Gazetesi nasıl oluyor da, ayakta duruyor? Gazeteden tek bir kişi hakkında bile soruşturma açılmıyor ya da cezaeviyle tanıştırılmıyor.

Şu son cümlelerde yer alan sorular, büyük ihtimalle hepimizin aklına gelmiştir. En azından benim aklıma geldi. Kullandığı tavır, takındığı ırkçılık düzeyindeki yazı dili ve çiğ muhalif karşı duruşuyla, aklı başında insanların, Sözcü Gazetesi'ni tasvip ettiğini sanmıyorum.

Şimdi buraya kadar yazılanlara karşı çıkın ya da çıkmayın ama bundan sonra yazılacakları iyi okuyun ve ülkenin aslında nasıl bir durumda olduğunu görün.

Sadece birkaç kişinin katıldığı bir toplantı yapılıyor. Toplantıda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan var. Toplantıya katılan bir diğer kişi Sözcü Gazetesi'nin sahibi Halit Ertuğrul Akbay.

Başbakan Erdoğan'ın yanında ise önünde kahverengi bir çanta bulunan Remzi Gür var.

Bu arkadaşın kim olduğunu bilmeyen var mı? Varsa söyleyeyim; Başbakan Erdoğan'ın gizli kasası, kadim dostu, son 20 yılda Türkiye'nin sayılı zenginlerinden biri haline gelen, uğruna TMSF'den Köşk satışı yapılan bir arkadaş (!) Başbakan Erdoğan, toplantıda, Sözcü Gazetesi sahibi Halit Ertuğrul Akbay'a döner ve şunları söyler: "Her ay sadece ve sadece 200 bin satacaksınız, 300 bin değil. Bunu yaparsanız, (bu sırada Remzi Gür kahverengi çantasının içinden bir tomar para çıkartır ve gösterir), her ay bu para sizin" der.

Bu sırada Remzi Gür araya girer ve "Teknolojik destek istiyorsanız, bunu da sağlarız" diye ekler.

Başbakan Erdoğan, Avrupa'da yaptığı ziyaretler sırasında Türkiye'de muhalefetin susturulduğu yönündeki eleştirilere, çantasından çıkarttığı Sözcü Gazetesi'yle yanıt verir. "Muhalefet yok mu? Alın bakın, canıma okuyorlar" diyerek, muhaliflere dokunulmadığını ve cezaevindeki gazetecilerin, mesleklerinden ötürü değil, 'darbecilik, teröristlik' gibi suçlardan yargılandıklarını anlatıyor.

Sözcü'ye bugüne dek, muhalif gözüyle bakan insanlar arasındaysanız, her şeyi yeniden bir gözden geçirin. Bu kadar gazeteci içerideyken, bu adamlar nasıl rahat rahat 'çakıyor'?

Hakkında olumsuz yazılan neredeyse her şeye dava açan Tayyip Bey, nasıl oluyor da kendisini yerden yere vuran Sözcü Gazetesi hakkında bir-iki dava dışında, dava açmıyor. (Biraz daha dava yazaydım, kusacaktım)

Yakın bir zamanda, yeni bir sol parti kurulursa, emin olun bu da Akp projesi olacaktır. Ülkede her kurumu, herkesi kontrol altına alan siyasi iktidar, muhaliflerini bile kendisi yaratıyor.

Muhalifetin bile, kendi kontrolünde olmasını isteyen ve ona göre kurgulayan iktidarın, ne kadar demokrat olduğunu da, varın siz karar verin.

Not: Yazar mıyım, yazmaz mıyım bilmiyorum ama bunun yazılması gerektiğini düşündüm çünkü hiçbir yerde yazılmayacağından eminim.