27 Temmuz 2012 Cuma

Bizim çocuklarımız evlat değil mi lan!


Türk polisinin içinde bulunduğu durum itibariyle, ellerine numara tutuşturup duvara dizilerek teşhis edilmesi ilginç bir durum gibi görünüyor. Sadece görünüyor çünkü aslında ilginç bir durum da yok. Bağlı bulundukları işverenlerine itaatlerini gösteriyorlar sadece.

Bu ülkede polisin işkence yapmasına, nezarethaneye alınan bir kadına tecavüz etmelerine, camdan düşüp intihar etti denilerek öldürülenlere alıştık. İş yüzsüzlük noktasına geliyor. Adamı sokağın ortasında, 7-8 polis evire çevire dövüyor, bir bakıyorsun, doktora gidip rapor oluyor "Elim uff oldu" diye. Olayla ilgisi çok yok ama söylemeden edemeyeceğim, o raporu veren doktorun da ağzının ortasına sıçacaksın.

Bu tip olaylarda, polisler hakkında göstermelik bir soruşturma açılıyor ve herifler görevlerine devam ediyorlar. Bırak görevlerine devam etmesini, ödüllendiriliyorlar. Şu an gündemde olan Sedat Selim Ay'ın geçmişine bakacak olursak, bunu gayet iyi görebiliyoruz.

Atılım gazetesi yazarı İbrahim Çiçek ve arkadaşlarına işkence yapıyor, Asiye Güzel Zeybek’e tecavüz ediliyor. Bu olayların hepsinde ismi geçiyor ama Terörle Mücadele Şubesi’nden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak tayin ediliyor.

Yalova'da Çayan Birben isminde astım hastası bir genç, suratına biber gazı sıkılarak öldürülüyor. Genç bir insan ölüyor ama 5 tane polisin, ancak bir ay sonra ifadeleri alınıyor.

Şerzan Kurt diye bir genç, polis tarafından öldürülüyor, bilirkişi raporu 'kasten' öldürüldüğünü doğruluyor. Peki bu polislere herhangi bir yaptırım uygulanıyor mu? Tabii ki hayır.

Neyse aradan epey bir zaman geçiyor, Akp Hatay Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu’nun
oğluyla, bir emniyet müdür yardımcısı tartışıyor. Bu arada oğul dediysem, öyle sıradan bir oğul da değil. Emniyet Müdürlüğü'nün kantinini işletiyor ve kendisi aynı zamanda da AKP Gençlik Kolları Başkanı.

Bak şimdi, bu Akp'lilerin nurtopu gibi evlatları acayip girişken oluyor. Mısır işine giriyor AVM ortaklığı yapıyor, 18 yaşına basmadan şirket sahibi oluyor, bu topaç İstemi Kağan Türkoğlu da, Emniyet Müdürlüğü kantini işletiyor. Senin, benim aklıma gelmiyor bu girişkenlik ama Topaç İstemi'nin aklına geliyor. Oğlum, kızım; biz niye böyle değiliz lan? Bizler gerizekâlıyız, bunlar süper zeki, müthiş akıllı. Zekâ bunların slip donlarından fışkırıyor amk, o derece yani.

Topaç İstemi, kendisiyle tartışan polisi teşhis etmek için, 'The Usual Suspects' hesabı, hepsini duvara dayatıyor ellerine numara tutuşturup. Yetmiyor, buna duvardan fotoğraflar gösteriyorlar "Bakın, Çevik Kuvvet ekibi de bu" diye. Utanmasalar, herife emniyetin sitesini açıp, tüm personeli gösterecekler.

Şerzan, Çayan Birben, Metin Lokumcu'nun ve ismini sayamayacağım işkencelerde öldürülen, çöplüklere cesetleri atılan pek çok insanla, İstemi arasındaki fark ne diye düşünmeden edemiyor insan.

Üçü-beşi biraraya gelince pirana gibi kucağında bebeği olan adamın ağzını burnunu kıran heriflerin, elleri kavuşmuş itaatkâr bir köpek (köpeklere hakaret yok, isteyen de istediği gibi algılasın) gibi davranması da, polisin genel kişiliği hakkında gayet iyi bilgi veriyor.

Birilerinin çocuğu öldürülürken, kılı kıpırdamayanların, mevzu bahis bir milletvekili çocuğu olunca, üstelik de bırak öldürülmesini fiske bile vurulmamışken, polisi tesbih gibi karşısına dizmesi, yaradılanı yaradandan ötürü sevenlerin, insana verdikleri değeri gösteriyor.

Sizinkiler evlat, bizimkiler enik yavrusu mu lan orospu çocukları!

Adalet anlayışınızın, insana bakışınızın ta götüne koysunlar.

Şimdi birileri çıkıp "bunu da Akp'ye bağladın ya helal olsun" der mi acaba? Şerefsiz evlatları..

26 Temmuz 2012 Perşembe

Asalaklar

Sıcak zaten insanın beynine beynine işliyor, normalde de sakin biri değilsin, çileden çıkmaman için sebep kalmıyor. Benim gibi 70 yaşındaki pencere kenarında duran emekli amca ruhuna sahipsen, o zaman çile seni kollarına alıyor.

Senelerdir bu işi yaparım ama hadisenin magazin boyutundan oldum olası nefret etmişimdir. Haa maruz kalıyorum mecburen ama elimi sürmemişimdir hiçbir zaman.

Dün ilkin; ismi Demet Akalın olan tanımsız canlı, kocasıyla bir mekana gidiyor. Güya orada garsonlar, bunların dedikodusunu yapıyor ve bunlar da şikâyetçi oluyor. Sonuç itibariyle iki garson işten atılıyor.

Bunun dumanı üstünde tüterken, Demet Akalın'ın erkek versiyonu olan, "Ne var yani Mozart da 8 notayla müzik yapıyor, ben de" sözüyle, müzik tarihine geçen Serdar Ortaç, tatil yaptığı otelde, telefonunu kaybediyor. Otel didik didik aranıyor ve bu tiksinç herif yüzünden 6 çalışan işinden atılıyor. Sonra bir bakıyorlar ki, yavşak telefonunu arabasında unutmuş.

Bir insanı işinden, ekmeğinden etmekten daha büyük bir orospu çocukluğu olamaz. Hele hele, hiçbir suçu olmayan insanlara hırsız muamelesi yapmak, daha büyük bir orospu çocukluğudur. O insanlar ne yer, ne içer, kirasını nasıl öder, akşam eve nasıl ekmek götürür, çoluk çocuğuna ne söyler, bunların hiçbirini düşünmezler.

Kumarhanelerde yüzbinlerce dolar harcayan adamdan bunları beklemek, benim gerizekâlılığım.

Bunları hayatın içine salsan, bir baltaya sap olamazlar. Hiçbir yetenekleri, bildikleri herhangi bir iş yok.

Lan, bunları dinleyen milyonlarca insan var. "Zevkler, renkler tartışılmaz" diye bir laf var ya, o lafı kim söylediyse, onun ağzının ortasına sıçmak lazım. Hayır arkadaş, neden bir insan Serdar Ortaç, Demek Akalın dinler? Müzikal açıdan ne gibi bir doyuruculuğu var, senelerdir anlam veremiyorum.

Şimdi ben bunu söyledim diye, elitizmle filan suçlayan dalyarak çıkar kesin. Yazıyı okuyup, aklından bile geçiriyorsan, klavyeyi götüne sokmaya başla şimdiden. İnsan dediğin komplike varlık, her şeyin en iyisine layıktır, bu boktan şeyleri müzik diye sunmak ağır hakarettir.

İneklere dinletsen sütten kesilir, tavuklar duysa yumurta vermeyi bırakır amk.

İşin müzik kısmını geçersek, 8 tane insan işsiz kaldı, bu yavşaklar yüzünden. Gece oldu mu kafalarını rahat rahat yastığa koyup uyumuşlardır, akıllarının ucundan bile geçmemiştir yaptıkları şey.

Bunlar halkın uyuşturulması için ortaya çıkartılmış tipler, görevlerini yapıyorlar. Kameralar karşısında halkın götünü yalarmış gibi yapıp, halkı sikerek para kazanan asalaklardan başka bir şey değiller.

Demet Akalın, Serdar Ortaç'ı dinleyen bir ülkenin başbakanının Recep Tayyip Erdoğan olmasına da şaşırmamak lazım. Baş-tarak, göt-yarak hesabı işte.

Kazandığınız her kuruş, ekmeğinize kan doğranarak geri döner umarım.

Bir insanı ekmeğinden eden kim olursa olsun yedi sülalesini sikeyim...

19 Temmuz 2012 Perşembe

Susuyoruz



Hava acayip sıcak, hem de her yerde. Dertlerini anlatamıyorlar, size "Susadım" diyemiyorlar.

O yüzden lütfen kapınızın önüne kediler, köpekler için su ve mama koyun. Ama mutlaka ve mutlaka su koyun lütfen. Balkonunuza, pencerenize kuşlar su koymayı da unutmayın.

Hadi, okuyan kim var, kim yok koyuverin, üşenmeyin.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Komşuyu boşver, kendine bak sen



10 gün geçti günüydü bu görüntüyü aldığımda, üstünden epey vakit geçti yani. Hürriyet'in internet sitesinde gördüm, sonrasında bakmadım ama büyük ihtimalle AP ya da Reuters'ın geçtiği bir fotoğraf üstüne derlenmiş bir haberdi. Haberin içeriği Yunanistan'ın ekonomik durumuna ilişkindi.

"Komşumuzun son hali" deyip, şu görüntüyü paylaşırken, bu ülkenin sokaklarında olup biteni yok saymak, akla getirmemek biraz vicdansızlık oluyor sanki.

Çok fazla uzağa gitmeden İstanbul'da yüzlerce parkta yatan insanı görmeniz mümkün, semt pazarlarında insanların karanlık çöktüğünde tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi çoluk çocuk atılmış domatesleri, şeftalileri aldığını görmek mümkün.

Hakikaten beynim algılamıyor bunu. Bu ülkenin gazetecisi kendi ülkesinde yaşananlara bu kadar mı uzak diye sorguluyorumş, ister istemez. Çoğu şeyin kötü niyet olduğunu düşünüyorsun ama öyle değil. İşin içinde olan biri olarak söylüyorum, bazen o anki heyecanımızdan böylesi aptalca şeyler yapabiliyoruz. Yoksa bu haberi yapan adam da, götünle güleceğin bir paraya çalışıyor o sitede, gayet iyi biliyorum.

Bilmiyorum, ben hemen her gün şahit oluyorum böylesi görüntülere. Daha bu akşam pazardan geçerken, çöp karıştıran iki kişi gördüm. Bırak komşunun haline, az biraz sağına soluna bak.

Hayatı toz pembe göstermek için elinden geleni yapıyor basın. Esad'a akıl veren köşe yazarı var lan! "Ülkendeki vatandaşa nasıl zulüm yaparsın" diye.

Yazının küfürsüz olması için özen gösterdiğimden bunu yazan herife bir şey demiyorum ama birader, senin ülkende neler yaşandı ağzını açmadın. Bok yedirilen köylü mü dersin, işkenceden geçirilen aydın mı, sokak ortasında öldürülen öğretmen mi, bebeğini kaybeden genç üniversiteli mi? Şu -mi'lerden destan yazılır, efendilik yapıp burada keseceğim. Bunlara sesini çıkartma, Esad'a akıl ver. Bir süre sonra komik olmaya başlıyor, insan bu denli aşağılık olmamalı diye düşündürüyor.

Komşunun haline bakmayın birader, sen kendi haline bak. Uzağa gitmene de gerek yok, sadece İstanbul'u, Beyoğlu-Nişantaşı-Etiler-Ulus'tan ibaret sayma. Git Bağcılar'a, git Sultanbeyli'ye, dolay semt pazarlarını, gez akşam parklarında. Öyle masada rakı içip, geyik yapmaya benzemiyor hayatı anlamak, algılamak.

Eskiden işimi çok ama çok severdim ancak yavaş yavaş mesleğime olan saygımı kaybetmeye başladım. Ülke cayır cayır yanarken; Acun'un çorabını, Ali Ağaoğlu'nun oğlunun teknesini parçalatmasını, "çikolata yiyenin dalgası kalkıyor" gibi saçma sapan araştırmaların haber yapılması, kendime olan saygımı da azaltıyor.

Akşam akşam komşudan çıkıp, kendi iç sesimi de yansıtmış oldum. Bir aralar yazmıştım, kuruyemişçi dükkanım olsa diye. Çok daha mutlu olurdum, en azından kendime saygımı kaybetmezdim...

Diyet ve iade-i ziyaret



Fatih Terim, Mehmet Ağar'ı ziyaret edince diyet olur ismi. Üstüne söylenmedik kalmaz. "Zaten 96-00 arası Galatasaray'ın şampiyonluklarını nasıl aldığını biliyoruz"dan başlanır, ucu bucağı olmayan komplo teorilerine kadar uzanır.

Bunu söyledim diye, durumun kabul edilebilir olduğunu savunduğumu sanmasın gerizekâlılar. Mehmet Ağar denen heriften ölesiye tiksiniyorum. Galatasaray'ın etrafında dönüp dolaşmasından, posterlere girmesinden v.s nefret ediyorum.

Ama işte hayat böyle sürprizlerle dolu, bir bakıveriyorsun özgürlük abidesi, laikliğin kaleci, cumhuriyetin bekçisi Aziz Yıldırım yanına alıyor Nihat'ı, "şike yaptığı kanıtlansın, yolda görsem selam vermem" diyen Rıdvan denen saçlı canlıyı da katıyor kervana ve basıyor Aydın'a gidiyor.

Şu haberden, milyon teori üretirim. Aziz Yıldırım'ın silah kaçakçılığı yaptığını, bunu Mehmet Ağar'la yaptığını, emekli generallerin Fenerbahçe ile içli dışlı durumlarının bununla bağlantılı olduğunu, tabii buna bağlı olarak bir güç imparatorluğu kurmaya çalıştıklarını, Fenerbahçe başkanı olduğu için döneminde kazanılan kupaları Mehmet Ağar'ın payı olduğunu ve daha pek çok v.s. v.s.


Eeee bunun adı ne oluyor? 'İade-i ziyaret' Hay sizin beyin diye taşıdığınız uzuvlarınıza sokayım. Bu kadar götü başı oynayan, bu kadar şahsiyetsiz, kişiliksiz, yavşak bir güruh olamaz. İşine geldiğinde diyet, işine geldiğinde iade-i ziyaret.

İnsanların arkadaşlarını, dostlarını sizin, bizim seçebilmemiz mümkün değil. Benim çok sevdiğim bir adamı da siz gayet göt bulabilirsiniz ya da tam tersi ama işte hayatta oluyor böyle şeyler.

Aziz Yıldırım polisten dayak yiyen Fenerbahçe taraftarlarınla görüştü mü? Elbette hayır, herifin sikinde değil çünkü.

Sen o taşak beynini iadeydi, ziyaretti diye oyala, bir aptala bile yakışmayacak savunma mekanizmaları geliştirmeye çalış.

Türkiye'de taraftarlar ne yazık ki renk ayırt etmeksizin aptallık çizgisini aşar noktaya geliyor.

"Sen nasıl Galatasaray yöneticisine küfür edersin? O zaman başka takım tut" diyen adama rastladım. Sanki bunlar yönetici değil, 4 halife! Ederim lan, ederim. Ben küfür bilmezdim, Adnan Polat başkanlığında kendi kendime küfür icat ettim. Senin paşa gönlün istiyor diye takım mı değiştireceğim taşaktan firar etmiş yavşak.

Taraftar böyle biat kültürü içinde yoğrulduğu sürece Aziz Yıldırım'ı savunan da çıkar, Adnan Polat'ı mahkeme kapılarında alkışlayan da, koskoca bir kulübü sikerken Demirören'e sevgi gösterisinde bulunan da çıkar.

Bu kirli çarkın içinde herkes var, herkes eşit derecede suçlu. Siz halen sığır gibi son kale demeye devam edin. Kale rok yapıp duruyor, götü başı oynamaya erken başladı.

Neyse siz kıvırmaya devam edin, ziyaret diyerek. Bu kadar aptala tahammül etmek hakikaten zor. Kıvırın gençler kıvırın, biraz gerdan da kırın ama böyle olmuyor. Yapıştıracağım siz kıvırdıkça. Yapıştırrrrr.

Türk usulü eğitim







Hukuk devletinin olmazsa olmazıdır, çocukları böyle kuytuya çekip ellerine copla vurmak. Bu asker kimdir, nedir, necidir bilinmez. Bu yavşağa kim bu yetkiyi vermiştir o da bilinmez.

Yetki almadan bunu yapıyorsa ağzının ortasına sıçacaksın, hem de öyle böyle değil.

Varsa bir suçu çıkar çocuk mahkemesine alır cezasını ya da suçsuzdur serbest kalır.

Demokrasi hızla gelişiyor, ha gayret recme az kaldı.

17 Temmuz 2012 Salı

Koy bir kaset de neşemizi bulalım!



Hep laf sokuyor gibi yapıyorduk, direkt yazayım gitsin. Kendisi avukat gereğini yapar nasılsa.

Bu çılgını kim 'gazeteci' yapmış lan! İçten ANAP'lı, dıştan devrimci, soldan anarşist, sağdan muhafazakâr, üstten muhalif, alttan ne net olarak bilmemediğim bu panda sevimliliğindeki genç de gazeteci olduysa, bu mesleği yapan beynimi, klavye tuşuna basan ellerimi sikeyim.

'3 Temmuz'dan bu yana gelişen sürecin' (cümle alıntı o yüzden tırnak içinde kullandım) en muhteşem kişisi oldu bu genç irisi. Aziz Yıldırım'ın cezaevine girmesinden sonra yangından kaçan orman canlısı gibi sağa sola koşuşturmaya başladı.

Bunun söylemlere bakıyorsun, en baba sosyalistten daha sert, benim diyen anarşistten daha anarşik bir bünye sahibi gibi görünüyor. Ortaçağdan çıkıp, ismini sadece gazeteden okuduğu iki üniversiteli gençten çıkar. Bir gün bunun ANAP'tan aday olduğu ortaya çıktı. Ehh hayat böyle, götü sağlama alacaksın, dün yaptıkların, bugün söylediklerine ışık tutuverir böyle.

ANAP'ı yanlış anlamış bu çocuk. Biri ona desin ki, ANAP ülke tarihinin en köklü hırsızlıklarını yapmış partilerden biridir. Yavru pandanın bugünkü söylemleriyle, ANAP'ın hırsızlık uygulamaları, faşist çalışmaları bir değil.

Fakat ben listeye baktığımda bir ilginç, bir gariplik vardı. Lan oğlum, 18. sıra boşsa, seni niye 19. sıradan aday gösterdiler. Hayır, bu 18. şampiyonluğun elden alınmaması için gösterilen protest bir tavır mı yoksa Galatasaray'ın 18. şampiyonluğuna gösterilen tepki mi?

Ne bileyim, 2011 seçimlerinde bana ANAP'tan, "Hocam seni aday göstermeyi düşünüyoruz" deseler, "ANAP mı? İşte rüyalarımın partisi. Ruhumda can bulmuş anarşikliğimin tek adresi ANAP'tır. Üstelik Turgut Özal'ın siyah Mercedes içindeki 'Semra koy bir kaset de neşemizi bulalım' görüntüsüyle büyüdüm. Değil adaylık, elime kova ve kostik alıp, afişleri yapıştırır, partimizin bir neferi olmaya hazırım" derim.

Ya neyse, bu 'gazeteci' sıfatına takıldım. Büyüyünce Gürman Timurhan olmak için varımı yoğumu harcayacağım. Her parmakta ayrı bir marifet var. Bak arada, derede gazeteci de olmuş. Hoş, Ercan Saatçi'den gazeteci olursa Gürman'dan neden olmasın. Nasılsa gazetecilik, bir köşeye kurulup, aklının estiğini yazmak. Aklına esmezse, estirirler de, sana "Şunu yazacaksın" diyen bulunur.

Şaka gibi lan! Üç tane yazı yazan adam gazeteci oluyor. Bizim Necdet Abi de, 30 senedir bu işi yapıyor ama kendisine gazeteci diyemiyor.

Bu ülkede bir bok olmayan gazeteci oluyor. Çok örneği var, say say bitmez. Seni anarşik bünyeli seni. Ulan sevimli de yeminle. Al kucağına oturt, mıncır sağını solunu.

Koy bir kaset de neşemizi bulalım keraneci...

Unutmadan, bir sonraki seçimde 3. bölgeden aday ol, oyum ANAP'a.

Bacak bacak üstünde mi, bacak omuzda mı?


Cicim yılları bitti, bunların ne bok olduğu ortaya çıktı, enseye tokat, göte parmak oldukları ülkeler birer birer Türkiye'ye postasını atıyor. Son olarak Irak hava sahasını Türk uçaklarına kapattı. Erbil-İstanbul ve Erbil-Antalya seferlerini yapan THY uçakları Erbil'de mahsur kaldı.

Irak Başbakanı Maliki, parmağını sallaya sallaya, "Hava sahamızın ihlali karşısında suskun kalamayız" diyor. Gerçi bizim dış politika parmak sallamaya alışkın. Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'na parmak sallayıp, "Gel oğlum" diyor, bizimkisi hoppala diye yanında bitiyor. O yüzden parmak sorun değil.

Bu "One Minute" olayından sonra Türkiye'de bir efsane yaratıldı. Recep Tayyip Erdoğan'dan, önce Fatih Sultan Mehmet yarattılar, ardından yarı peygamber sıfatını uygun gördüler. Halkın paralarıyla el değiştirilen ve iktidar yalamalığı yapan basın, Ecevit fotoğraflarını servisleyip, "Nereden, nereye" diye başlıklar attı.

Bizimki gaza gelmeyi çok seviyor. Havaalanında 300-500 dangalak karşılayıp, basındaki göt yalayıcı kalemler üç-beş övgüde bulununca, kendini Kanuni zannetmeye başladı.

Başından beri söylüyorum 'One Minute' hadisesi şahane bir kurgudan ibarettir. Herkesin ağzının suyunu akıtmak için fantastik bir kurguydu, istediklerine de ulaştılar.

'Komşularla sıfır sorun' diye bir olguyu ortaya attılar. Geldiğimiz noktaya bakıyoruz, Türkiye'ye bölgede tokat atmayan kimse kalmadı.

İnsanlar gemide ölüyor; (gönderen de bunlardır) bizimkisi esip gürlüyor, basın yalan haberlerle insanları kandırıyor ama sonuç yok.

Uçağın düşürülüyor; bizimkisi yine esip gürlüyor. Konuştuklarını duysan, Suriye'ye girecek zannedersin ama hiçbir şey yapamıyor.

Irak hava sahasını kapatıyor, uçakların mahsur kalıyor, yapabileceğin hiçbir şey yok.

Bizim oğlan istediği kadar atsın, karşıya geçip attığını tutsun, ABD'nin 51. eyaleti konumundaki bir ülke, dış politikada emir almadan adım atamaz. Oradan ne zaman Hillary parmağını sallar, Osmanlı hayranı Taşkentli çılgın Davutoğlu gider, onu da çakma Kanuni takip eder.

Obama karşısındaki bacak bacak üstüne atma pozuna basın ve halk bayılıyor. Ama farkında bile değiller, o bacaklar omuzda, derin derin çakıyorlar Türkiye'ye.

Türkiye'nin sınır komşusu olan herkes bir enseye, bir surata patlatıyor. Herifler aptal değil, her şeyi biliyorlar ve her şeyi görüyorlar, aptal olan bunlara oy veren insanlar.

Köpek olmak kötü bir şey değildir ama insanın köpekleşmesi ve ülkenin köpekleşmesinden daha aşağılık bir şey olamaz.

Not: Bak bu pozun da hastasıyımdır. Olmayan İngilizce ile ne konuştuklarına hep merak etmişimdir. Gerçi Obama gerekirse Erdoğan'la konuşmak için Türkçe bile öğrenmiştir, o derece önemli kendisi. Tabii nereden bulacak, bu kadar biat eden adamı. Ne söylenirse yerine getiriyor. Elemana ülke sattırıyorlar, o yüzden öğrenmiş olsa şaşırmam.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Böyle bir ülke işte

Mehmet Ağar, Kürt raporu yazar,



Ülkenin başındaki adam, ölen çocuğun fotoğrafını sırıtarak alır,


Katiller serbest kalır, milletvekilleri içeride tıkılı kalır,



Sel olur, mağdurlara gemide döner ekmek verilir, göbek attırılır,



İktidarı, 'müteahhitler–mücahitler, cipe binen türbanlılar yarattı' diye eleştiren muhalefet lideri, partiyi kapatıp, iktidar partisine yanaşır,



Muhalefet partisinin milletvekilinin ayağına gaz bombası atılır,



Her sınavda rezalet çıkar, kimsenin umrunda olmaz,



İşçi ölümleri sıradanlaşır, hata kimde belli olmaz,



Bir ülkede şunların iki tanesi yaşansa, ne iktidar kalır, ne başka bir şey ama bizim derdimiz, Acun'un kaç bin TL'ye çorap aldığı, hangi takımın kimi transfer ettiği, ismini bile bilmediğimiz birkaç orospunun nasıl hayat sürdükleri, hangi dizide ne olup bittiğini konuşuyoruz.

Zekâ seviyemiz gün geçtikçe artıyor (!)

15 Temmuz 2012 Pazar

Ercan nasıl siktik ama


E: Alo kardeşim...?

X: Naber Ercancığım...
E: Yaa napalım, şu gazete işini düşünüyorum...
X: Ne oldu ki?
E: Şimdi bana para verip yazdırıyorlar ama...
X: Ama...
E: Biliyorsun ben Ertuğrul Özkök'ün sayesinde yazar oldum. Hatta bir ara spor müdürü filan da yaptılar. Şimdi Enis Berberoğlu başa geçti, onunla çalışmak istemiyorum...
X: Niye?
E: Yaa biliyorsun, orospu çocuklarını ve iç güveylerini sevmiyor. Senden rica etsem, beni Erdal Şafak'la görüştürür müsün? Onunla çalışmayı çok istiyorum...
X: Tamamdır kardeşim.

Bu konuşma Ercan isimli bir spor yazarıyla, başka bir gazetenin Spor Müdürü arasında geçti. Spor müdürünün adı bende saklı. Daha sonra Erdal Şafak'la Ercan görüştü, her konuda anlaştı... Ve'sini biliyorsunuz... Ercan isimli gazeteci, çalışmak istemediği genel yayın yönetmeninin yeni spor yazarı oldu. Yanı neymiş? Başka bir gazeteye transfer olmadan önce, fiyat artırmak mümkünmüş. Ben de 'İç güveysi puşt Ercan duruşu' diyorum.

Bak işte böyle de yazılabilir. X belli değil, konuşma ispat edilemez ama gazeteye köşe olarak bunu koyarsın, birkaç gerizekalının aklını çelersin.

Yok, hakikaten bu ülke garip bir ülke. Ben şimdi kendimi bu herifin yerine koyuyorum. Bir boka benzemeyen, ancak ve ancak anaokul çocuğu beynine hitap eden düzeyde müzik yapacağım, sonra bir kız bulacağım. O kız, bir gazetenin genel yayın yönetmeni kızı olacak, gazetecilikle uzaktan yakından ilgim olmayacak ama spor yazarı olacağım. Bununla da yetinmeyip, Türkiye'nin sözde en büyük gazetesinin başına spor müdürü olacağım, bunların hepsini unutup, köşemde atıp tutacağım.

Bir kere buna midem müsait değil, kişiliğimde orospu çocuğu hamuru da yok. O yüzden ben bunu yapamam ama bu Ercan denen am paparası, rahat rahat yazı yazabiliyor. Hatta asla ortaya çıkmayacak ancak insanların kafasını bulandıracak yazılar da yazabiliyor.

Ulan; bu kadar aşağılık olmak için özel çaba mı harcıyorsun yoksa default o.ç misin? Televizyon ekranlarından "Nasıl siktik" diyen adamsın, Galatasaray bayrağını PKK renkleriyle özdeşleştirmişsin, iliklerine kadar işlemiş bir kompleks var; bunlarla yetinmiyorsun, bir transfer için, aklınsıra cinlik yapıp Hamit'i taraftar gözünde daha baştan akıllarda soru işareti yaratmaya çalışıyorsun.

Bu ülkede köşe yazmak bu kadar kolay işte. Gururunu, onurunu, haysiyetini bir daha hiç aklına getirmeyecek şekilde askıya asar, sonra ortalarda 'gazeteciyim' diye dolanırsın.

Müzisyen desen, müzisyen değil; gazeteci desen, gazeteci değil, ne bok olduğu belli olmayan, kıvamı da tam tutmamış o.ç'sin (artık ne anlama geliyorsa, sen beğendiğini seç). Ama suç sende değil, sana köşe açanda.

Hayatının odak noktası ve yaşama tutunabildiği tek dal Galatasaray düşmanlığı. Bu yolda devam et, belki seni besleyenler sana madalya takar (o madalya nereye takılırsa).

Ne yazık ki, bu ülkede böyleleri 'adam' muamelesi görüyor. Bu başbakana, bu cumhurbaşkanına, bu bakanlara, bu belediye başkanlarına, Ercan gibi yazar yakışır. Senin gibi faşistin külliyatını cilt cilt siksinler.

Seni ve senin gibileri Burak'la toplayıp, Selçuk'la çarpıp, Hamit'le sikeceğiz, rahat ol.

Not: Oğlum yazıyı her yerde paylaşıyorsunuz, ağzımıza sıçılacak bir gün. O yüzden birkaç değişiklik yaptım, başımın daha fazla derde girmemesi için. Ama neyin ne olduğu bellidir, onda bir şüphe yok.

13 Temmuz 2012 Cuma

Alternatif pozisyonlarda sikeceksin bunu

Lan oğlum, ben bu Emre Aköz'ü kaç kez yazdığımı anımsamıyorum. Bu iktidarın en müstesna (!) destekçilerinden biri. Hatta öylesine ilginç ki, iktidarın kendisini savunamayacağı yerlerde, bu herif savunuyor. Hayır, bir noktadan sonra sinir bozucu olmaktan çıkıp komik olmaya başlıyor.

İstanbul'daki trafik sorunundan haberdar olmayan kalmamıştır. Yaşayanlar zaten her gün bu çilenin göbeğindeler ve neler olup bittiğini biliyorlar.

Emre Aköz denen kıçına telefon ahizesi (eski çevirmelilerden, bunu ancak o keser) giresice herif yönetimi suçlayanları "Önce alternatif yolları deneyin" diyerek geçirmiş sözümona. Yazıyı okuduğum zaman bir küfür ettim, aradan 3-5 saniye geçince gülmeye başladım. Cidden lan, siniri bozuluyor insanın, kendini gülmekten alamıyor.

Yazının en fantastik bölümü sonu olmuş. Hafif ajitasyon soslu, halkın sesi Emre, "Biz üstünde fotoğrafımız bulunan, aylık kupon kenarına iliştirilen "mavi kart" döneminin çocuklarıyız. O yıllardan kalma alışkanlıkla, alternatif ulaşım yollarını hem biliriz, hem de kullanmaktan zevk alırız.

Halbuki günümüzün İstanbul'u... Sadece cep telefonundan değil, aracından da ayrılamayan burjuvalar... Ve de otomobile 35 bin lira saydıktan sonra, üç kuruşluk Köprü zammına laf eden orta sınıf zırzırlarıyla dolu... Tabii bir de yasak olmasına rağmen, saat 18.00'de İkinci Köprü'ye dalan oportünist TIR şoförleri var...
Meseleyi yaratan sadece basiretsiz yöneticiler değil, aynı zamanda işte bu insan malzemesi."
demiş.

Şimdi Emre Aköz'ün kim olduğunu bilmesem; gazeteye gelirken otobüs durağında akbil basan bir adam sanacağım. Bir de millete utanmadan "burjuva" demiş, ağzına yüzüne sıçtığımın herifi. Tabii kendisi burjuva değil, sanayi sitelerinde birim çalışması yürütüyor. Lan yavşak, önce kendi sınıfının ne olduğunu bil de, sonra başkalarına bok at.

20 gündür İstanbul'da trafik, insanları çıldırtacak noktaya gelmiş, bu delikli civata trafikteki insanları suçluyor. Hangi alternatiften söz ediyor anlaşılır gibi değil. Bunu alternatif pozisyonlarda sikeceksin, alternatif yolu o zaman görecek.

O kadar TIR'ı, o kadar kamyonu, o kadar aracı hangi alternatif yoldan götüreceksin? Götünden Salacak'a tünel yaptılar da bizim mi haberimiz yok?

İktidar kendini savunamaz durumda, hiçbirinin ağzından tek kelime çıkmıyor İstanbul'la ilgili, onlar da farkında bu işin bokunun çıktığını. Bu herif savunuyor, o yetmiyor; 38 derece sıcakta, otobüste, metrobüste, arabada ağzına sıçılan insanı suçluyor.

Yalakalığın da bir sınırı olmalı ancak bu Emre denen amdan patlarcasına çıkan, geçmişi yarrak ölçmekle geçmiş, yedikçe şişen şiştikçe yiyen puşt, o sınırları da aşıp geçiyor.

Cidden, insan böyle bir yazı yazarken, utanır, yüzü kızarır. Bunlardaki yalama refleksi öylesi bir halde ki, insanın midesini kaldırıyor.

Bu herife gazeteci deniyor, ona yanıyorum.

Gurursuz, onursuz olmaktan daha aşağılık bir şey olamaz, bunu içine sindirmek tam da Emre gibi doğurulmamış, götten fışkıran tiplerin işi.

Bu tavrın sonu iyi yere gitmiyor


Her kulübün taraftarı için, o kulübün bir üyesi olmak gurur vesilesidir. Ben Galatasaraylı olmaktan mutlu olurum, bir başkası Fenerbahçeli olmaktan, bir diğeri Beşiktaşlı, öteki Tavşanlı Linyitli, beriki Adana Demirsporlu olmaktan gurur duyar.

Taraftar olmak acayip bir hadise. Bir kulübü destekliyorsun, o kazandığında havalara uçuyorsun, kaybettiğinde bütün bir haftan bok gibi geçiyor. Düşünsene, hayatta neler için havalara zıplarsın ya da ne olduğunda gözünden yaş gelir. Sayısı hep kısıtlıdır bunların.

Ben de zaman zaman bu duygulara kapılıyorum elbette. Her ne kadar soğukkanlı olmaya çalışsam da beceremiyorum kimi kez. Ve tıpkı yukarıda yazdığım gibi Galatasaraylı olmak da, benim için bir gurur kaynağı oldu.

Xamax maçında 5 tane koyunca, dünyanın en mutlu insanı olmuştum. Ülkedeki diğer futbol takımlarının, tokat üstüne tokat yediği dönemlerde bile Galatasaray'ın o Avrupa'da aldığı sonuçlardan daha fazla mutlu oldum. Ne bileyim işte UEFA'yı aldık, ötesi yok. Her ne kadar birileri, "Ulan başka da bir bok bilmiyorsunuz" dese de, ne zaman aklıma düşse, suratıma bir gülümseme yayılıyor, daha çok sırıtma şeklinde.

Lan ayrıca, niye unutayım UEFA'yı? Sen alsan, dünyayı ayağa kaldırırdın, elbette gurur duyacağım, hatrıma getireceğim, sen "şikenin mucidi Galatasaray" dediğinde, "Al sana UEFA Kupası, onu da mı şikeyle aldık, götten damlama" derim.

Neyse, yazının konusu bu değil. Taraftarlık, son 10 yılda fazlasıyla şekil şemal değiştirdi. Sadece Galatasaray'a özgü bir durum değil, her takımın taraftarında değişiklikler mevcut. Haa, diğerlerinin nasıl olduğu çok da umrumda değil ama değişenin Galatasaray taraftarı olduğunu görünce insan üzülüyor.

2006 yılıydı, Murat Özaydınlı'nın meşhur "fakir fukara" konuşmasını yaptığı zaman. "Deplasmana gidecek para bulamayan Anadolu kulüpleri bile böyle küçük düşmüyor. Fakir fukara edebiyatı yaparak buralara kadar geldiler" diyerek, ne denli aşağılık ve hamurunun nasıl olduğunu göstermişti.

Bu açıklamaya sadece Galatasaraylılar kızmamıştı. Etrafımdaki pek çok insanın, analı-bacılı küfürler ettiğini bilirim.

Bu üstten bakma, rakibini aşağılama, burnundan kıl aldırmayan beyzade tavrı, Fenerbahçe'nin neredeye her yöneticisinde ve taraftarında vardır. Ötesi yok ki, heriflerin yöneticisi "6S" diye açıklama yapıyor. Fenerbahçe nefret paratoneri haline böyle böyle geldi.

Burak-Hamit-Amrabat transferlerinden sonra Galatasaray taraftarlarının halini görünce durumun biraz bu yöne doğru kaymaya başladığını gördüm. Yapılan bir transferden sonra, rakip aşağılamak bir Galatasaraylı tavrı olamaz ve olmamalı. Elbette kimseye 'taraftarlık nasıl yapılmalı?' gibi bir ders verme çabası içinde değilim ama bu tavrı sergileyen adamlarla aynı takımı tutuyor olmak da, beni rahatsız etmeye başladı.

Bir insanın, başka bir insanı parasal açıdan aşağılaması, tipik orospu çocuğu tavrıdır; bunu kimin yaptığının önemi yok.

Bu tavır bize yapıldığı için ne kadar rahatszız olmuştuk, sadece bunu hatırlamak yeterli.

Kimsenin kimseden bir farkı kalmamaya başladı. "Türkiye'dir Galatasaray" diyenler haklı çıkmaya başladı. Bu takımın taraftarı da, tıpkı bu ülke gibi boktan, aşağılık ve yavşak olmaya başladı. Ne kadar gurur duysanız azdır, bu tabloyla övünün.

Fakat ilerleyen yıllarda, nefretin odağı haline gelinirse, kimse bundan şikâyet etmesin.

3-5 transferde götü kalkan, bir şampiyonlukla rakiplerini aşağılayan adamdan adam olmaz. Puştluğun alemi yok, adam olun götverenler.

Ayrıca Galatasaray mümkünse Türkiye filan olmasın. Bu ülke katillerin dışarı salındığı, şike yapanların omuzlarda taşındığı, tacizin tecavüzün tavan yaptığı, dolandırıcıların beyefendi anıldığı, ülkeyi soyanların adam gibi adam sıfatı kazandığı bir yer. Bir arkadaş söylemişti, onun alıntısı ile kapatayım; "Bugün Milli Takım ile Galatasaray maç yapsa, sapına kadar Galatasaraylıyım."

12 Temmuz 2012 Perşembe

12: Bir genelev kapısı numarası


Ne vakittir futbol yazmıyordum, birkaç günden bu yana medyadaki iğrenç haberleri ve sidik yarışını görünce dayanamadım.

Önce Hamit Altıntop'tan başlayalım. Fenerbahçe'yle girişilen her transfer ne yazık ki, mide bulandırır hale geliyor. Bu iğrençliği yaratan spor basınından başkası değil. Herifler, taraftar nefretini körükleyerek, kaostan besleniyorlar.

Çünkü içerik açısından hiçbirinin, diğerinden farkı yok. Aynı boktan haberler, her takım için minimum 200 futbolcu transferi ve görünürde analize benzeyen kahve ağzı yorumlar.

Spor basını 2 yıldan bu yana alışkanlık haline getirdi Galatasaray'ın transfer ettiği oyuncuların 4-5 yıllık maliyetlerini hesaplaması. Geçen yıl Selçuk İnan'ın, dünyanın en pahalı oyuncularından biri olduğuna tanık olduk (!)

Hamit transferinde de benzer bir şeye tanık olduk. Bonservisine 2 milyon Euro verilecek bir adamın maliyetinin 15 milyon Euro olduğunu görüyoruz. 29 yaşında, Almanya'nın en büyük iki kulübünde forma giymiş, dikiş tutturamasa da, Real Madrid gibi bir takıma transfer olmuş adam hakkında yazılabilecek tek şey "Maliyeti 15 milyon Euro" diyorsanız, götün bayrak taşıyanısınızdır.

Bak şimdi, hemen hemen aynı günlere denk geldiği için söylüyorum. Fenerbahçe 6.5 milyon Euro bonservis bedeli verdiği, adamı 4 milyon Euro'ya gönderiyor başlıklar "Hesaplar Dia'dan", "Dia'da zarar yok" diye başlık atılıyor.

Bunu yaparsan yavşaksındır, götsündür, puştsundur. Bir tarafta sürekli bindiriyorsun, vuruyorsun, atılan imzayı matematiğe, geometriye çeviriyorsun, diğerinin götünü yalamadığın kalıyor.

Gelelim Burak Yılmaz'a. 3 Temmuz'dan bu yana gelişen süreçte... Yok lan valla öyle demeyeceğim. Ama hangi cümlenin başına koysan, dikkat çekiyor, o yüzden şansımı deneyeyim dedim.

Burak Yılmaz'ın Süper Final'de 4-2'lik maçta oynamadığı için, Fenerbahçeli birtakım tipler (hatta tamamı amk) "Biz yapsak bu transferi, yöneticilerimiz içerideydi" diyerek, Emenike göndermesi yapıyor.

Oğlum akıllı olun biraz. Burak neden oynamadı 4-2'lik maçta? Bir düşün lan, düşün. Herifin burnu kırıktı. Emenike'nin durumu neydi peki? Hiçbir sakatlığı yoktu ve "Ben oynamak istemiyorum" dedi. şimdi tapeleri tıpa yaptırtma adama, anamalım benim.

Sen desene şuna, "Gökhan Ünal'ı almak için Burak'ı sattık, bir de üstüne para verdik, kendimizi hıyar gibi hissediyoruz" diye. Aslında içses böyle söylüyor ama dışarıdan boku atıyor. Ligin açık ara en iyi 3-5 oyuncusundan biriydi Burak Yılmaz. Almak istesen zaten alamazsın, keriz gibi çocuğu üstüne para verip yollamışsın, ehh haliyle bir bok atmak lazım.

Burak Yılmaz'ı Galatasaray aldı diye, kendini sikecek adamlar var. Niye bu kadar sinir yapılmış anlamıyorum. Biriniz çıkıp da, "Elimizdeki adamın değerini bilmemişiz" demiyorsunuz lan. Aynı şey Fenerbahçe değil de, Galatasaray'ın başına gelseydi, en azından kişisel olarak ben yerden yere vururdum. Bunlar burnundan kıl aldırmıyor ama. Bir kulüp hiç mi kendini eleştirmez, taraftarı hiç mi özeleştiri yapmaz. Sürekli birilerine bok atma çabası.

Hayır boku atan da, şike yaptığı tescillenmiş bir kulüp taraftarı. Belaltı mı vuralım amına koyayım, konuyu sürekli gündeme mi getirelim, ne yapalım anlamıyorum.

Transfer dediğin şey, görünürde şahane gibi görünse de, sahaya çıktığın zaman işler değişebilir, bunu hep gözönünde bulundurmak lazım. Ama Türk pasaportu taşıyan iki tane yetenekli adam Galatasaray'a transfer edildi, bu büyük başarıdır. Burak da, Hamit de (aslında bence yılın imzası Dany ve Umut'tur) çok başarılı hamlelerdir ve ederlerine bakıldığında yönetim başarısıdır.

Siz kendinizi sikedurun, dilerseniz götünüze Haydarpaşa'nın oradaki feneri sokun ama birilerinin becerisine de bok atmayı bırakın.

Yüzsüzlükte sınır tanımamak bu olsa gerek. Önce üstündeki lekeyi temizle, sonra başkasına leke at.

Hadi hadi, "Biz keriziz" diye iç sesini dış sese çevir, aramızda yabancı yok. Hem biz Avrupa'ya yollarsak elemanları, bizden sonra alırsınız, bu kıyağı da kimseye yapmayız lan.

Ambarat da bitmiş, benden duymuş olmayın.

Unutmadan, bu transferlerde imza atılmış değil, eleştirim genel tavradır. Göt olmam yani, merak etmeyin.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Oradan, buradan...

Kendisini solcu olarak niteleyen birtakım dangalakların Akp iktidarına verdiği desteği unutmuş değilim. 'Yetmez ama evet' diyerek, referandumda oy vermelerini de. Televizyon ekranlarında, gazetelerde eski solculuklarının ekmeğini yiyen yavşakların, "Akp gerçekten demokratik" diyerek, övgü yağdırmalarını da.

7 tane gencecik, savunmasız üniversiteli genci infaz edenlerin salıverilmesini sağlayan iktidara, yukarıda ismi geçenler ne kadar teşekkür etse azdır. O kadar 'demokrat' bir iktidar ki, eli kanlı katillerin serbest kalmasını sağlıyor, onlara özgürlük veriyor.

Bayılırız suçluya tapmaya. Herif karısını öldürür, namus cinayeti işledi diye, 'abi' muamelesi görür. Öteki şike yapar, milyonlarca insanı aptal yerine koyar, birilerinin hakkını yer omuzlarda taşınır.

Bu eli kanlı katilleri de, MHP yöneticileri karşılamış. Ehh tabii 'dava arkadaşları' bu götverenler.

Baklava çalan çocukları hapse tık, poğaça çalan adama 12 yıl ver, katliam yapanı sokağa sal. Adaletinizi siksinler sizin.

CİNNET GETİRMEYE AZ KALDI

İstanbul'da yaşayıp da, trafik çilesinden söz etmemek olmaz. İnsanlar 15-20 dakikada alabilecekleri yolu 4-5 saatte gidiyor. Üstüne hava sıcaklığı ve nem de eklenince cinnet getirmemek mümkün değil.

"Bu ülkenin başbakanıyım, her konu beni ilgilendiriyor" diyen başbakan, konu hakkında halen bir yorum yapmış değil. Tüm dertleri 3. köprünün yapılmasını sağlamak. Nasılsa kimse sesini çıkartmıyor, kuzu kuzu yolda gidip geliyor.

Bu mantıkla, nükleer enerjinin gerekliliği için kışın doğalgazın vanası kapatılırsa, kimse şaşırmasın. Çünkü bunlar en adi ve en aşağılık yöntemleri kullanmakta hiçbir beis görmüyorlar.

TOKİ SUÇLU DEĞİLMİŞ!

Samsun'da büyük bir acı yaşandı. Doğayla oyun olmayacağını algılama sorunu yaşayan TOKİ'nin, dere yatağını değiştirdiği ortaya çıktı. Yani ölen 12 kişinin sorumlusu bu kurum ve onun başındaki insanlar.

Ancak Türkiye'de istifa denen zaman zaman şerefli olabilen mekanizma hiç çalışmaz. Az önce ülkenin başındaki şahıs, "Dere yatağına bina inşa etmek gibi TOKİ ile ilgili bir şey söz konusu değil. TOKİ suçlu değil" diyerek, her zaman yaptığı gibi topu taca attı.

Bugüne dek, suçlu, haksız oldukları tek konu dahi olmadı. Çünkü biliyorlar ki, bir kişiyi yedikleri an devamı gelecek, o yüzden de kimseyi kurban etmiyorlar. Bunun en belirgin örneğini YÖK Başkanı'nda yaşadık. O yüzden şaşırmıyorum.

POLİS İŞKENCE YAPAR, ADAM ÖLDÜRÜR AMA TRAVESTİ OLAMAZ

İstanbul Güngören'de görevli bir polisin travesti olduğu haberi çıkar çıkmaz, Emniyet Genel Müdürlüğü, 28 yaşındaki F.B. isimli memuru görevden azledildi.

7 polis sokak ortasında, bir vatandaşı öldüresiye dövünce, üniversite öğrencisi öldürünce, haklarında soruşturma açılır ama travesti olunca jet hızıyla Emniyet'ten atılır.

Ahlak anlayışları bu kararları almalarına yol açıyor. Çünkü kurum olarak ahlaksız ve adiler. İnsan öldürmek, işkence yapmak konusunda sıkıntıları yok. Emniyetin tüm derdi, travesti bir polis memuru. Sen polis memurusun nasıl olur da travesti olursun, efendi gibi (!) toplan, sokağın ortasında önüne geleni döv, sonra da dövdüğün adam hakkında şikâyetçi ol, öyle değil mi!!!

REZALETSİZ SINAV GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ

Akp iktidarının döneminde vukuatsız sınav olmamasına alıştık. Neredeyse her sınavda bir rezalet ortaya çıkıyor ama ya kimse suçlu olmuyor ya da kendilerini bağlamıyor bu mesele.

Yüzbinlerce insanın umut bağladığı KPSS'de de benzeri bir rezalete tanık olduk. Bu kez belli ki hazırlıklılarmış, olayı KCK üstüne yıkıverdiler. Nasılsa hazırda suçlular var (!) Bundan sonra bir rezalet ortaya çıkarsa ya KCK ya da Ergenekon'un üstüne atıver, sen aradan sıyrıl. Sınavı düzenleyenlerin hiçbir kusuru yok, onlar her zamanki gibi pir-ü pak. Sütte leke olur, Akp'nin bürokratlarında leke olmaz.

Milyonlarca insanın hakkını yediler ve yemeye devam ediyorlar, bu hiç mi vicdan azabı yaratmak bir insanda? Cidden şaşırıyorum, bunlar nasıl kafalarını yastığa koyup uyuyabiliyorlar diye.

ONE LOVE FESTİVAL

14–15 Temmuz'da santralistanbul'da düzenlenecek olan One Love Festival'in 11.sinin iptali için yoğun bir kampanya yürütülüyor.

Bak 11, diyorum lan, 11. Bugüne kadar 10 kez yapılmış, kimse rahatsız olmamış. 11.sinin yapılmasına kısa süre kala, Eyüplüler diye bir grup "Eyüp Sultan'da bira festivaline HAYIR diyoruz" demeye başlamışlar.

Lan oğlum, bugüne kadar aklınız neredeydi sizin? Birdenbire mi Eyüplü oldunuz? Ayrıca bira festivali nedir?

Bu ülkede başkalarının yaşamlarına karışmak, bazı Sünni Müslümanların asli görevi haline geldi. Kendi hayatlarına saygı gösterilmesi adı altında, başkalarının yaşamlarınıa burnunu sokmaya bayılıyorlar. Daha önce milyon kez yazdım, üstünden tekrar tekrar geçmek istemiyorum ama yetti ulan, yetti. Siktirip gidin yaşamak istediğiniz bir ülkeye, orada koloni halinde ne sik isterseniz yapın.

TAZMİNATLARA ELVEDA

Çalışanın güvencelerinden birine tecavüz edildi. Halktan yana olduğunu ileri süren Akp iktidarı, işvereni kollayarak, kendisine de fon yaratmış olacak. Gelir kaynağı sadece vergi olan bir ülke devletinin, bu tip emekçi düşmanı planları uygulamaya geçirmesi çok da şaşırtıcı değil.

Şaşırtıcı olan, milyonlarca çalışanın bu konu hakkında tek bir protesto yapmaması, sendikaların kuru gürültüden başka kılını kıpırdatmaması. Sanırsın ki, götverenlerin hepsi işveren. Ulan işte senin, benim hakkımı yiyorlar, senin çoluğunun çocuğunun hakkını devlet gaspediyor. Sesini çıkartsana, sokağa çıksana.

Ne gerek var ama! Twitter'dan iki bağırıp, facebook'a da fiyakalı bir mesaj yazdın mı, gönül rahatlığıyla hayatına devam edebilirsin.

Bu kadar aptal bir halkı arasan bulamazsın. Her yaptıklarıyla ağzımıza sıçıyorlar, "Yezmez sikin bizi" diye bağırıyoruz.

'Olsa iyi olurdu'




Mahatma Gandi'nin, "Batı uygarlığı hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıttır, "Olsa iyi olurdu."

Bundan 17 yıl önce, Birleşmiş Milletler koruması altında bulunan Srebrenitsa kentine, Sırplar girer ve 20 bine yakın insanı katleder. Bütün dünya izler ama kimse kılını bile kıpırdatmaz.

Her yıl yüzlerce ceset daha ortaya çıkıyor. Yapılan araştırmalarda, insanların yakılarak, kurşunlanarak öldürüldüğü hatta ve hatta diri diri toprağa gömüldükleri ortaya çıkıyor.

Binlerce kadına tecavüz edildi, onbinlerce çocuk öldürüldü, milyonlarca insan evinden edildi.

Bu dünya Hıristiyanların da, Müslümanların da, Yahudilerin de katliamlarını gördü, görüyor da.

Bu dünya kendisine en 'uygar' diyenlerin, ne denli canavarlaştığını gördü.

İnsanlığı elden bırakmamak lazım, bunun dışında hiçbir şeye inanmıyorum.

Srebrenitsa dünya tarihinin, 'modern batı'nın en büyük katliamlarından biri. Ne unutmak lazım, ne de unutturmamak. Unuttuğunuz her katliam, yerini bir yenisine bırakacaktır çünkü.













6 Temmuz 2012 Cuma

Ne desen boş



Sefa 20 yaşında, Fenerbahçe taraftarı. Fenerbahçesi'nin Topuk Yaylası'ndaki kampına gitmiş, İstanbul'dan. Aziz Yıldırım'a geçmiş olsun demek için, futbolcularla görüşüp, konuşabilmek için.

Gerçek taraftarlığın, karşılıksız sevginin tarifi gibi Sefa'nın davranışı.

Bunu gördükten sonra, insanların birbirinden nefret etmenin, saçma sapan kavgaların ne denli anlamsız olduğunu anlıyorsun.

Sefa; "Olsun, kaptan Alex, Caner, Orhan Şam ve diğer futbolcularla görüştüm, fotoğraf çektirdim. Bu da benim için yeter" demiş.

Seni tanımak da benim için yeter Sefa.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Parası neyse verirsiniz



Samsun'da yaşanan sel felaketi, 6'sı çocuk 8 kişinin ölümüne neden oldu. İnsanlar evlerinde, boğularak can verdi.

Samsun'da TOKİ tarafından yapılan konutlarda ölen bu insanların hesabı da verilmeyecek. En fazla "Ne var canım, tazminatlarını ödedik" diyerek, dini imanı para olan şerefsizlerin, insan hayatının karşılığının maddi olarak karşılanabileceğini düşünerek işin içinden çıkacaklar.

Kadercilik oynayacaklar, belki maden emekçilerinin cinayet gibi ölümlerinde olduğu gibi, "Güzel öldüler, o konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini rahat söyleyebilirim." denilecek.

Ama suçlu onlar olmayacak, her türlü bilimsel veriyi hiçe sayıp, konunun ehli kimseyi dinlemeden 'biz yaptık oldu' zihniyetiyle hareket edip, iki dere yatağına konut dikenler, suçlu olmayacak.

Ülkenin başbakanı, İstanbul Belediye Başkanı olduğu zaman ne diyordu, "Derelerin intikamı ağır olur." Şimdi bu sözü hatırlatmaya yüreği olan bir tane gazeteci çıkmayacak, bu soruyu soramayacak.

Kendizi zaten hiç mi hiç anımsamayacak bu cümlenin ağzından çıktığını. Vicdanını bir askıya bırakıp, ülkeyi pazarlamaya başlayalı çok oldu.

Samsun'da 8 kişiye mezar olan TOKİ konutlarını, dönemin TOKİ Başkanı şöyle anlatıyor: "Dünya ile kucaklaşmaya çalışan Türkiye'de 120 belediye ile toplu konut anlaşması imzaladık. Projelerimizi büyük bir başarıyla yürütüyoruz. Türkiye'nin gerekli imar şartlarını taşımayan binalardan artık kurtulmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Canik'te halkımız için çağdaş bir yaşam alanı oluşturacağız.

Bu projede sadece konutlar yaklaşık 350 milyon TL'ye mal olacak. Ticaret merkezleri, okullar, camiler, parklar, diğer tesisler ve cezaevinin yeniden inşa edilmesi de dikkate alındığında beldede yaklaşık 500 milyon TL'lik bir yatırım gerçekleşecek."


Bunlar söyleyen adam (adamlığı lafın tamamen gelişi) şu an Çevre ve Şehircilik Bakanı. Altında imzası bulunan karardan zerre rahatsız olmayacak.

Bu ülkede insanlar madenlerde ölüyor, tersanelerde ölüyor, cezaevlerinde ölüyor, sokaklarda ölüyor. Bunların hiçbiri yetmiyor, artık evlerinde ölüyor.

Bilimi hiçe sayıp, uzmanları 'yanlı ve taraflı' olarak niteleyip, onları safdışı bırakarak, istedikleri kararları istedikleri gibi alanlar, bu insanların katilidir.

Tek umudum, can çekişerek, götünüzden kan gele gele gebermeniz. O gün, hayatımın en mutlu günü olacağı kesin.



1 Temmuz 2012 Pazar

Utanç



Menekşe Kaya: Madımak Oteli'nde yakılarak öldürüldüğünde 15 yaşındaydı. Lise öğrencisiydi.

Koray Kaya: Madımak Oteli'nde yakılarak öldürüldüğünde 12 yaşındaydı. Ortaokula gidiyordu.

Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürüldüler. Bulunduklarında birbirlerine sarılmış halde bulundular.

Her yıl 2 Temmuz'da insanlığımdan, bu ülkenin bir ferdi olmaktan utanıyorum.