Son 10 yılda doğalgaza yapılan zam oranı yüzde 350. Rakam yanlış değil, götümden de uydurmadım, Akp iktidarının 10 yıl süresince doğalgaza yaptığı zam oranı net olarak budur.
Şöyle örnekleyeyim. Bundan 8 yıl önce aldığım maaş 1 milyar 800 bin TL'ydi (bin 800 TL). Altı sıfırı hayatımızdan çıkarttıkları için müteşekkirim, milyar gibi rakamlarla artık uğraşmadığımız için.
Tansaş'a gidip alışveriş yapıyordum 15 günde bir. Abur cuburdan tut da, kahvaltılığa, oradan kasap alışverişine kadar hepsini içine koy işte. Kasada ödediğim rakam 65 ila 75 milyon arasında değişiyordu. Bugün verdiğim rakam ise 140 ila 160 TL arasında değişiyor. Yaptığım alışveriş 7 yılda yüzde 100 artarken, aldığım maaş ise yüzde 100'ün çok ama çok az altında kaldı.
Şimdi buradan yaptığımız çıkarım ne? 7 yılda hayat çarşı pazarda yüzde 100'ün üstünde zamlanmış ama aybaşında cebime girmesi gereken ama götüme kaçan maaş ise yüze 50'yi ya bulmuş ya bulmamış. Bu sadece çarşı pazar hesabı. Yani kısacası temel ihtiyaçlar.
7 yıl önce kışın verdiğim doğalgaz parası 60 TL'yken, geçen kış verdiğim doğalgaz faturası 320 TL'ye çıktı. Bak bu sadece doğalgaz parası. Buna elektriği, suyu ve ulaşımı da eklediğinde ay sonunda cebimde kalan parayı bir hesaplayın. Ki, bundan 7 yıl önce her hafta dışarı çıkar, rakı masası yapar, alemde sekerdim, buna rağmen ay sonunda cebimde para kalıyordu. Ancak şu an bunu minimuma indirmiş durumdayım ve artık 4 TL olan birayı bile alırken, "Lan acaba gereksiz mi harcıyorum?" diye kendimi sorgular hale gelmişim.
Benim arabam yok, almayı da asla düşünmüyorum ancak bu ülkede pek çok insan araba kullanıyor. Şunlara bir de benzin parası eklesen aldığım maaşla geçinebilmemin mümkünü yok, üstelik oturduğum ev kendimin, kira vermiyorum. Kira versem, bildiğin götü verecek konuma gelirim.
Şimdi şu tabloda anlamadığım şey nedir diye kendi kendime soruyorum ve aldığım yanıt "Oğlum ne bileyim amına koyayım, harbi bu heriflerin bir hikmeti mi var acaba da, ülkenin yarısı bunlara oy veriyorum" oluyor. Cidden, bu insanlar açlık ve sefalet altındayken, nasıl oluyor da, bu koşullar altında heriflere oy vermeyi sürdürüyor. Anketler yapılıyor, oy oranları 2 aşağı 3 yukarı yine aynı. Bugün seçim olsa yüzde 48-55 arası oy alacaklar.
İnsanların seçimlerine karışılmaz, laf söylenilmez deniyor ya, "sikerim böyle seçimi" diyesim geliyor. Açlıktan ağzı kokuyor, evine sadece kurban bayramında et giriyor, bütün yıl makarna-bulgur pilavından başka bir şey yiyemiyor ama halen oy vermeyi sürdürüyor. Hakikaten çıldıracak gibi oluyorum, şu tabloyu görünce. Bu yüzde 50 koyun kırması gerizekalı böyle yönetilmeyi hak ediyor diyelim, lan ben niye hak ediyorum? Niye bu işkenceyi çekmek zorundayım ki!
Haber sitelerinden yorumlar göreceksiniz altta (Yazıları değiştirmeden koyacağım, hatalar bana ait değildir).
"butun ulkelerde var zam olayi. cari acik nasil kapatilacak fikriniz varmi. IMF den borc alinarak mi?? alistiniz tabi eski hukumetlere nasil olsa imf vardi demi.. yok oyle sey. herkes tasarrufunu yapacak.."
"Hükümete saldıran kesimlere doğalgazın %99'unu ithal ettiğimiz ve fiyatları bizim belirlemediğimiz birisi anlatsın dicem ama anlatsakta işlerine gelmez.. Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar."
"biz daha kendi çocuğumuza laf geçiremiyoruz. adam 70 milyonu idare ediyor. kolaysa siz yapın başbakanlığı. hem başbakanmı yapıyor zammı?"
"yılda ortalama 2000 tl doğalgaz parası veren türk halkına 200 tl olarak bile yansımayan zamdır. yani ayda 16 liraya falan tekabül ediyor, o da 2 paket sigara parası. sözün özü yerinde zamdır. abartı değildir."
Doğalgaza 9.8 zam yapılmış, elektriğin birim fiyatı 18.91’den 20.80 liraya çıkmış, herifler savunmayı sürdürüyor. Sanırsın götünden doğalgaz fışkırıyor pezevengin evladının ya da orospu çocuğu elektriği anasının amından çekip çıkartıyor.
Ya farkında mısınız bilmiyorum da, her hafta bir şeylere zam geliyor, insanların üstündeki vergi yükü de cabası. Sadece soluk alıp vermek için ve aç kalmadan ölmemek için yaşamaya çalışıyoruz.
Bu ülke çığrından çıktı, garip bir sonsuz destek var iktidardakilere. İlginç olansa, bunları savunanların yaşama güçlüğü çekmesine rağmen, o desteği sürdürmesi. Herifler milyarlarla dolar hortumladılar, milyarlarca doları çöpe atıyorlar, ülkenin topraklarını peşkeş çekip, dağlarını, ovalarını delik deşik hale getiriyorlar, ülkenin doğal zenginlikleri yok ediliyor bunların attıkları imzalarla, kan gölüne dönmüş topraklarda yaşıyoruz ama milyonlarca insan, 'hep destek tam destek' şiarıyla hareket ediyor.
Ülkeyi siyaseten de zıvanadan çıkarttılar. Hayatında herhangi bir darbeye ses çıkartmamış, hatta tam tersi alkışlamış milyonlarca yavşak, aniden darbe karşıtı oluyor. Geçen gün alışveriş yaparken 20 yaşlarında bir eleman arkadaşına aynen şunu söyledi "Abi çok çektik darbelerden, iyi oldu."
Dayanamadım, "Eleman senin yaş kaç?" diye soruverdim. "21 yaşındayım" diye yanıtladı. "Sen hangi darbeyi gördün ve gördüğün hangi darbeden nasıl etkilendin?" deyince, "Belli sen darbe yanlısısın" dedi. Nasıl sinirlendiğimi anlatamam, "Birazdan hayatındaki en sağlam darbeyi yaşayacaksın. Sizin topunuzun amına koyayım. Senin taşıdığın ve savunduğun zihniyet 12 Eylül'de asker kucaklıyordu" dedim, sonra araya birileri girdi, sesimin tonu fazlaca yükselince.
Bütün hayatları ezberden ibaret. Öğrenilmiş ve öğretilmiş kelimeleri seçip hep bir ağızdan aynı cümleleri kuruyorlar. Yarın darbe olsun, bir tanesi sokağa çıkarsa geçmişimi siksinler.
Bu iktidara oy vermeyi düşünen kim var, aptalın önde gidenidir. Sokarım böyle seçime, herifler ağzımıza sıçıyor, bunlar "Ama usta götümü neden sikmedin?" diye sitem ediyorlar.
Ustamız şiir seviyor, ona gitsin bu da;
Türk milleti gariptir
Her lafı kaldırmaz
ibne dersin kızar da
sikersin aldırmaz.
Neyzen Tevfik
30 Eylül 2012 Pazar
29 Eylül 2012 Cumartesi
17'de 16, şerefli ikincilik ve Cris
Taraftar dediğin böyle bir şey oluyor. Kimse çıkıp da, "Yauvv biz de böyle değil" demesin. Sonuçlar iyi giderken, Carvalhal Beşiktaş'ın çocuğu olur, zirveden düştüğün zaman, Beşiktaş gibi büyük bir camiaya Carvalhal 2 numara küçük gelir.
Esasen çok kişi dile getirmiştir, 17'de 16 yapan takımın teknik direktörü, boktan futbol ve sonuçlardan sonra hocasız'lığa evrildi. 2 yıldır herkes kendisini kandırıyor 'şike yapmadık' diye. Geçen yıl toz konduramadılar, bu yüzden Aykut Kocaman'a.
Takımda birliği, beraberliği, ayakta kalmayı başaran adamdı. Şampiyonlar Ligi gitti, UEFA'da son 10 dakikada galibiyet elden gitti ve ligde de sonuçtan daha çok can sıkıcı bir futbol oynanınca, 'orası'nın Fenerbahçe olduğu takımın teknik direktörünün olmadığını anlayıverdik (!)
E be canım, tarlalar sürülürken, dikim yapılırken, işçilere para verilirken her şey iyiydi, o zaman da bu takımın başında 'Kocaman yürekli adam' vardı, bugün ne değişti? Bunu samimi olarak soruyorum, değişen nedir? Yoksa "3 Temmuz'dan bu yana gelişen süreçte" diye başlayıp, noktayı cemaatle mi koyacaksınız?
Arkadaş, hakikaten aklım almıyor, insanların bu denli akıl dışı savunmalara inanılmasını. "Yaptık" desen ölmezsin. Sen yaptın da, Galatasaray, Beşiktaş yapmadı mı? Aynı şeyi bunlar da yaptı. Her başarısızlıkta, hit bestesi 'şerefli ikincilik' namelerini seslendirenlerin 100. yılda Alaattin Çakıcı sayesinde nasıl şampiyon olduğunu bilmeyen mi var? Bunun diyeti olarak da, 'şerefli ikincilik'lerin takımı Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili ve Sinan Engin'in talimatıyla ve bilgisiyle Çakıcı için 'Beşiktaş Travel' antetli kağıdı ile vize başvurusunda bulunuluyor. Başvuruya imzayı Beşiktaş Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Arı atıyor antetli kağıdın üstünde ve 'Kendisi bilgimiz dahilinde İtalya'ya gidip-dönecektir. Vize verilmesi rica olunur' ifadeleri yer alıyor.
İşin ilginci Çakıcı'nun kuyruğu sıkışıyor ve İtalya'dan Avusturya'ya hareket ediyor. Tesadüfe bak ki, Beşiktaş aynı tarihte Avusturya'da kamp yapıyor. Hani şu, 'Beşiktaş Travel' antetli kağıdı ile vize başvurusunda bulunulan Alaattin Çakıcı!
Herkes kendi kendine efsaneler yaratıyor, olmayan başarı hikayeleri ile kendisini ve başarısızlığını savunmaya çalışıyor. Bu 'şerefli ikincilik' edebiyatının altında da bu yatıyor. Bir penaltıya takılan adamlar, şu olup bitene kafasını çevirmez bile, bir yerde konuşulursa, ölü numarasına yatar, hatırlattığın zaman 8-0'dan başka ağzından bir şey çıkmaz.
Burada sanırım 20 kez yazmışımdır, Türkiye'de şike yapmayan kulüp olmadığını, kimsenin temizlikten söz etmemesi gerektiğini. "Dön de kendine bak" diyeceklere karşı gayet rahatım o konuda.
Olayı bambaşka bir yere taşıdım, aslında söylemek istediklerim bunlar değildi ama yeri gelmişken, bir anımsatmaya ihtiyaç olur diye düşündüm.
Dedik ya, "taraftar dediğin böyledir" diye, hah işte, tam onu söyleyecektim. 2-0'lık Orduspor mağlubiyetinden sonra sağda solda yazılanlara bakındım biraz. Geldiği gün, 'Galatasaraylı futbolcuların toplamından daha çok Şampiyonlar Ligi deneyimi' olan Cris için söylenmedik şey bırakılmamış. İnanın, "ben demiştim" güzellemesinde bulunmayacağım, hatta o yüzden yazmıyorum ancak, insanlara bok atarken, aptallıkla karıştırdığınız iyi niyetinizi bir gözden geçirin.
Tamam götün sıkışmış, stopere ihtiyacın var, transferin de son gününe gelmişsin, hepsini anladık. Ama bu ülkede transfer etmek için transfer diye bir olgu var. Cris net olarak bu tanıma uyuyor. Büyük takımmış gibi davranmanın da, kendini galaksinin hakimi sanmanın da anlamı yok. Galatasaray, kafamıza yerleştirdiğimiz büyüklükte bir takım değil.
Büyük takımların B, C hatta D planları olur. Bir stoper sakatlanıyor, senin tüm transfer dengen değişiyor. Pazardan çilek almaya giderken, kabak kavuna razı oluyorsun. Bunu yapan kulübe büyük takım denmez. Haa sen dersin demesine de, senin kafandaki büyüklük algısıyla, benimki arasında fark vardır.
Ben arada hatırlatmaya devam edeyim. Cris'ten bir bok olmaz. Bunu tek maç üstünden söylemiyorum. Hayır, her şeyi geçtim, öyle sözleşme imzalanır mı lan! Oğlum aptal olmanın anlamı yok, 36 yaşında adamı transfer etmeyeceksin. Büyük müsün? Basarsın parayı, piyasadan alabileceğin en iyi adama imza attırırsın. Yoksa alma, transfer yapmış olmak için transfer yapma.
Haaa, unutmadan herkes Hakan Balta'ya bok atmış Stancu'nun golünde. Kusura bakmayın da, ya bunu söyleyenler futboldan anlamıyor, ya benim izlediğimle, bunu söyleyenlerin izlediği farklı oyunlar. Hakan Balta'dan hazzetmediğimi bilen bilir ama o pozisyonda gram hatası yok. Tam tersi, orada bulunduğu için bir Turgay Şeren 'aferin'ini hak ediyor eleman.
Konu uzadıkça uzadı. Türkiye'de taraftar böyledir. Bu kulaklar Hagi'ye küfrü duydu, o yüzden artık şaşırmıyorum. Şaşırdığım tek şey, iyi niyetli Fenerbahçeli arkadaşların, Aykut Kocaman teknik direktörlüğünde herhangi bir takımda (o takım ister Barcelona, ister Real Madrid, ister Juventus, ister Chelsea olsun) 17'de 16 yapacağına inancıdır. Valla lan, halen inanıyorsanız, beyninize sokayım sizin. Bu kadar iyi niyetle Polyana'yı bile sikerler...
28 Eylül 2012 Cuma
Futbol ulemalığının ilk koşulu 'çük' sahibi olmakmış
İnsanlar, egemenlik alanlarını korumayı seviyor. O alana girildiğinde, tehlike altındaymışcasına, tıpkı kirpilerin oklarını fırlattığı gibi, taarruza geçiyor. Öyle ya, varoluş nedenine, kendince 'tecavüz' ediliyor.
Ümit Özat'ın gösterdiği refleks tıpkı buna benziyor. Hayatta var olduğu ve kendisini var edebildiği tek alana birileri girmeye başlamış. O da kendisini tehlike altında olduğunu zannedip, oklarını fırlattı.
Futbol, hemen hemen tüm dünyada son 20 yıla kadar erkek egemenliği altındaydı. Sonra kadınlar da, bu güzel oyunun farkına varmaya başladı ve önce izleyici, ardından da katılımcılığa karar verdiler. Böylesi basit bir oyun için "Kadınlar, erkekler kadar futboldan anlamaz" cümlesi, en yalın haliyle, cahilliğin dik alası oluyor.
Üstelik bu yargıyı savunmak için "Bir kadına, bana temizlik yapmayı benim kadar beceremiyorsun, yemek yapmayı beceremiyorsun derse zoruna mı gidecek?"diye savunmak, o cahilliği perçinliyor. Yani tam da burada, dünyanın en özel ve en iyi aşçılarının erkekler olduğunu mu söyleyelim ya da temizlik ve yemek yapmayı, kadının birincil görevi sayan beyni mi lanetleyelim bilmiyorum.
İnsanın, savunma yaparken, aptalca kelimeleri yan yana getirip, ahmakça bir cümle kurması hep güldürmüştür beni, Ümit Özat'ın söyledikleri ve yazdıklarından sonra da, benzer bir durum oluştu.
Altını tekrar çizerek söyleyeyim, futbol basit bir oyun ve bu oyunu anlamak için herhangi bir cinsel kimliğe ait olmak gerekmiyor. Hadi diyelim, kadınlar futboldan erkekler kadar anlamıyor. Peki o vakit, eşcinseller, travestiler veya farklı cinsel tercihleri olanlar ne kadar anlıyor? Bu savunma bile, aslında erkek ve kadından öte her türlü cinsel anlayışı reddediyor ve o reddediş altında sapına kadar seksist bir yaklaşım yatıyor.
Konuya 'geleneksel' Türk toplumunun bakış açısıyla yaklaşacak olursak, Ümit Özat görüşünde haklı görünüyor. Bu yüzdendir ki, haber sitelerinin yaptığı anketlerde de, bu sığ yaklaşımı haklı görecek sonuçlar çıkıyor. Ancak burada, çoğunluğun verdiği tüm kararların doğru gösterilmesi, başka bir aptallık olarak karşımıza çıkıyor.
Ümit Özat'ın söylediklerinin ya da savunduklarının çarpıklığı, biraz da medya tavrından kaynaklanıyor. Her eski futbolcuyu, her işsiz teknik direktörü, konunun bilir kişisiymiş gibi gazetede köşe veren, medya patronları ve spor müdürleri, tanınmış isim kaygısıyla, bu tavrı sürekli hale getirdi. Sanırım yüzlerce kez söylemişimdir ama yineleyeyim. Futbolculuk hayatı boyunca "Önümüzdeki maçlara bakacağız", "Camia olarak kenetlendik", "Şanssızlıklar peşimizi bırakmıyor" gibi cümleciklerden başka söyleyecek sözü olmayan adamların, futbolu bırakır bırakmaz ya da işsiz kalır kalmaz, ışık hızıyla 'gazeteci'ye dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Bu adamlar bir süre sonra kendilerini gerçekten 'gazeteci' sanıyor ve o sıfatı kullanmaya başlıyor. "Sow o golü atsa her şey farklı olur", "Muslera'nın 25. dakikadaki kurtarışı maçın kaderini değiştirdi" diye tribünlerde, televizyonlarda hepimizin izlediği bir maçı, 'köşe yazısı' adı altında insanlara yutturduğunu sanınca, sıfatına da iyiden iyiye ısınıyor.
Böyle garip bir ülkede yaşıyoruz. Futbol konusunda köşe yazmak için futbolcu olmak, sinema eleştirmeni olmak için yönetmen veya oyuncu olmak, siyaset yazarı olmak için de siyaset yapmış olmak gerekliliği var da biz bilmiyoruz sanırım. Öncelikli ülkedeki hakim gazetecilik anlayışının kafalarda pekişmesi lazım ki, Ümit Özat'ın o ekranlara çıkmanın temel koşulu olarak futbol oynamak gerektiğini sanmasın.
Futboldan anlamak için salt erkeklik gerekmiyor ama bunu anlatmak için de erkek egemen toplumun, zihnen ve ahlaken arınması gerekiyor.
Ümit Özat içinse, ne söylesek fayda etmez. Çünkü o, halen yemek ve temizlik yapmayı kadının görevi sayıyor. Ümit'e tavsiye, biraz kitap okusun, dağarcığını genişletsin.
Ümit Özat'ın gösterdiği refleks tıpkı buna benziyor. Hayatta var olduğu ve kendisini var edebildiği tek alana birileri girmeye başlamış. O da kendisini tehlike altında olduğunu zannedip, oklarını fırlattı.
Futbol, hemen hemen tüm dünyada son 20 yıla kadar erkek egemenliği altındaydı. Sonra kadınlar da, bu güzel oyunun farkına varmaya başladı ve önce izleyici, ardından da katılımcılığa karar verdiler. Böylesi basit bir oyun için "Kadınlar, erkekler kadar futboldan anlamaz" cümlesi, en yalın haliyle, cahilliğin dik alası oluyor.
Üstelik bu yargıyı savunmak için "Bir kadına, bana temizlik yapmayı benim kadar beceremiyorsun, yemek yapmayı beceremiyorsun derse zoruna mı gidecek?"diye savunmak, o cahilliği perçinliyor. Yani tam da burada, dünyanın en özel ve en iyi aşçılarının erkekler olduğunu mu söyleyelim ya da temizlik ve yemek yapmayı, kadının birincil görevi sayan beyni mi lanetleyelim bilmiyorum.
İnsanın, savunma yaparken, aptalca kelimeleri yan yana getirip, ahmakça bir cümle kurması hep güldürmüştür beni, Ümit Özat'ın söyledikleri ve yazdıklarından sonra da, benzer bir durum oluştu.
Altını tekrar çizerek söyleyeyim, futbol basit bir oyun ve bu oyunu anlamak için herhangi bir cinsel kimliğe ait olmak gerekmiyor. Hadi diyelim, kadınlar futboldan erkekler kadar anlamıyor. Peki o vakit, eşcinseller, travestiler veya farklı cinsel tercihleri olanlar ne kadar anlıyor? Bu savunma bile, aslında erkek ve kadından öte her türlü cinsel anlayışı reddediyor ve o reddediş altında sapına kadar seksist bir yaklaşım yatıyor.
Konuya 'geleneksel' Türk toplumunun bakış açısıyla yaklaşacak olursak, Ümit Özat görüşünde haklı görünüyor. Bu yüzdendir ki, haber sitelerinin yaptığı anketlerde de, bu sığ yaklaşımı haklı görecek sonuçlar çıkıyor. Ancak burada, çoğunluğun verdiği tüm kararların doğru gösterilmesi, başka bir aptallık olarak karşımıza çıkıyor.
Ümit Özat'ın söylediklerinin ya da savunduklarının çarpıklığı, biraz da medya tavrından kaynaklanıyor. Her eski futbolcuyu, her işsiz teknik direktörü, konunun bilir kişisiymiş gibi gazetede köşe veren, medya patronları ve spor müdürleri, tanınmış isim kaygısıyla, bu tavrı sürekli hale getirdi. Sanırım yüzlerce kez söylemişimdir ama yineleyeyim. Futbolculuk hayatı boyunca "Önümüzdeki maçlara bakacağız", "Camia olarak kenetlendik", "Şanssızlıklar peşimizi bırakmıyor" gibi cümleciklerden başka söyleyecek sözü olmayan adamların, futbolu bırakır bırakmaz ya da işsiz kalır kalmaz, ışık hızıyla 'gazeteci'ye dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Bu adamlar bir süre sonra kendilerini gerçekten 'gazeteci' sanıyor ve o sıfatı kullanmaya başlıyor. "Sow o golü atsa her şey farklı olur", "Muslera'nın 25. dakikadaki kurtarışı maçın kaderini değiştirdi" diye tribünlerde, televizyonlarda hepimizin izlediği bir maçı, 'köşe yazısı' adı altında insanlara yutturduğunu sanınca, sıfatına da iyiden iyiye ısınıyor.
Böyle garip bir ülkede yaşıyoruz. Futbol konusunda köşe yazmak için futbolcu olmak, sinema eleştirmeni olmak için yönetmen veya oyuncu olmak, siyaset yazarı olmak için de siyaset yapmış olmak gerekliliği var da biz bilmiyoruz sanırım. Öncelikli ülkedeki hakim gazetecilik anlayışının kafalarda pekişmesi lazım ki, Ümit Özat'ın o ekranlara çıkmanın temel koşulu olarak futbol oynamak gerektiğini sanmasın.
Futboldan anlamak için salt erkeklik gerekmiyor ama bunu anlatmak için de erkek egemen toplumun, zihnen ve ahlaken arınması gerekiyor.
Ümit Özat içinse, ne söylesek fayda etmez. Çünkü o, halen yemek ve temizlik yapmayı kadının görevi sayıyor. Ümit'e tavsiye, biraz kitap okusun, dağarcığını genişletsin.
25 Eylül 2012 Salı
'Ozan'lar ölmez
İçinde yaşadığımız boktan ülkenin gurur duyulacak sanatçılarından biriydi. Bu topraklar seni de gördü usta, o da bizim şansımız oldu.
18 Eylül 2012 Salı
7 Eylül 2012 Cuma
Avcı büyük hocaydı, de mi lan!
Ülkenin futbol gündemi, Hollanda maçıyla birlikte iki Selçuk'tan oluşuyor artık. Birinin neden oynatıldığı, diğerininse neden oynatılmadığı haftalarca konuşulur durur artık. İki kelam etmezsem rahat duramam yerimde.
Türkiye'de olup da, az çok futbol izleyen bir insanın Selçuk İnan'ı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde bir futbol takımına koymamasının hiçbir geçerli nedeni olamaz. Bu neden ancak ve ancak futbol cahilliğinden kaynaklanır.
Abdullah Avcı'ya çok dilenen arkadaşlar vardı, güvenilmesi gerektiğini söyleyen, "Yahu bir durun yeni takımın başına geçti" diye savunan.
Abdullah Avcı'nın çapı daha önce teknik direktörlüğünü yaptığı takımdan başkasını kaldırmaz. Bu herife Galatasaray hocalığını uygun gören arkadaşlar da, şimdi kafasını kuma gömüp saklanmışlardır.
Rakamla Selçuk İnan'ı anlatmaya kalksak, son iki yılın en efektif, skora en etki eden futbolcu olduğunu görürüz. Rakamları bir kenara bırakıp, sahadaki oyununa baksak zaten ilk 11'e almamak için akıl hastası olmak lazım.
Maç sonu "Taktiksel nedenlerden ötürü oynatmadım" diyor. Lan, senin taktiğine soksunlar. Hangi taktik? Senelerdir izliyoruz oynattığın takımı. Oyunu orta sahada sıkıştır, rakibi üstüne çek, sonra kontra atakla sonuca git. Bunları Aykut'tan öğreniyor olsa gerek ama Selçuk'la Alex arasında epey bir fark var, sahada katettiği mesafelere bakılınca. Kendince günü kurtaracak yavşak.
Açık açık konuşalım; Abdullah Avcı, 'cemaat' kontenjanından milli takımın başına geçmiştir. Ya Ertuğrul Sağlam olacaktı ya da Abdullah Avcı, başka bir isim düşünülmüyordu.
Ne yazık ki, Türkiye'de bu tip şeyler vatan hainliği ile anılıyor ama ben Selçuk'un yerinde olsam "Abdullah Avcı takımda kaldığı sürece milli takıma gitmeyeceğim" derim.
Futbolculuk kariyeri bir boka benzemeyen, teknik direktörlüğü ondan daha da berbat bir adamı milli takımın başına sırf, belli sebeplerden alırsan; Selçuk İnan da yedek kalır, kaleye Mert Günok da geçer.
Her şeyi bir kenara geçtim, Türkiye'nin en iyi yerli futbolcusunu oynatmayan adamın futbol bilgisini Novemdesilyon kere sikeyim, onu hoca olarak milli takım başına geçireni Vigintilyon kez sikeyim.
Selçuk, koy gitsin götüne, bu yavşak için canını sıkmaya değmez aslanım.
Bu yavşağın takıntısını şu şekilde kanıtlayalım. Abdullah Avcı'nın milli takım seçimleri. Buyurun, bakın.
3 Eylül 2012 Pazartesi
ABD'den Nesta alınsın çift stoper oynasınlar
"Böyle transfer mi olur?" diyeceğim ama Almaguer'den daha kariyerli bir adam aldığımız için kendimizi şanslı saymalıyız sanırım!
Transferin son gününe, son saatlerine girersen alacağın adam 36 yaşındaki Cris olur. Elbette fikirdir ama şu transferi savunan adam da mantık aramam. Neymiş Ujfaluši de yaşlıymış. Manyak mısınız lan siz? Herif bildiğin 36 yaşına gelmiş, Ujfaluši alındığında 33 yaşındaydı. Kaldı ki, Ujfa'nın seneye gideceğini hepimiz biliyorduk. Yani Ujfaluši futbolu bıraktığında, halen Cris'ten genç olacak.
Toure'yi, Kjær'i alamıyorsun, bırak transfer yapma. Ben Gökhan Zan'ı bin kere tercih ederim, bu herif yerine.
Lyon'da forma giyip giymediği tartışılıyor. Efendim, Şampiyonlar Ligi tecrübesi çok büyükmüş. Valla birader, emekliler kahvesine git bak bakalım, ne kadar tecrübeli adam var ama hiçbirine "Hacım gel, seni şirketin bilirkişisi, ombudsmanı yapalım" demiyorlar.
Tecrübesine sokayım Cris'in. Şampiyonlar Ligi'nde, ligde araya atılan toplarda ben o tecrübeyi görürüm, ne kadar iş görüyormuş.
Artık herkes her ligi izliyor, mal İngilizler dışında, sürekli kenar ortası yapan bir lig ve takım yok doğru düzgün. Sikindirik Türkiye Ligi'nde bile herkes orta sahadan, savunmanın arkasına adam sarkıtıp savunmayı avlamaya çalışıyor. Kasımpaşa'dan tut, Elazığ'a kadar herkes aynı şeyi yapıyor. Cris denen herif gençken de süratli değildi ki, o toplara hareketlenebilsin.
Bak, sorun Türkiye Ligi değil. Bu herif Türkiye Ligi'nde iş yapar ama Şampiyonlar Ligi'ne gittiğinde sikko Cluj bile kabak gibi oyar.
Transfer böyle yapılmaz. Ujfa sakatlanalı kaç gün oluyor. 4. gün bitti, 5'e girdik. Abicim 5 gün ne yaptınız amına koyayım. Niye son güne, son dakikaya bırakılır?
Çilek çilek dendi, gelen herif kabak çiçeği ya olur ya olmaz. Kaka'ya 1 yıllık vermeyi planladığın 4 milyon Euro'yu, bonservis için stopere ver. Ama savunma oyuncusuna o kadar para verilmez bizde. Bu ülkede para verdiğin adam golcü olacak, kanat oyuncusu olacak, orta saha olacak. Defans oyuncusunu olabildiğince ucuza kapatacaksın ki, kimse "Lan, bir defans oyuncusuna bu kadar verilir mi?" demesin. Haa para verirken, keriz gibi Hasan Ali Kaldırım gibi sığıra da 4 milyon Euro vermeyeceksin tabii.
Kızdığım asıl şey; herifin yaşından, başından çok 5 gündür siki taşağına denk, hiçbir şey olmamış gibi davranıp, Pazar akşamı göt tutuştuğu için alınması. Yaş meselesine ayrıca kılım o ayrı mesele.
Hasan Şaş, Ümit, Taffarel'le kahvede pişpirik oynayacak adamı stoper diye getiren zihniyete sokayım. Zaten Brezilyalı savunmacı da alınmaz.
İsteyen istediği kadar savunsun, devre arası yeniden konuşuruz. Ben unutur gibi olursam, siz hatırlatın "Hocam az göt olmadın" diye.
Transferin son gününe, son saatlerine girersen alacağın adam 36 yaşındaki Cris olur. Elbette fikirdir ama şu transferi savunan adam da mantık aramam. Neymiş Ujfaluši de yaşlıymış. Manyak mısınız lan siz? Herif bildiğin 36 yaşına gelmiş, Ujfaluši alındığında 33 yaşındaydı. Kaldı ki, Ujfa'nın seneye gideceğini hepimiz biliyorduk. Yani Ujfaluši futbolu bıraktığında, halen Cris'ten genç olacak.
Toure'yi, Kjær'i alamıyorsun, bırak transfer yapma. Ben Gökhan Zan'ı bin kere tercih ederim, bu herif yerine.
Lyon'da forma giyip giymediği tartışılıyor. Efendim, Şampiyonlar Ligi tecrübesi çok büyükmüş. Valla birader, emekliler kahvesine git bak bakalım, ne kadar tecrübeli adam var ama hiçbirine "Hacım gel, seni şirketin bilirkişisi, ombudsmanı yapalım" demiyorlar.
Tecrübesine sokayım Cris'in. Şampiyonlar Ligi'nde, ligde araya atılan toplarda ben o tecrübeyi görürüm, ne kadar iş görüyormuş.
Artık herkes her ligi izliyor, mal İngilizler dışında, sürekli kenar ortası yapan bir lig ve takım yok doğru düzgün. Sikindirik Türkiye Ligi'nde bile herkes orta sahadan, savunmanın arkasına adam sarkıtıp savunmayı avlamaya çalışıyor. Kasımpaşa'dan tut, Elazığ'a kadar herkes aynı şeyi yapıyor. Cris denen herif gençken de süratli değildi ki, o toplara hareketlenebilsin.
Bak, sorun Türkiye Ligi değil. Bu herif Türkiye Ligi'nde iş yapar ama Şampiyonlar Ligi'ne gittiğinde sikko Cluj bile kabak gibi oyar.
Transfer böyle yapılmaz. Ujfa sakatlanalı kaç gün oluyor. 4. gün bitti, 5'e girdik. Abicim 5 gün ne yaptınız amına koyayım. Niye son güne, son dakikaya bırakılır?
Çilek çilek dendi, gelen herif kabak çiçeği ya olur ya olmaz. Kaka'ya 1 yıllık vermeyi planladığın 4 milyon Euro'yu, bonservis için stopere ver. Ama savunma oyuncusuna o kadar para verilmez bizde. Bu ülkede para verdiğin adam golcü olacak, kanat oyuncusu olacak, orta saha olacak. Defans oyuncusunu olabildiğince ucuza kapatacaksın ki, kimse "Lan, bir defans oyuncusuna bu kadar verilir mi?" demesin. Haa para verirken, keriz gibi Hasan Ali Kaldırım gibi sığıra da 4 milyon Euro vermeyeceksin tabii.
Kızdığım asıl şey; herifin yaşından, başından çok 5 gündür siki taşağına denk, hiçbir şey olmamış gibi davranıp, Pazar akşamı göt tutuştuğu için alınması. Yaş meselesine ayrıca kılım o ayrı mesele.
Hasan Şaş, Ümit, Taffarel'le kahvede pişpirik oynayacak adamı stoper diye getiren zihniyete sokayım. Zaten Brezilyalı savunmacı da alınmaz.
İsteyen istediği kadar savunsun, devre arası yeniden konuşuruz. Ben unutur gibi olursam, siz hatırlatın "Hocam az göt olmadın" diye.
2 Eylül 2012 Pazar
Ayıp
Sabah ilk okuduğum haberdi, Necati'nin ayrılma kararı. Kadro açısından karar tartışılır ancak yapılan ayıp tartışılmaz.
"Kendisi gitmek istediyse" ile başlayan ve sonuna eklemlendirilecek her türlü cümle sonuna da katılmıyorum.
Ayıp oldu hem de çok ayıp.
Tribündeki birtakım itler seni sevmese de, biz seni seviyoruz.
Teşekkürler Necati...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)