7 Haziran 2013 Cuma

Goebbels sizinle gurur duyuyor


Joseph Goebbels: Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.


 Joseph Goebbels: İnsanlar gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri okuyarak gitgide gevşeyip çökebilirlerdi. Alman halkının bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! Sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor.


Joseph Goebbels: Amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemek


Joseph Goebbels: Öylesine büyük bir yalan söyle ki kimse karşı çıkmasın


Joseph Goebbels: Yalan söyleyin, ısrarla söyleyin. Mutlaka inanan çıkacaktır


                            Suat Kılıç: Maalesef medyanın tamamı kontrolümüzde değil.

Büyük utançtır şu manşetler. İşte tam da bu yüzden sokaklarda insanlar. Salt ağaçlar için değil. Bu ülke, gün geçtikçe daha korkutucu bir hal alıyor. Bugün 7 gazete, yarın tüm gazeteler ve televizyonlar eklenecek bu halkaya. Bize gerçekleri değil, onların duymamızı istediği şeyleri yazacaklar. 

İktidar sahipleri sayesinde gazete sahibi olduğunuz zaman ya da iktidarın önünüze kemik atar gibi ihale vermesini beklediğiniz zaman, atacağınız manşetler bunlardan başkası olamaz. Tek elden, tek kafadan, tipik Nazi Almanyası benzeri manşetler atarsınız.

Gazetecilik kadar onurlu bir mesleği bu hale getirenler, emin olun Erdoğan'dan sonra bambaşka şeyler yazacaklar. Şu manşetleri unutmayın, aklınızın bir yerine kazıyın, hafızanızdan asla çıkartmayın. Bu devran dönecek elbette. Devran döndüğünde, bu şerefsizlere söylenecek ve yapılacak çok şey var.

Goebbels bugün yaşasaydı, Türk medyasına bakıp gurur duyardı. Gözyaşlarına hakim olamazdı. 

Epikuros'un dediği gibi, "Etrafa korku salanın kendisi de korkuyordur." Korkmayın, çünkü onlar bizden daha fazla korkuyor.

6 Haziran 2013 Perşembe

Apolitizm neden bu kadar övülüyor?


Türkiye'de çok uzun zamandan bu yana ilk kez kitleler sokaklara çıktı. İktidar, polis gücünü kullanarak kitleleri sokaktan uzak tutma çabasına girerken, sermaye de olan biteni görmezden gelerek, her zamanki gibi iktidarın dizinin dibinde bekledi.

Amaç, her zamanki gibi insanları gaza ve copa boğarak, "sokaklara çıkarsanız sonunuz bu olur" mesajını vermekti. Polis sokaklarda şiddet skalasını yükselttikçe, karşısında daha fazla sayıda insan bulmaya başladı. Şiddet arttıkça, basın daha fazla duymazdan geldi, yaşananları gözlerden ırak tutmaya çabaladı. Taksim'de Gezi Parkı'nda 30-40 kişilik eylem, onlarca şehirde milyonlarca kişinin katılımına dönüştü.

Bugüne dek alışılagelmiş yöntemlerle halka saldıran ve saldırılan karşısında 3 maymunu oynayan sermaye-iktidar ikilisinin en büyük yanılgısı, yaşadığımız devrin iletişim çağı olmasıydı. Medya polis vahşetini gözlerden kaçırmaya çabaladıkça daha da battı. Çünkü elinde akıllı telefon olan herkes muhabir, herkes kameraman, herkes editör oldu. Birkaç gün sonra takke düşüp kel görünmeye başlayınca, polis şiddetiyle bu işin çözülemeyeceğini anladılar ve başka bir yol haritası çıkarttılar.

İktidar özür diledi, olanı biteni yangından mal kaçırır gibi gizleyen medya özür diledi, banka müdürleri, büyük şirket sahipleri "ben de çapulcuyum" dedi, polisin şirin (!) olduğunu gösteren birtakım videoalar ve fotoğraflar ortaya çıkmaya başladı, "arkadaşlar, eylemlerimiz hedefini buldu lütfen evlerimize dönelim" diyen birileri türedi, eylemlerin naiflikten (o ne demekse artık) çıktığını çıkmaya başladığı vurgulandı vs. vs.

Tüm bunların nedeni, gerek iktidarın, gerekse de sermayenin köşeye sıkıştığıdır. Bunların hiçbirini beklemiyorlardı. Biraz gaz, biraz copla insanların evlerine döneceği beklentisindeydiler. Medya da, nasılsa bu ülkede herkes balık hafızalı, birkaç gün sonra unutulur gider diye düşünmüştü. Yoksa denge arayışları açıklamaları hikayeden ibaret. Sen mesleğinin gereğini yerine getirmeyeceksin, sonra dengeden bahsedeceksin, yalanın kuyruklusu.

Medya, pazartesi gününden itibaren olaylara kayıtsız kalamayacağını anladı elbette. Fakat bu kez başka bir ses yükseltmeye başladılar. "Ahh ne güzel çocuklarsınız siz, hiçbiri politik değil" diye apolitizme övgüler yağdırılıyor. Açın bakın, bugün anaakım medyada, köşe sahiplerinin hepsinin yazılarının ana fikri bu. 12 Eylül'den sonra politikadan uzak tuttukları gençler işlerine geliyordu. Ülkenin genç nesli, ucuz işgücü ve tüketim toplumunun sürekliliğini sağlamaktan başka bir işe yaramamalı.

"Olaylar siyasallaşmamalı" diyenler, çok net gerizekalıdır. Pek çok siyasi baskı ve otoriter rejime karşı çıkan insanların sokakta bulunma nedeni zaten siyasidir. Sokağa çıkan gencin, hiçbir siyasi partiye oy vermemiş olması, siyasi oluşumlarla bağı olmaması, onların siyasi fikirleri olmadığı anlamına gelmez. Sokaktaki genç, onyıllardır siyasetten uzak tutulduğu gibi, kendisini ifade edebilecek bir siyasi oluşum ya da partiyi karşısında bulamıyor. Tamamı düzenin sürekliliğinden yana, eski, köhne, devletçi yapıya sıkı sıkıya tutunmuş partilerin hiçbiri onlara cazip gelmiyor, hepsi bu.

Genç neslin politize olmasını ne sermaye ne de iktidar (iktidardan kastım salt Akp değil, tüm düzen partileri) istemiyor. Kurdukları sistemin, kendileri için tıkır tıkır işleyen düzenin bozulması, onları da yerinden oynatacaktır. Deprem gibi düşünün. Fay hattı alttan alta kırılıyor sürekli. Binaları yeniden yapılandırmazsan, er ya da geç o deprem olacak ve binalar çökecek. İşte şu an olan, tam da bu. Fay hattı kırılıyor, depremin olabilirliğini gördüler. Kendilerine çekidüzen vermezlerse, çöküşü olacaktır. O yüzden, sermaye-iktidar aynı ağızdan "özür dileriz" diye tempo tutuyor.

Örgütsüz hiçbir gücün ayakta kalabilmesi mümkün değil. Dünyada bir tane bile örneği yoktur örgütsüz gücün, kazanım elde ettiği. Polisin Taksim'den çekilmesi, kazanım değildir, Bülent Arınç'ın özür dilemesi kazanım değildir, basın-yayın kuruluşlarının özür dilemesi kazanım değildir. Bunların hepsi zaten olması gerekenler. Medyanın yapması gereken, yaşananları göstermektir, çıkıp üç canlı yayın yapınca, "Nasıl da dize geldiler" diye övünmek aptallıktır. Polisin normal şartlarda olmaması gereken yerden gitmesi "Direndik ve kazandık" şeklinde nitelendirilemez.

Evet duvar yazıları harika, pek çoğu acayip komik, insanların espri anlayışlarına ve zekalarına şapka çıkartmak lazım, 'asla birlikte olmaz' denilen kitlelerin biraraya gelip mücadele etmesi insana umut veriyor ama hiçbir şey bitmedi, tam tersi bu süreçten pek çok ders çıkartmak gerekiyor.

Mücadele etmek, hayatımıza kimsenin karışmamasını, herkesin istediği gibi yaşamasını, özgürlüklerimizin tehdit edilmemesini istiyorsak örgütlü olmak ve örgütlü mücadele etmek şart. Olması gerekenleri kazanım olarak kabul etmek, yenilgiye Pollyanna gözüyle bakmaktan başka bir şey değil.

Hayatımıza empatiyi biraz daha fazla sokmak durumundayız. 2013 yılında İstanbul'un, Ankara'nın, Adana'nın, İzmir'in, Hatay'ın göbeğinde yaşananları, iletişim çağında göstermeyenlerin, '80'li '90'lı yıllarda Güneydoğu'da neleri bizlerden kaçırdığını, bizlere ne yalanlar söylediğini oturup düşünmek lazım.

Bugüne dek, ne saçma ve boktan şeyler için didiştiğimizi, birbirimize hangi sudan sebeplerden düşman olduğumuzu, oturup tahlil etmemiz gerekir. Tepemizde filler tepişirken, niçin çimen olarak kalmayı seçtiğimiz konusunda kafa yormamız lazım.

Şu süreç akıllı yürütülmediği taktirde, AKM de yıkılacaktır, Gezi Parkı da kalmayacaktır, polis başka bir eylemde yine aynı biçimde saldıracaktır, derelere HES'ler yine kurulacaktır, Devlet Tiyatroları da kaldırılacaktır, heykellere ucube de denecektir, alkol de yasaklanacaktır vs. vs. Ama tüm bunlar zamana yayılarak yapılacaktır.

Şu an sıcak patatesi kimse elinde tutmak istemiyor, elden ele atılıyor. Hiç merak etmeyin patates soğuduktan sonra elden ele dolaşması için herkes can atacak. Bekledikleri şey soğuması.

Sermaye apolitizasyon övgüleri matah bir şey olmasından ötürü kaynaklanmıyor. Politize olan gençler ve örgütlü kitleler en büyük korkuları. Korkularının gerçekleşmesi de, en büyük kabusları.

3 Haziran 2013 Pazartesi

'Polise şiddet uygulandı'













Akp Genel Başkan yardımcısının sözleri bunlar. Polise şiddet uygulanıyormuş. İnsanların gözlerinin içine baka baka yalan söylemek, böyle bir şeymiş. Şiddet uyguladığımız Türk polisinden çok özür diliyoruz!

Sizi neyin doğurduğunu bilmiyorum ama sizi doğuran ana olamaz.

Akşam polisimize şiddet uygulamak için (!) Beşiktaş barikatlarında görüşmek üzere.

2 Haziran 2013 Pazar

"Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin"


Beşiktaş ciddi anlamda faşizmi yaşadı akşam saatlerinden itibaren. Dur durak bilmeden, insanların üzerine gaz bombaları yağdırıldı. Polis yakaladığı insanları öldüresiye dövdü. Giriş katındaki apartmanlara gaz bombaları attı. Devletin resmi görevlileri, sokaktaki piçler gibi insan kovaladı, insan avına çıktı. Kalleş şerefsizler gibi sokak aralarında pusu kurdu.

Şu görüntü (link budur) karşısında ne söylenebilir, inanın bilmiyorum. Hangi kelimeleri biraraya getirip, nasıl bir cümle kurabilirim onu da bilmiyorum. İnsanların; canlarını, mallarını emanet ettikleri kişiler bunlar. Açık pencerelere, ufacık evlerin içine gaz bombası atmayı, nasıl isimlendirebilirsin ki! Sırf yardım ediyorlar diye, Beşiktaş sakinlerine yapılan şu olayı, kimse bana açıklayamaz.
Bunu savunabilecek, bir kişinin olduğuna bile inanmak istemiyorum. O evde bir bebek yaşıyor mu, yaşlı biri var mı, hasta bir insan var mı, çocuk var mı, bunların hiçbirini düşünmeden, orospu çocuklarının bu yaptığını bana birisi izah etsin. Şu görüntüyü izledikten sonra, polisi savunabilir misin yahu? Sokakları yatıştırmak yerine daha da fazla bileyen başbakan denilen insan görünümle canlıya sahip çıkabilir misin?

Polis; İzmir'de gencecik bir kızı 10 polis linç etmeye kalkıyor.
Polis; Beşiktaş'ta sokak ortasında bir delikanlının kafasına onlarca polis tekmeler atıyor.
Polis; iki kolu tutulmuş, gözaltına alınmış bir insana, üzerinde üniformasıyla uçan tekme atıyor.
Polis; bir AVM'nin içinde yakaladığı insanı öldüresiye dövüyor.
Polis; sokak ortasında insanların suratlarına hedef alarak gaz bombaları atıyor.
Polis; yerdeki insanı tekmeliyor.

Ya hakikaten, bunları savunan var mı? Var mı lan, bunları savunan! Kendisine insan diyen biri şunlardan birine sahip çıkabilir mi?

Ülkenin başbakanı çıkıp "Ben de karşılarına 500 bin kişi yığarım" diye açıklama yapıyor. Yahu şu açıklamayı, değil dünya sınırlarında Ay'da yapsan, bir daha sokağa çıkartmazlar adamı. Bir insan nasıl bu kadar basitleşebilir. Bir başbakan böyle konuşmamalı, konuşamaz. Koskoca bir ülkenin başındaki adam, sokaktaki serserinin ağzıyla konuşuyor. Yığ amına koyayım madem öyle, çek polisi aradan getir 500 bin kişi. Ama sen ve senin zihniyetindeki adamlar, işte tam da böyle tiplerden oluşuyor.

Sizler böylesine aşağılıksınız işte. Kafanızın içindeki fikirler bunlardan oluşuyor. Kalleşçe yöntemlerle insanlara saldırıyorsunuz. Tıpkı kalleşçe saldıran polisleriniz gibi. 500 bin kişi yığacakmış! Karşısında oturan gazeteci kılıklı godoş da, "Bunu nasıl dersiniz? Bir başbakan böyle konuşmamalı" diyemiyor.

Tarihi geçmiş kimyasal silahlarla, yasal olmayan gaz bombalarıyla, bu halkın üstüne gidenlerin, arkasındaki zihniyet, şu Adil Gülmez denilen tipini, karakterini siktiğim pezevenklerden oluşuyor. Lan, olayları bambaşka bir yöne taşımak için "Taksim'e cami yaptıracağım" diyen herifin emrindeki polisler, Beşiktaş'ta cami bombalıyor, bundan ötesi varsa, biri çıkıp söylesin.

Koskoca bir semti ve o semtin sakinlerine karşı, savaş koşullarında bile yapmayacağın şeyi yapmak için, ne olman gerektiğini bilmiyorum. Ne kadar küfür etsem, karşılamıyor bugün Beşiktaş'ta yaşadıklarımı, ne söylesem kendimi ifade edemeyeceğimi biliyorum. O yüzden küfür etmeyeceğim, sadece bugün orada yaşadıklarım için, onlar bilmese de, insanlara teşekkür edeceğim.

Benimle birasını, suyunu paylaşan gencecik insanlara,
Gaza boğulmuşken, bana kapısını açan üniversite öğrencilerine,
Polisin bizi kovaladığı anda, beni kolumdan tutup içeri alan yaşlı birahaneci amcaya,
Her sokak arasında gözlerimize solüsyon yapanlara,
Birlikte "Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin" diye bağırdığım insanlara,
"Tek başına gitme, biz seni yukarıya kadar bırakırız abi" diye bana eşlik edenlere,
Şerefiyle, onuruyla, gururuyla bir semti savunan, kapılarını zor durumda kalan insanlara bir saniye bile tereddüt etmeden açan, tüm yürekli insanlara teşekkür ederim.

Sizinle direnmek, barikat başında beklemek, faşizme karşı mücadele etmek çok güzel şey. İyi ki varsınız hepiniz.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Aman provokasyona gelmeyin!


Bugün herkesin ağzından şu cümle dökülüyordu; "provokasyona gelmeyin."
Şenlik havasında geçen eylemlere gölge düşüyormuş!
Haklıyken haksız duruma düşmemeliymişiz!
Mahkeme kararını vermiş artık evlere dağılmalıymışız!

Bunlar benzeri onlarca cümle okudum duydum bugün. Bak amına koyayım şu fotoğrafa, iyi bak, dikkatli bak, gözlerini hiç kaçırmadan, bir dakika boyunca bak. Sonra "provokasyona gelmeyin" diye yanına süslü kelimeler de ekleyerek bir cümle kur.

Bu ülkenin yöneticileri, bakanları 30 işçi ölürken "güzel öldüler" diyecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin başbakanı, milletle taşak geçer gibi sokaktaki vatandaşla alay edecek, azarlayacak; bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkede polis, tribünde taraftarı, sokakta işçiyi, eylemdeki memuru gaza boğacak, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin cezaevlerinde çocuk mahkumlara tecavüz edilecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin sokaklarında, polis linç eder gibi adam dövecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkede polis vatandaşını gaza boğarken, bakanlar gözümüze baka baka dalga geçer gibi bakıp, "orantılı güç kullandık" diyecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin göbeğinde, Taksim'de, Harbiye'de, Beşiktaş'ta, kimyasal silahlar savrulacak, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin milyonlarca kişi tarafından kabul edilen en önemli değerlerine ayyaş denecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin medyası, dünya bas bas bağırırken, penguen belgeselleri, yemek programları, güzellik yarışmaları yayınlayacak, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin, en büyük kuruluşları peşkeş çekilecek, bu halk provokasyona gelmeyecek.

Bu ülkenin doğası katledilecek, derelere HES'ler kurulacak, ağaçları talan edilecek, bu halk provokasyona gelmeyecek...

Bak daha şuraya "bu ülkenin" ile başlayan, "bu halk" ile biten en az 70 madde daha sıralarım ama mecalim kalmadı artık. Kimse benden çiçekli-böcekli yazılar yazmamı beklemesin.

Karşımda onbinlerce kişiyi gaza boğan, insanları paralize eden, kusturan, burunlarını kanatan binlerce gaz bombası atılırken, sokaklarda kabadayı gibi gezen polisler varken, sikerim sizin provokasyonunuzu. Onbinlerce insan şiddet görüyor şu an, üniversitelere anonslar yapılıyor, "ya içeriden çıkın ya da gaz atarız" diye tehdit ediliyor.

Bu kadar insan şiddete maruz kalırken, amına koyayım sizin çiçek çocuk tavrınızı. Şiddet şiddeti doğurur. Etki karşısında tepkiyi görür. Tunus'ta, Mısır'da, Suriye'de direnişçileri alkışa boğacaksın, aynı olaylar senin ülkende yaşanırken "lütfen arkadaşlar, provokasyona gelmeyin" diye çaktırmadan, direniş yapan onurlu, gururlu, şerefli, haysiyetli insanları eleştireceksin. Tahrir'e övgüler yağdır gözlerinden yaşlar gelsin, Taksim'de iki araç ters çevrilince, üç barikat kurulunca laf söyle. Sizin samimiyetinizi sikeyim ulan!

Eğer ortada bir provokasyon varsa, bunu yapan ben değilim, bunu yapan Taksim'de, Harbiye'de, Beşiktaş'ta, Adana'da, Antalya'da direniş gösterenler değil; mavi kıyafetleriyle, ellerinde gaz bombalarıyla, insanlara şiddet uygulayan, bu ülke topraklarındaki en büyük terör örgütüdür.

Bu kadar zor muydu, o orospu çocuklarını oradan çekmek. Sizin kitabınızı sikeyim, neyin inadı lan bu; neyin! Sokakların kan gölüne dönmesini mi istiyorsunuz? Ne var lan, çekseniz o polisleri.

İnsanların kitap okuyarak, parkta çadırlar kurduğu bir eylemi, bu noktaya taşıyan her kim varsa eşiktekinden beşiktekine anasını sikeyim.

Direnişe destek vermeyip, bu yazıyı okuyan kim varsa, siktirin gidin. Alın cumhurbaşkanınızı, başbakanınızı, valinizi, emniyet müdürünüzü, mavi üniformalı orospu çocuklarını, omuzlarda taşıyın.

Zerre vicdanı olan varsa, şu yaşanan olaylar karşısında sesini yükseltir. Vicdansız, kitapsız pezevenkler.