17 Şubat 2015 Salı

Bu nefret hepimizi yutacak


Ali İsmail Korkmaz davasında dört esnafın yargılandığı dava sırasında ülkenin başındaki şahıs esnaflara yönelik şu konuşmayı yapıyordu, "Bizde esnaf ve sanatkar demek, ticaret yapan, alan – satan sırf ekonomik faaliyette bulunan insan demek değildir. Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir. Selçuklu ve Osmanlı döneminde bakırcılar yaptıkları işe vurdukları çekice bile bir derin anlam yüklüyorlar. Tak tak diye ses çıkarken, bakırcının gönlünden dilinden Allah Allah diye zikir dökülüyor. Keçiciler yünü vücutlarına vurdukça Allah Allah diye hakkı zikrediyorlar. İşte böyle bir ruh var. Medeniyet var."

Bu gece gazeteci Nuh Köklü'nün arkadaşlarıyla kartopu oynarken, bir esnaf tarafından öldürüldüğü haberini aldık. Camına gelen bir kartopu yüzünden, bir basın emekçisi olan Nuh Köklü'nün de aralarında olan gruba önce sopayla saldırıyor, daha sonra eline bıçak alıyor ve savurmaya başlıyor. Yerde yatan bir arkadaşını korumak isteyen Nuh Köklü böyle hayatını kaybediyor.

Bir cam parçası yüzünden, koskoca bir can parçası ölüyor. Bir ana evladı yitip gidiyor, bir emekçi hayatını kaybediyor. Sadece ve sadece 3-5 kuruşluk bir can parçası yüzünden.

Öyle bir noktadayız ki, gülmek, kahkaha atmak yasak edepsizlik, eğlenmek toplumun yaşam biçimine ters. Somurtan suratlarla, iş-ev arasında hapse atılmış bir hayat biçimi sunuluyor bizlere.

Ne yapmak istersek yasak. Alkol almayacaksın, sigara içmeyeceksin, sevişmeyeceksin, tiyatroya gitmeyeceksin, öyle açık saçık giyinmeyeceksin, 'toplumu rahatsız edecek' hareketler yapmayacaksın, internette her siteye girmeyeceksin, öyle kafanın estiği yerde eylem yapmayacaksın, el ele tutuşmayacaksın, kızlı-erkekli aynı evde oturmayacaksın, kürtaj yaptırmayacaksın, onların istemediği haberlere ulaşamayacaksın, grev yapamayacaksın vs vs.

Her şeyin altına bir çizgi çekiliyor, neyi yapıp yapamayacağına karar verenler var. Milli irade soytarılığı adı altında, kendileri gibi düşünmeyen herkese bir yaşam biçimi dayatılıyor.

Oysa onların sınırsız özgürlük alanları var. Milyonlarca liralık saray yaptırma, hiçbir mahkeme kararına uymama, istediğine istediği cezayı verdirebilme, yalan haber yapma, dünyanın gözüne baka baka terör gruplarına silah yollama, ülkeyi dilediği gibi soyabilme, Meclis'te tokmakla-demir iskemlelerle kendileri gibi düşünmeyenleri dövme, sokakta gençleri öldürme, ölen bir gencin annesini yuhalatma, katillere 'kahraman' diyebilme gibi sonsuz özgürlük alanlarına sahipler.

Toplum kinle, nefretle örülüyor, istedikleri gibi konuşmayan, onlar gibi düşünmeyen insanlar, tarafsızlık yemini etmesine rağmen televizyon ekranlarında, miting meydanlarında en basit, en bayağı dille suçlanıyor, azarlanıyor, hatta hedef gösteriliyor.

Geldiğimiz nefret noktasında, kar topu oynayan bir can parçası, 3 kuruşluk cam parçası yüzünden öldürülüyor.

Oysa biz bazen lapa lapa kar yağarken kartopu oynamak istiyoruz ya da şakır şakır yağmur yağarken, kollarımızı açıp şarkı söylemek istiyoruz.

Biz bu dev cezeavinde gülmek istiyoruz, eğlenmek istiyoruz, yanımızdakinin omzuna dokunup şakalaşmak istiyoruz.

Her gün hangi lanet haberi alıp, onun için hayıflanacağız, vicdan kırıntılarımızda onun için boğulacağız diye düşünmekten yorulduk.

Ekmek almaya giderken öldürülen, dolmuşa binip evine dönerken katledilen, içindeki çocuğu öldürmemek için kartopu oynarken bıçaklanıp hayatını kaybeden insanların olduğu ülkede; yarın saklambaç oynarken bir çocuğun öldürülmeyeceğinin, garantisini artık kim verebilir?

Daha birini sindiremeden, bir başka kötü haber geliyor.

Üstü açık koskoca bir cezaevine çevrilmiş ülkede, günbegün nefrete bulanıyoruz. Senin gibi düşünmeyenlerle, onun gibi düşünmeyenler arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyoruz.

Normal bir ülkede, gülümseyen, hayatı doya doya yaşayan insanlarla birarada yaşamak istiyorum. Zira bu nefret dalgası bir gün hepimizi yutacak.



16 Şubat 2015 Pazartesi

'Sesiniz çok yüksek çıkıyor, biliyorum ki, bir suçluluk psikolojisinin gereğidir'


İktidarda ve ruhunu birkaç kuruş için satmış kalemleri, büyük panikte. Paniğin sebebi bir genç kız cinayetinden sonra, toplumda çıkan sese kayıtsız kalamamak. Çünkü eğer kayıtsız kalırlarsa, kendileri açısından en geniş kitlede olan kadınlar avuçlarından kayıp gidecek.

O yüzden, sesleri herkesten yüksek çıkmaya çalışıyor, olayın Müslümanlık'la ilgisi olmadığını anlatmaya çalışıyorlar, Özgecan Aslan cinayeti ve sonrasında yaşadığımız "En yüksek benim sesim çıktı, en çok ben tepki gösterdim" oyununa, ilk sıradan bilet kapma çabasındalar.

Oysa eğer aptal değilsek ve 13 yıl boyunca, toplumun her kesiminden kadınları; nasıl hedef tahtasına koyduklarını, nasıl aşağıladıklarını, nasıl küçümsediklerini hatırlarız.

Daha bir yıl önce Twitter'ın baş belası olduğunu söyleyip, 'Twitter falan hepsinin kökünü kazıyacağız" diyen ülkenin başındaki zat, bugün aynı mecradan "Kadını korumasız, aciz görerek ona şiddet uygulayan her kim olursa olsun alçaktır, zavallıdır" diyebililiyor.

Peki aynı zatın "Erkekle kadın eşit olamaz, fıtrata ters" demesini unuttuk mu?
"Bir tane kadın mıdır, kız mıdır bilemem" demesini hatırlıyor muyuz?
"Kadına şiddet abartılıyor" dediğini,
Kadın dernekleri toplantısında "Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" demesini,
Münevver Karabulut için söylediği, "Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya. Davulcu, zurnacı kızmasın. Bununla ne demek istediğimi anlıyorsunuz" sözlerini
2006 yılında AKP Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir'in TBMM’de "Kadınların cehennemlik olduğunu ancak kocasına itaat ederse cennete gidebileceğine" dair dağıttığı broşürü,
Orman ve Çevre Bakanı  Veysel Eroğlu'nun, kendisinden iş isteyen kadınlara "Evdeki işler yetmiyor mu?" karşılığını,
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, anası ölsün" dediğini,
AKP Ünye Tanıtım ve Medya Başkanı sosyal medya üzerinden başı açık kadınlara yönelik olarak, "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır" iğrençliğini,
Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, şimdinin Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in, "Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet algıda seçicilik" dediğini,
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'in, "Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek" saptamasını,
Dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün, "Türk kadını evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir" dediğini,
AKP Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın kadın gazetecilere bacak arasını göstererek, "Ben de sizin bacak aranızı çeksem" demesini,
AKP İl Genel Meclisi Üyesi Erhan Ekmekçi'nin "Kızlarımız okuyor ama bu seferde erkeklerimizi evlendirecek kız bulamıyoruz" demecini,
AKP Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün'ün, "Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum" söylemini,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın, "Kadın ise, iffetli olacak. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak" demesini.

Bunların hepsini unuttuk mu? Kadını sürekli aşağılayan, aciz bir varlık olduğunu, erkeğine itaat etmesini söyleyen, kendi bedeni hakkındaki kararları almasının tecavüzcüden daha büyük suç olduğunu öğütleyen, hor görülen, kendi yarattıkları namus ve iffet kavramlarıyla test edilen canlı türü olduğunu sürekli kafasına vura vura söylemelerini hep unuttuk yani!

Bugün çıkıp, "İyi hal indirimi verilmeyecek", "En ağır cezayı alacak", "Bu davanın takipçisiyiz" sözlerinin hepsi toplumun gösterdiği topyekûn tepki karşısında verilmiş sahte kabadayılık örneğinden başka bir şey değildir.

Bu konuda samimi olsalardı, Bingöl'de 16 yaşındaki bir kıza 5 uzman çavuş tecavüz ederken, serbest bırakılmalarına karşı da duruş gösterirlerdi,

Sakarya'da 2'si polis, 34 kişinin tecavüz ettiği N.Ç. davasında polislerin sorgularının ardından serbest bırakılmalarına tepki gösterirlerdi,

Amasya İl Özel İdare Müdürü'nün 13 yaşındaki ufacık kızla birlikte olmak için para vermesini, o kıza defalarca tecavüz etmesine de ses çıkartırlardı,

Siirt'te Gazi İlköğretim Okulu'nda, ikisi kardeş 4 kız çocuğunun tecavüze uğradığı haber yapılınca, dönemin Siirt Valisi şimdinin Kırşehir Valisi Necati Şentürk'ün gazetecilere,"Bu olayı neden haber yaptınız?" dediği anda görevden alırlardı.

Şimdi ağızlarından köpük çıka çıka "Hesap soracağız" diyenler, bu olaylar karşısında tek kelime bile etmedi, hatta olayların medya tarafından abartıldığını söyleyerek, günah keçisi olarak medyayı ilan ettiler. Çünkü iktidarlarının bekası, ufacık kızların 39 kişinin tecavüzüne uğraması, şerefsiz bir polisin 13 yaşındaki kıza tecavüz etmesinden ya da neredeyse herkes tarafından tecavüze uğrayan bir genç kızdan çok daha önemli.

Yeter ki, bu hırsızlık düzeni devam etsin, bütün istekleri bu.

En acısı, bugün besledikleri bazı kadın kalemşörlerin, bu zihniyeti cansiparane savunmaları. Yazdıkça batıyorlar, çırpındıkça içinde bulundukları bok çukurunda biraz daha kirleniyorlar. Sadece sussalar bile, daha onurlu, şerefli ve haysiyetli davranmış olurlar ama onlar boka bezenmek için yarış içindeler.

Ne demişti, bugün ülkenin başında bulunan zat, "Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki, sesinin bu kadar çok yüksek çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereğidir."

İşte tam da bu yüzden bugün sesleri çok yüksek çıkıyor. Çünkü hepsi bir suçluluk psikolojisi içinde.

Cümleyi şöyle tamamlamıştı; "Öldürmeye gelince siz öldürmeyi iyi bilirsiniz."

Evet, öldürmeye gelince, siz öldürmeyi iyi bilirsiniz...

Ve evet haklısın, "Kadını korumasız, aciz görerek ona şiddet uygulayan her kim olursa olsun alçaktır, zavallıdır."

Sizler de alçak ve zavallılarsınız...

14 Şubat 2015 Cumartesi

Kendinize gelmek için neyi bekliyorsunuz acaba?

Bu yaşanan ahlaksızlığın ve iğrenç toplumun keşke bir sorumlusu olsa da, yargılayıversek ve her şey bitiverse. Oysa dün yaşadıklarımız, bugün yaşadıklarımız, 10 yıl önce yaşadıklarımızın ya da 40 yıl önce yaşadıklarımızın sorumlusu; sensin, benim, annen, baban, teyzen, mahalledeki bakkalın, okuldaki sıra arkadaşın, otobüste yan yana gittiğin tanımadığın adam ve daha milyonlarcası...

Çünkü bize hep susmak öğretildi, büyüklerine karşı gelmemek, evde ailene, okulda öğretmenine, işyerinde müdürüne, patronuna karşı gelmemek üzere koşullandırıldık hepimiz. Sesini çıkarttığında, haykırmaya çalıştığında hep bir ismin oldu; ya terbiyesizdin, ya küçüktün, ya bölücüydün ya da asiydin. Senin, benim görevim, sana öğretilenler dışında hareket etmemek, sürüyü bozan kara koyun olmamaktı.

Şimdi herkes Özgecan Aslan için timsah gözyaşı döküyor, lanetler okuyor. Zira herkes sesini çıkarttığında bu kez sürüyü bozan kara koyun sen olabilirsin, terbiyesiz sıfatı senin yüzüne yapışabilir. Baktın ki herkes feryat figan bağırıyor, sen daha yüksek sesle bağırıyorsun.

Oysa Özgecan Aslan'dan önce ismini bile hatırlamadığın yüzlerce kadın öldürüldü, taciz edildi, tecavüze uğradı. O gün sesini çıkartmadığın için, bugün sesin daha gür çıkıyor. Çünkü o gün sessiz kaldığın için, için için kendini yiyorsun, eğer bir parça vicdanın varsa.

Münevver paramparça edildiğinde, medyada eski Türk filminden hallice zengin çocuk-fakir kız senaryosu çizildiğinde, "O kızın ne işi var o çocukla?" dedin. Bunu demediysen de,
dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın "E takip etselermiş kızlarını" demelerine sessiz kaldın.

Daha 3 gün önce, TBMM Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu üyesi AKP'li Murat Göktürk'ün "Kadınlara bir şey verilmemeli, önce bunu hak etmeliler" lafını da duymamışsındır muhtemelen. Bunu söyleyen adama ülkeyi dar etmek, aklının ucundan bile geçmemiştir.

Neden biliyor musun? O gün sen, Acun'un kanalındaki yarışmadaki kavganın goygoyunu yapıyordun ya da 4 tane dallamanın futbol diye konuştuğu saçma sapan muhabbetlerle ilgileniyordun.

Sözümona bugün herkes Özgecan Aslan'ın vahşice öldürülmesine isyan ediyor. Aptallara taş çıkartacak kurnazlığınızla, sesinizi alabildiğine çıkartıyorsunuz. Bilmem hangi sözlüklerde, hangi sosyal medya platformunda Özgecan fotoğrafları koyup, duyarlılık yarışında bayrağı en önde taşıma gayreti içindesiniz.

Bu ülkede resmi kayıtlara göre, kadın cinayetleri sayısı son 7 yılda %1400 arttı. Bu rakamlar açıklanırken, kimsenin umrunda bile olmadı.

Her dört kadından biri fiziksel, ekonomik, ruhsal, sosyal ve cinsel şiddet mağduruyken, yine kimsenin umrunda olmadı.

2003'te 83, 2004'te 128, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de ise 806, 2009'da 953 kadın namus adına öldürüldü. Bunların hepsinin katili de erkekti (!)

Hiç umrunda oldu mu? Bu kadar senede binlerce kadın öldürülürken, sen 10 dakika düşündün mü? Bunun için ne yapabilirim dedin mi?

Hayır değil mi?

İşte o yüzden bugün çıkarttığın sesin, eğer "Bugün yeni bir başlangıç" diye çıkartmadıysan, hiç mi hiç önemi yok.

Bak asıl sorun ne aslında biliyor musun?



Bu ve bunun gibi adamları, eğlence diye kendini ciddiye almasını sağlıyorsun. Bu herif için yazılabilecek kelimem yok ama senin için var, çünkü senin umrunda olmasa da, sana değer veriyorum.

Boktan bir muhabiri, bugün televizyon sahibi yapan da sensin, Melih Gökçek gibi bir herifin kanalındaki iğrenç muhabbetleri seyrederek, o herife para kazandıran da sensin, bu yukarıdaki puştun kendini önemsemesini sağlayan da sensin. Çünkü aslında güç senin elinde ama sen elindeki gücü bu herifin almasını sağlıyorsun. İlgilendiğin, konuştuğun, söylediğin, izlediğin her şeyi belirleyen senden başkası değil.

Bu ülkede Özgecan Aslan'ın son olmasını beklemek, iyi niyet değil, dangalaklık düzeyindeki iyi niyetten başka bir şey olamaz.

Her gün yüzlerce kadın tacize uğruyor, dayak yiyor, şiddet görüyor, tecavüz ediliyor. Her şeyde olduğu gibi derin sessizliğimiz, bunları yapanları veya yapacak olanları cesaretlendiriyor. O cesareti sadece devlet ve yönetenleri değil aynı zamanda da biz veriyoruz.

Bir toplumda yaşıyoruz ve o toplumda olan biten her şey bir taraftan bizim sorumluluğumuz. Sen, ben, bu sorumluluktan kaçtıkça, bunlar yaşanmaya devam edecek. Ah'larla vah'larla bu dünyada kazanılmış hiçbir şey yok, olmadı, olmayacak da.

Kimseye ders vermek niyetinde değilim, en başta benim almam gereken dersler var çünkü. Ama bu insan olarak nitelenmeyecek canlılardan sadece birkaç tane yok, milyonlarca var. Bunu kendinde hak gören bir zihniyetle yetiştirilmiş ve şimdi devlet gücüyle bunun pompalandığı bir zamandan geçiyoruz.

Bu devlet öylesine aciz ki, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, "Çocuklarınıza çoığlık atmayı öğretin" diyor, bugün valisi olan emniyet müdürü "Ee aile de kızlarına sahip çıksaydı" diyor, milletvekili "Kadınlara bir şey verilmemeli, önce bunu hak etmeliler", cumhurbaşkanı "Kadınlar erkeklerle eşit olamaz. Bu doğaya aykırı" diyor.

Dini referans alan ve muhafazakâr toplumun gerekliliğini savunan siyasal erkin kadına bakış açısı bu. Kadın evinde oturmalı, çocuk doğurmalı, eşinin isteklerini yerine getirmeli, uysal olmalı, ses çıkartmamalı, 'edebinle adabınla' giyinmeli, oturmasını kalkmasını bilmeli, dışarıda gezmemeli, geç saatte dışarıda olmamalı vs vs vs vs.... Çünkü kadını bedenine tahakkümden üzerinden inşa edilen bir dinin temsilcisi bu insanlar. Şu yukarıda verilen rakamların, AKP iktidarı döneminde olması büyük bir tesadüf müdür?

Bugün devleti yöneten siyasal erk ve onlar gibi düşünenler için kadına bakış işte budur




Mini eteği giyersen tecavüze uğrarsın, batılı yaşam tarzının sonu ölüm ya da tecavüz olabilir. Ve ölüm veya tecavüz bu yaşam tarzının hak edilişidir. Hak ettiği için öldürülmüştür, hak ettiği için tecavüze uğramıştır.

Size söyleyebileceğim tek şey yaşamınızı gözden geçirin. Okumadığınız onbinlerce kitabı, izlemediğiniz binlerce filmi, tiyatro oyununu, ilgilenmediğiniz onlarca ilgi alanını, hayatlarınızdan parça parça kaçırıyorlar. Ne denli esir olduğunuzun farkına vardığınızda, ömrünüzün akıp gittiğinde anlayacaksınız.

Bu gidiş hayra alamet değil, eziliyoruz, şarküteri dükkânında pastırma dilimler gibi bir toplum kesiliyor. Yapılmamış eylemler için insanlar tutuklanıyor, faşist yasalarla insanlar cezaevinden önce evlere hapsediliyor, sokaklarda içinde bir parça vicdan kalabilen polislere 'sık la sık' diye ense kökünden tuta tuta, hak arayan insanlara böcek muamelesi yapılıyor, gençler öldürülüyor, anneleri yuhalatılıyor, zaten boktan olan bir ülke, daha da boktan bir hale getirilmek için her şey yapılıyor.

Bazen bir tokat yersin ve kendine gelirsin, oysa bizim suratımıza Muhammed Ali hoyratlığında yumruklar savruluyor ama hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz.


Şu okuduğunuz blog sayfası bile taşınmak zorunda kaldı. Niçin? Birilerinin keyfi istediği için yasaklandı. Öylesi bir dönemden geçiyoruz.

Kendinize gelin lan!

Not: Bu yazdıklarımın hepsini kendime de söyledim.

Not1: Blog bok gibi görünüyor biliyorum, bir ara düzelteceğim...