15 Eylül 2015 Salı

İşte Galatasaray bu durumda


Yazının ana fikrini ilk cümleden vereyim, hepimiz rahatlayalım.

Başkanı kifayetsiz, yönetimi beceriksiz, futbolcusu yeteneksiz, teknik direktörü bariz işlevsiz bir takıma sahibiz. Yazının ana fikrini, başında verdiğim için okumasan da olur.

Böyle uzun aralıklarla yazınca, haliyle geniş bir toparlama yapmak gerekiyor ama bunlara girersem, muhtemelen bu yazı, destansı bir metin haline geleceğinden kısa kısa özetlemem gerekiyor.

Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde bir bok yapamayacağını, şampiyonluğun kazanıldığı gün, “Hamza görevde kalırsa, Ocak ayını göremez” diyerek, belirtmiştim.

Millet 4. yıldız sarhoşuyken; saçma sapan futbol romantizmine ve taraftar coşkusuna kapılmadan kafası çalışan herkes dillendiriyordu bunu. Çünkü kazanılan şampiyonluğa rağmen sahada oynanan futbol, bas bas bağırıyordu, tünelin ucunda ışık görülemediğini.

Geçtiğimiz sezon berbat bir futbolla, muhteşem bir Muslera ve ona yakın olmasa da harika bir Sneijder sayesinde şampiyonluğa ulaştı bu takım. Hoş, halen sadece Muslera’nın sayesinde olduğunu düşünenlerdenim.

Koca yaz dönemi, taraftara anlatılan masallarla geçti. Biz ülke insanı olarak gereğinden fazla gerizekâlı olduğumuz için bir süre sonra söylenen yalanlara da inanmaya başladık. Misal ciddi ciddi Zlatan’ın geleceğini filan düşünmeye başladı millet.

Yönetim tek atımlık kurşunu Podolski ile harcayarak, artık isyan noktasına gelen taraftarın ağzına bir parmak balı çaldı, sonra yalanlara devam etti. Sezon sonunda “yıldızlar alacağız” cümlesinden, “kendi yıldızımızı üretmek zorundayız”a kadar geldik. Bu yıldız üretmek filan külliyen yalan ve içi boş cümleler, bunu ayrıca tartışmak gerekir.

Sezon başladı, yangından mal kaçırır gibi, oyuncu yollamaya başladık. Değerini bulan oyuncunun satılmasından yanayım ama giden adamların yerini doldurmak için aldığımız adamlar, pazara gece karanlığında çıkan garibanın domates, kabak toplamasından hallice oldu. Melo’yu gönderiyorsun, açığını Jem sikim Karacan’la, Bilal’le filan doldurmaya çalışıyorsun. O bölgede oynatabileceğin tek adam Jose’yi maça bile almıyorsun. Ki, Melo’dan doğan boşluğu doldurabilecek biri de değil bu İspanyol.

“Şu ligin en kötü iki takımı kim?” diye sorsalar, daha ilk haftada Mersin ve Osmanlıspor derdim. İçeride bu takımları yenemiyorsun. Gol kaçırmışız da, üstün olan bizmişiz de vs vs. Lan omurilik soğanınızı sikeyim sizin, bir zahmet üstün ol zaten, onlara karşı da eziliyorsan, siktir git PTT 1. Lig’e.

Takımda golcü diye Burak ve Umut Bulut var. İkisi de top class golcü değiller. Umarım malın biri çıkıp da, Burak Yılmaz kral filan demez. Biri artık pres bile yapamıyor, pres yapmayı kesilmekten son anda kurtulup Show Ana Haber’e çıkan sığır gibi koşmak sanıyor, diğeri 25 tane pozisyon bulup, onların 11’ini ezip, 8’inde topu ayağından kaçırıp, 3’üne doğru vuruşu yapamayıp, 2’sini gole çeviriyor. Böyle iki adam, Galatasaray’ın forveti, üstelik bütün sezon boyunca da bu iki herifle yola devam edeceğiz

Çıkar şimdi değerini içinden, hadi amına koyayım. Hadi lan, çıkart da göreyim. Senin o bölgeye bir değer çıkartmanla, benim götümden alev saçan ejderha çıkartma ihtimalim aynı. Sinan Gümüş diyor, çocuk Türkiye’de ligde bile oynatılmıyor, sonra pat diye Atletico Madrid maçında oynatıyor.

Beyzade, maçtan sonra, “Maalesef her maçta galibiyet bekliyoruz” diyor. Lan sen Granada’nın mı yoksa Empoli’nin teknik direktörü mü sanıyorsun kendini. Çalıştırdığın takım Akhisar Belediyespor değil, Galatasaray. Beklentiyi yüksek tutmayalım eyvallah, e amına koyayım senin Osmanlı’yla Mersin maçlarında da galibiyet beklemeyelim mi? Muhabbet kuşu sevenler derneği mi orası yavşak! Galatasaray taraftarı galibiyet bekler. Bu takım Manchester United’ı, Barcelona’yı, Real Madrid’i, Arsenal’i, Juventus’u filan yenerken, Ramiz Köfte’de az acılı köfte mi yiyordun?

Başından beri söylüyorum, çıkıp adam gibi “Paramız yok, bir sonraki sene Avrupa kupalarına katılamama riskimiz var, borç yükü çok fazla, o yüzden transfer yapamıyoruz” deseler, ağzımı açarsam, o açtığım ağzımın ortasına sıçsınlar. Bir takım her sene şampiyon olamaz, her sene başarılı olamaz. Bunları bilmiyor değilim, bilmesem 14 sene şampiyonluk görmememe rağmen Galatasaraylı olmazdım.

Başkan sıfatlı adam televizyona çıkıyor. Söylediği şeylerin yarısı yalan, yarısı kulaktan dolma. Herif, sanki sürekli saunadan yeni çıkmışçasına o terli suratıyla ekran kirliliği yaratması yetmezmiş gibi, milletin aklıyla alay ediyor. Bu herife sonra gireceğim, yazmaya başlarsam bitmez.

Bu takımın kadro mühendisliği tepeden tırnağa yanlıştır. Ağı paramparça olmuş pantolon gibi mal meydanda. Bala göte bir sezonu kurtarırsın ama birileri doğru hamleler yapar ve o şans artık yanında olmaz. Ligin tepesine bakın, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Gerçi böyle deyince, “transfer obezi”filan oluyoruz. Sanki ben sadece transfer istiyorum, gelsin Zlatan’lar, gitsin Rooney’ler filan diye düşünüyorum sanki.

Avrupa’daysa o şansı adamın bir tarafına sokarlar. Rasyonel düşünüp, doğru kararlar alınmadığı sürece de, bu işleyiş kronikleşir.

Galatasaray’da her şey yanlış. Bak hocam, sezonun 4. haftası gelmiş ve Galatasaray gibi bir takımın forma reklamı yoksa, bunun üstüne yorum yapılmaz. Halen aptal aptal argümanlarla yönetim, Hamza savunuculuğu yapılıyor.

Bunların yaptığı şuna benziyor; herifin biri metrobüste pantolunundan dışarı 20 santimlik yarrağı çıkmış, üç tane akıllı (!) “Ya arkadaşlar lütfen hemen galeyane gelmeyin. Fermuarı açık olmayabilir, o gördüğünüz de belki elidir” diye savunmaya geçiyor. Aynen durumunuz bu. Koskoca yarrağı, başka şeylere benzetiyoruz.

Her tarafı dökülen bir kulüp haline gelmeye başladı Galatasaray. Benim kabullenemediğim şey budur.

İşin futbol meselesine gelince, bana Sabri’yi sağ bek diye, Emre Çolak’ı Aydın Yılmaz misali, ‘ha oldu, ha olacak’ diye, Umut Bulut’u golcü diye, Jem Paul’ü orta saha diye yutturmaya çalışmasın kimse. Aynı oyunu izliyoruz, kimin ne bok olduğunu sahada görüyoruz. Ama herkes futbol uleması siktiğimin ülkesinde. Sabri iki orta yapıyor, mest oluyor bu salaklar. İsim isim gitmek de istemiyorum fakat bu takımı neresinden tutsan dökülüyor.

Uzadıkça uzadı zira bu kadar uzun yazmak da istemiyorum. ‘Harç bitti yapı paydos’ diye bir söz vardır, Galatasaray tam olarak bu tanıma uyuyor. Transfer sezonu bitti, artık Hamza’nın götünden kuş çıkartmasını bekleyeceğiz. Koskoca 3 kupalı hoca, boru mu lan! Siz bekleyedurun, her zaman yaptığım gibi öncesinden yorumumu yapayım; Galatasaray’dan bu sezon bir bok olmaz. Olmayacak diye, sevmeyecek miyiz? Hayır aksine daha çok seveceğim ama bütün yaz eleştiren insanlarla ‘vizyon, kupa, 4. yıldız’ diye taşak geçtiniz, sıra bende. Bütün sezon taşak geçeceğim, muhteşem futbol bilginizle. Böyle cümlelerden sonra “Umarım göt olurum” derdim, mal meydanda, zerre korkmuyorum.

Hamza’nın hoca olmadığını er ya da geç kabul edeceksiniz. Hamza’nın çapı Akhisar’dan, Milli Takım’da yancılıktan öteye gitmez. Hamza’nın hocalığını Denayer’in açıklamalarından anlamak yeterli, bir oyuncu transfer etmişsin ve o oyuncuya “Sağ bek oynar mısın?” diye soruyorsun.

Başkanı kadrosundaki oyuncunun bedelini bilmiyor, hocası hangi mevkilerde oynayabileceğini bilmiyor. İşte Galatasaray bu durumda...

10 Eylül 2015 Perşembe

Bir gün utanacaksınız


Bir çocuğun ölümünden, bir bebeğin kanlar içindeki fotoğrafından, bir insan hangi sebeplerle etkilenmez ve yüreğinde en ufak bir kıpırtı olmadan umursamaz. Bunu ne beynim algılıyor, ne de vicdanıma anlatabiliyorum.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; ne insan seviyor, ne hayvan seviyor, ne doğayı seviyor, ne çocuk seviyor. İçinde sevgiye dair hiçbir şey yok. Sevdiğini söylediği kadını, kendisini istemediği için öldüren, köyünde eşek sikip, şehirde köpek siken, kentinde kalan üç-beş ağaç kesilirken umrunda bile olmayan insanlarla birarada yaşıyoruz, yaşamaya mecbur bırakılıyoruz.

Bu insanlarla, bırak aynı ülke sınırlarında yaşamayı, aynı havayı soluduğum için bile kendimden utanıyorum. Bunu söylediğin zaman da, “Siktir git” diyorlar bana. Çünkü artık haklı olanın değil, sesi yüksek çıkanın borusunun öttüğü bir ülke haline geldik. Kanunların uygulanmadığı; kanunları yaptıkları katliamlara, hırsızlıklara uydurdukları bir ülke burası.

Bu ülkede yaşananlara sırtımızı çeviriyoruz, vicdanımızı rahatlatmak için de yalanlara sığınıyoruz. Oysa farkına bile varmadan, gün be gün ölüyoruz, insanlığımızdan eksiliyoruz.

7 çocuklu bir annenin cansız bedeni tavukçunun soğuk hava deposunda, 10 yaşındaki Meryem’in kurşunlanmış bedeni bir evin içindeki soğutucuda bekletiliyor.

Dünyanın en harikulade edebiyatçısına ya da muhteşem bir sinemacıya, “Yaşanabilecek en acı, en gaddar olayı tasvir et” desen, çocuğunu kaybeden bir ananın-babanın çocuğunun cesedini, evdeki dondurucuda bekletmek aklına gelmez. Böylesi bir kurguyu film olarak izlesen “Bu kadar da olmaz” dersin, romanda okusan ‘siktir’ çekersin.

Şu yaşananların annenin başına geldiğini, o dondurucu başında bekleyenin sen olduğunu sadece bir dakika düşün. Ne yaparsın cevap ver? Ne yaparsın lan, ne yaparsın?

Bunları söylediğin zaman PKK sempatizanı oluyorsun. Bir acının karşısına, başka bir acı dikip, “Şehit olan askerlerden neden konuşmuyorsun orospu çocuğu” diye, azar işitiyorsun.

Acı yarıştırıyoruz. Hayatının baharında, 20’li yaşlarında, belki hayatında hiç bir kızın elini tutmamış, bir kafede buluşmamış, gencecik bir çocuğun ölümüne sadece siz üzülüyorsunuz ya! Sizden başka kimse üzülemez, en çok siz üzülürsünüz çünkü.

Bir gün önce Kürt olduğu için işyerine saldırılan, ertesi gün ‘şehit’ olan Gökhan Çakır için üzüldün mü, kitabını siktiğimin pezevengi. Ağzını açtın mı lan, o çocuk için. 16 askerin ölümünden üç gün önce ölen bir asker için niye ağzını açmadın?

Sorun sayı mı? Hayatını kaybeden insanlar senin için sayıdan mı ibaret? Sayı mı lan onlar, insan ulan insan. Biri öldüğünde götünü yayıp taşak yaparken, 16’sı öldüğünde mi insanlığın tutuyor?

Bu devlet size binlerce yalan söyledi. Hâlâ aynı yalanlarla kendinizi kandırıyorsunuz. Hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, katliamlarını gizlemek için devlet, millet, toprak, din, iman soytarılığına başvuruluyorlar. Ermenileri, Rumları, Alevileri katlederken de aynı yalanları söyledi, sokak ortasında gençleri öldürürken de aynı yalanlara başvurdular. O derede, daha kaç kez yıkanacaksınız?

Sen öldürülen Kürt’e üzülme zaten. Sanki varmış gibi göstermeye çalıştığınız vicdanlarınızı temizlemek için o yalanlara inanmaya devam edin. Senin için de şu yaşananlardan utanırım.

Yeter ki, benim neden üzüldüğümü sorgulama artık. Çünkü ben kimliğinden bağımsız olarak öldürülen asker için de üzülüyorum, sokakta ip atlaması, top oynaması gereken çocuğun öldürülmesine de üzülüyorum.

Sadece Filistin’de ölen çocuğa üzülmüyorum; Kenya’da, Mısır’da Norveç’te, Irak’ta, Türkiye’de öldürülen çocuğa da üzülüyorum. Öldürülen çocuğun Müslüman, Ateist, Hıristiyan ya da Yahudi olması umrumda bile değil. Ama yeterli ama yetersiz bir vicdanım varken, benim vicdanımı sorgulamaktan vazgeç.

Rahatsız oluyorsunuz vicdanlı insanların olmasından. Çünkü vicdansızlığınız koyu karanlık bir gecede, dolunay gibi parıldıyor. Haksızlığınızı, “Ben daha büyük acı yaşıyorum” diye bağır çağır seslendiriyorsunuz.

Sanıyorsunuz ve istiyorsunuz ki, siz bağırdıkça, susacağım; sesinizi yükselttikçe, bir köşeye sığınacağım.

Zalimliğinize de, insafsızlığınıza da, vicdansızlığınıza da karşı duracak insanlar olduğunu kafanıza vura vura göstereceğiz.

Hepinizin kendi seçimiydi Türk olmak. Doğarken götünüze takılmış çipten, size Türk, Kürt, Ermeni, Alman veya Fransız olma seçeğini verdiler de siz de Türk şıkkını seçtiniz sanki amına koyayım.

İster Kürt olsun, ister Alevi, ister Türk olsun, ister Yahudi, ister Arap olsun, ister Ermeni; insanlar yaşamalı, çocuklar yaşamalı.

Utanacaksınız, bu yaşananların hepsinden utanacağınız bir zaman gelecek.