Kendisine 'gazeteciyim' diyen her adamın egosu şişiktir biraz. Birileri sana "Hacı sen ne iş yapıyorsun?" dediğinde, hafiften şişine şişine "Gazeteciyim" dersin. Bir noktaya kadar kabul edilebiliyor ve çekilebiliyor ama belli durumlardan sonra çekilmez bir hal alıyor.
Türkiye'de medya dediğin şey, günümüzde içi boş, koca bir yalandan ibaret. Yarın, aç gazetelere bak, üç aşağı, beş yukarı aynı haberleri görürsün. Çünkü gazeteciliği ajansçılığa indirgediler.
Gazete patronları, gazetecilikten çıkma adamlar değil de, benzinci, fabrika sahibi kalantor tiplerden oluşmaya başlayınca, o büyük balon şiştikçe şişti. Kıt kanaat geçinen köşe yazarları, gazeteciler onbinlerce dolar maaş almaya başladılar. Ehh, sana birileri o kadar para verince de, ortalarda 'bağımsızım' diye dolananların boynuna tasmayı geçiriverdiler.
Bu gazeteci abilerin, ablaların (!) alayı, halka yakın olmayı, gazete binasındaki temizlikçi kadına "günaydın" demekten ibaret sanar. Onu dedi ya, tamam artık ertesi gün köşesinde sallar da sallar. Oysa bu ülkenin sokaklarında neler olup bittiği hakkında hiçbir fikri yoktur. Seçimden seçime, seçim gezilerine gider, iki kahvede vatandaşla muhabbet eder, "halkın nabzını tutan adam" sıfatını yapıştırırlar.
Neyi yazmaya çalışırken konu bak nereye geldi. En mal tipi getir bana, birkaç ayda gazeteci yaparım. Nasılsa oturduğun yerden, önündeki ajanslardan haber yapıyorsun. Üç-beş kural öğrettin mi, az biraz da kalem tutabiliyorsa, tamam işte al sana mis gibi gazetecisin.
Patron denen yavşak, her sektörde olduğu gibi kafanda işsizlik sopasını sallar belli belirsiz. Senede bir kez; sağındaki, solundaki, arkandaki insan işsiz kalıverir. O mesaj nettir: "Kendine gel yoksa akıbetin aynı olur."
Böyle uysal insanlar gazete çıkartmaya başlayınca, herifin biri başbakan olur, "höyyyt" diye bağırır, üç-beş kişiyi de içeri tıktırır (bu üç-beşe takılanın ağzına sıçayım, bilmiyorum ben kaç kişi olduğunu) it gibi kuyruğu kıstırıp yerinde kalıverirsin.
Haaa, böyle yaparsın da, yine o şişik egonda bir değişiklik olmaz, hâlâ hava basarsın millete "gazeteciyim" diye, insanlara hafif bir tepeden bakarsın. Arada kaynamasın, o egonun bende olduğunu söyleyen, kronik beyin sikiği yaşayan mallar da olmadı değil.
Suriye'de bir uçak düşürüldü. Uçak düştüğünden beri, medyanın kullandığı dile bir bakın. Utanmasalar, "Yürüyün amına koyayım, Suriye'ye girelim" diye başlık bile atacaklar.
İğrenç ve mide bulandırıcı bir savaş dili kullanılıyor. Savaş çıkacağına inandıkları için mi? Hepsi biliyor savaş filan çıkmayacağını. Ama koy manşete bir savaş uçağı, mürmanşette de iki böbürlenme goygoyu yaptın mı, sokaktaki insanı avlamak için şahane gazete yapmış ol.
Ülkenin topraklarında, 30 yıldır bitirilemeyen bir savaş varken, gencecik evlatlarını hayatlarının baharını bile görmeden tabuta koyarken, onbinlerce anne gözyaşları akıtırken, bu savaş çığlığını basanları karın deliklerinden sikmek lazım ceza olsun diye.
Neden istiyor? Savaş çıkarsa, bunlar da nemalanacak. O üç tane kendinden muktedir, beyin yerine bok taşıyan Atilla Taş, Nihat Doğan, Erol Köse denen tipin dilini, kooooooooooskoca gazeteciler birebir kullanıyor. Gazete koridorlarında, rakı masalarında taşak malzemesi yaptıkları adamlarla aynı dili konuşmaktan çekinmiyorlar, yüksünmüyorlar.
Kan satmaya bayılan bir basınımız var. Bir hafta, hadi bilemedin 10 gün, siyasetin durgun olduğu, gündemin azaldığı dönemde, savaş çığlığı basıp, gazetesinin 10 bin daha fazla satması için mide bulandırıcı dile başvuruyorlar.
Egosu şişik, tavan yapmış, önüne gelene caka satıp "gazeteciyim" diyen adamlar, 3 tane sik kafalı Japon askeriyle aynı tondan basıyor, sonra herifleri aşağılıyor.
Bir aynaya bakın lan, aynaya. Ne bok olduğunuzu göreceksiniz. Memleketin nüfusa oranıyla, sattığın gazete sayısını karşılaştır.
Oturduğunuz yerden savaş çığlığı basmak kolay da, insan olmak çok zor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder