Şu reklam ne zaman yayınlansa ağzıma ne gelirse saydırıyorum, hatta bazen aklıma gelmeyen şeyler bile çıkıyor ağzımdan. Sanırım en yaratıcısı "Evinizin hemen yanında böyle bir orman olsun istemez misiniz? İşte orman" "Tayga ormanlarındaki mikro organizmalar geçmişini siksin" oldu.
Televizyonda ilk izlediğimde dikkatimi çeken şey, reklamın sonundaki, "Tarih hayal edenleri değil, gerçekleştirenleri yazar" cümlesi oldu. İlk yorumum da, "Herifteki özgüvene bak lan! Özdeyiş oluşturmakta bile beis görmüyor, valla bravo (!)" şeklindeydi. Muhakkak, bununla ilgili milyon yorum yapılmıştır ve bolca taşak geçilmiştir.
Burada Ali Ağaoğlu denen herife daha önce saydırmıştım, gerçi kendim dahil saydırmadığım kimse yok gibi sanırım. O yüzden de, uzun zamandır yazamıyordum.
Böylesine pişkin bir herife küfür etmek, bir noktadan sonra saçmalık oluyor. Öyle ya, eleman, İstanbul'un depreme dayanıksız olduğunu, özellikle Anadolu yakasındaki inşaat malzemelerinin büyük kısmını kendisinin sattığını ve kumları Marmara Denizi'nden, demirleri de, hurdadan çektiğini anlatmış ama ülkede bir tane 'adam' gibi bir savcı çıkıp, bununla ilgili soruşturma başlatmamıştı. Gerçi ülkemizde savcıların görevi son 10 yıldır sokaklarda gaz yiyip, tartaklanan, yumruklanan insanlar hakkında soruşturma başlatmak olduğu için buna da şaşırmak, biraz gerizekâlılık olacağından şaşırmamış taklidiyle yetineceğim.
Reklamdan alıntılarla devam edelim.
"Artık ferah, upuzun bir caddede alışveriş yapacaksınız. Moda ve sanatın 365 gün içinde olacaksınız"dan başlayalım. Alışveriş merkezleri, tüketim kültürünün lokomotifi halini aldı. Ülkede minimum üretim ve maksimum tüketim alışkanlığının başlaması, kredi kartlarının neredeyse mahalle aralarında açılan standlarda, ülke insanına dağıtılmasıyla oluştu. İnsanlar bir anda ceplerinde olmayan paraları çatır çatır yemeye başladı. Sanki sınırsız bir harcama özgürlüğü edindik. Çocukluğumu hatırlıyorum, eğer bir şeye ihtiyacımız varsa ve o ihtiyacı karşılayabilecek paramız varsa, babam alırdı. Eğer paramız yoksa annem, "Şimdi paramız yok oğlum, sonra alırız" derdi.
İşte o kredi kartları "Şimdi paramız yok oğlum" olgusunu yok etti ve "Hep paramız var, o para da hiç bitmiyor" gibi bir düşünceyi hakim kılmaya başladı. Hep söylüyorum, Akp'nin halen iktidarda olmasının en büyük sebebi, ülkenin neredeyse tamamının borçlu olmasından kaynaklanıyor. Pek çok insan, Akp'nin iktidardan gitmesi halinde, ekonominin çökeceğini, haliyle bankaların da kendi üstlerine çökeceğini düşünüyor. İlginç olan, insanlar garip bir biçimde ekonominin iyi olduğunu düşünüyor.
Reklama devam edelim. "Evinizin hemen yanında böyle bir orman olsun istemez misiniz? İşte orman."
Aslında Ali Ağaoğlu haklı, oradaki ormanları onun büyük büyük babaları ve dedeleri dikti, o yüzden de yarattığı ormanın içine kocaman bir proje yapmayı da fazlasıyla hak ediyor (!)
İstanbul'a hiç havadan baktığınız oldu mu bilmiyorum ama her uçağa binişimde, ben hep bakarım ve gördüğüm, kırmızı kiremitlerden başka bir şey değil. Lütfen Avrupa ülkelerinin en büyük şehirlerine, başkentlerine bir bakın google map'ten. Oralarda ne kadar yeşil alan göreceksiniz, İstanbul'da ne kadar?
Sistem böyle işliyor ve Ali Ağaoğlu gibi sülükler böyle zengin oluyor. Önce şehirleri talan ediyorlar yıllar öncesinden. Her tarafı estetik duygusundan yoksun, ihtiyaç karşılamakta yetersiz, inşaat malzemeleri deniz kumundan ve hurdadan yapılmış apartmanlarla donatıyorlar. Yemyeşil, dünya güzeli bir şehri kurşun grisi, boğuk, soğuk bir kent haline getiriyorlar. Sonra şehirdeki kaynaklar doyma noktasına geliyor ve kapitalizm kendisine başka rant alanları yaratıyor. En sonunda bize lütfedercesine, orman içinde ev vaadediyorlar. (Şu cümleden sonra da küfür etmediysem, yazıyı küfürsüz bitiririm gibi geliyor.)
Kapitalizm böyle işliyor, aslında hakkımız olan şeyleri bize lütuf gibi sunuyorlar. Tabii o lütfun da, bir bedeli olmalı değil mi? Tam da bu noktada şaşkınlıktan kendimi alamıyorum çünkü en ucuzu 268 bin (bu minimum satış bedeliymiş, 55 m2 ve tek odadan oluşuyor, aynı dairenin maksimum satış ederi ise 347 bin TL'ymiş) en pahalısı 1 milyon 326 bin TL (bu da minimum, maksimumu 1 milyon 354 bin TL) olan Ağaoğlu Maslak 1453'te pek çok daire satılmış. Gerçi bu, bir satış taktiğidir. Yani bir mala "bitti, tükendi" diyerek, alıcı için daha cazip kılmak. Vakko'nun nasıl ortaya çıktığını bilir misiniz? İlk palazlanması Şapka ve Kıyafet Devrimi’yle olur. Vitali Hakko neredeyse tüm kadınlara şapkayı takar ama bu ünü daha yoktur. Vakko eşarplarının çıkmasıyla bugünkü üne kavuşur. Onu da şu şekilde yapar. Üretim yapılır, eşarplar satışa hazırdır ancak satmazlar. İstanbul'da 100'e yakın genç kızı tuhafiye, manifaturacıya yollayıp "Vakko eşarp var mı, Vakko eşarp geldi mi?" diye sordurturlar. Haliyle kimsenin bundan haberi yok ama dükkan sahibi merak etmeye başlar, sonra da satışa sunarlar ve patlama yapar. O yüzden Ali Ağaoğlu gibi bir herifin, internet sitesindeki bilgilere de, direkt olarak inanmak, mallık olur.
Şimdi gelelim, ülkenin zenginliği olan ve her bireyin bu payı ve hakkı olan ormanların içine, 320 bin metrekarelik böylesi dev bir proje nasıl veriliyor? Ülkeyi babasının malı gibi gören bir başbakan ve onun partisi olduğu sürece, adına proje denilen bu ucubeler yükselmeye devam edecektir. Ülkenin ekonomisi ne yazık ki, inşaat sektörünün üstüne yıkıldı. Fatih Ormanları'nın kullanım hakkını bile Ali Ağaoğlu'na peşkeş çekmekte hiçbir beis görmeyen adamların, satmakta çekinmeyeceği tek bir şey yoktur. Artık neleri satarlar, orasını siz doldurun ama tabii salt orman, araziden söz etmediğimi de hemen belirteyim.
Orman arazisine yapılmadığını söyleyen birtakım göt yalayıcılarının olduğunu okudum (göt yalayıcı küfürden sayılmaz), bu salaklar kulaktan dolma, iktidar borazanı medyayı takip ettikleri için, bilgileri de ancak bu kadar oluyor. Oysa kazın ayağı öyle değil. Bu projeyle, Fatih Ormanları'nın kullanım hakkı da verildi. Şimdi bu projeye "Ne var ya, orman içine değil, yanına yapmışlar. Zaten oralar boştu" embesilliğiyle savunmaya geçenler, 3-5 yıl sonra ağaçlar çatır çatır kesilirken, ne diyecek merak ediyorum. Çünkü 10 yıllık Akp iktidarında şunu gördük ki, her şey alıştıra alıştıra yapılıyor ve bir süre sonra insanlar ölümdense, sıtmaya razı olmaya başlıyor.
İstanbul ve Türkiye 10 yıllık iktidarları süresince orospuya çevrildi. Bunlar mı ne yapıyor? Artık başlıkla birleştiriverirsiniz, o kadar bağlantıyı da siz kuruverin bir zahmet.
Bu vesileyle Akp'nin 10. yılının amına koyayım. (rahatladım yeminle)
Not: Rica ediyorum "orospulara hakaret etmişsin" demeyin, teşbih bu, teşbih.
Bilmeyen yoktur ama ola ki, varsa aklınızın bir yerinde kalsın diye yazayım.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u alıp, alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi. Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.Niçin hapsedildin diye sordular?
Keşiş fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp İstanbul'u Türklerin alıp almayacağını bildirmek için remil (Falcıların baktığı kum falı. İslamiyetin gelişiyle yasaklanmıştır ancak Osmanlı İmparatorluğu'nda padişahlar kullanmıştır) atmasını söylediğini, remilde İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de Konstantin'in kızarak onu zindana attırır. Fatih'i karşısında gören keşiş "Şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş" der.
Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendirileceğini bildirdi.
Keşiş remili atar ve şöyle der: "İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman gelecek ki, emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak."Fatih ellerini kaldırarak: "İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar!'' diye beddua eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder