26 Mayıs 2015 Salı

Unutma beni

Her yola çıktığımda kendimi yalnız hissediyorum. Bu kez adaya gidiyorum, yüzlerce hatıra arasında kendine ait bir şeyler bulmaya. Kulaklarında sadece o ses yankılanıyordu, “Bitti Alp, bitti. N’olur anla, bitti, lanet olsun bitti.”

Vapura bindi, kimsenin olmadığı bir yer seçmek için, etrafı kesti. Sona doğru ilerliyor gibi hissetti kendisini. Oturdu, incecik bedeni ona taşıyamayacağı kadar ağır geldi, kafasını arkaya yasladı, gözlerini yumdu.

Aklına bir gece önce yaptığı telefon konuşması geldi, yaptığı her şey, beyninde dönüp duruyordu.

- Bitti mi?
- Bitti.

Alp telefonu kapattı. Evin içinde dönüp durmaya başladı. Sesli sesli "Ben nerede hata yaptım?" deyip duruyordu. Her zaman olduğu gibi sigara paketine uzandı eli. Bir sigara yaktı, koltuğa bıraktı kendisini. 6 yıl sonra ilk kez böylesine kararlı bir ses tonuyla "Bitti" demişti.

Ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremiyordu. Gerçi Alp hep böyleydi. Kendi dahil ne yapacağını kimse bilemezdi, tahmin edemezdi. Eli telefona uzanıyor ama içinden bir ses yapmaması gerektiğini söylüyordu.  Gözlerini kapattı, hafızasına gelen ilk görüntüyle rahatlamaya çalıştı. Oysa ilk gördüğü şey Zeynep'in Deniz'le adada oturup rakı içtiği an geldi.

Aşık olduğu kadını, Deniz'le paylaşıyordu 6 yıldır. Çok kez, bunu düşünmemeye çalışıyordu, aklına getirdiği zaman huzursuzluk kaplıyordu her yanını; elleri titriyor, içinde öfke patlamaları yaşıyordu.

Zeynep ve Deniz, Ada'da oturmuş rakı içiyorlardı. Zeynep bir şeyler anlatıyor, Deniz de gülümseyerek onu dinliyordu.

Zeynep konuştuğunda Deniz büyülenir gibi bakardı yüzüne. Heyecanlandığında, üzüldüğünde, kızdığında, mutlu olduğunda yüzünün aldığı her halini hafızasına kazırdı. Söyleyeceği bir şey olsa bile, kesmeden dinlerdi ki, yüzüne daha çok bakabilsin diye.

- Zaten seni dinliyorum hep biliyorsun. Bence de, ekran önünde değil, arkasında olmak daha güzel. Yavaş yavaş daha iyi haber yazmaya başladım. Televizyon da sürekli kullanmaya başladı haberleri...

Nefes bile almadan konuşuyordu, sigarayı elinde tutuşunu hep çok seksi bulmuştu. Parmakları arasına sıkıştırdığı sigara düştü düşecek gibiydi. Gözlerinin içine bakıyordu, çok mutluydu Zeynep, her halinden belliydi.
Hesabı ödeyip kalktılar, gecenin karanlığında kaldıkları otele gidiyorlardı. Odaya girer girmez sevişmeye başladılar. Deniz gözlerini açıyordu, Zeynep'e bakabilmek için. Dudaklarının aldığı kavis, afrodizyak etkisi yaratıyor gibiydi. Her gözlerini açtığında içindeki dürtü daha fazla ayaklanıyordu. Ne kadar sevişirse sevişsin yetmiyordu. Zeynep'in göğüslerini dudaklarının içine aldığında duyduğu şey sadece seksle anlatılabilir değildi. Zeynep'se her yanını öpüyordu Deniz'in. Dudaklarının ıslaklığı, Deniz'in vücuduna yayılıyordu ağır ağır.

Alp saatlerce süren bu sevişmeyi izledi. Deniz'in gırtlağını kesmemek için zor tutuyordu kendisini. Kendisini tek durduran şey, Zeynep'in mutluluğuydu. Zeynep'le birlikteyken hiç böyle mutlu görmemişti onu. Deniz, sanki Alp'in panzehiriydi. Onunla geçirdiği saatlerdeki mutsuzluğunu Deniz'in bir gülümsemesi sonlandırıyordu.

Uyuyana kadar karşılarına oturup baktı ikisine. Deniz'in de Zeynep'in de uyuduğundan emin olduktan sonra Zeynep'in yanı başına geldi, saçlarını okşadı usulca. Uyanmamaları için nefes bile almıyordu neredeyse. Artık onun zamanı gelmişti, dilediği gibi sevebilirdi Zeynep'i. Hem, mutsuz da etmiyordu böyle sevdiğinde. Hoş, Zeynep'in haberi olmuyordu, onu ne kadar sevdiğini bilemiyordu ama yine de istediği gibi sevebiliyordu.

Sabah güneşi perdeden ince ince sızarken, Alp gitmesi gerektiğini fark etti. Nefesleri birbirine çarpıyordu, Deniz'in yerinde olmak için veremeyeceği hiçbir şey yoktu. İki damla yaş süzüldü gözlerinden, kapıyı açtı ve çıkıp gitti.

Kahvaltıya indiler, Deniz düşünceliydi ancak Zeynep onun bu hallerine alışmıştı.

- Neyin var canım?
- Yok bir şeyim.

Zeynep böylesi durumlarda hep içini rahatlatmaya çalışırdı.

- Ne iyi yaptık da geldik.
- Ben de çok istiyordum zaten. Seni çok özlemişim, seni seviyorum.

Zeynep'in gözleri ışık ışık oldu, gülümsedi, Deniz'in elinden tuttu, "Ben de seni seviyorum canım" dedi. Deniz bir parça peynir, birkaç zeytin, biraz da bal yedi, Zeynep'in kahvaltısını bitirmesini bekledi. Dışarı çıkıp, sigara içmek istiyordu sadece.

Otelden ayrıldılar, yüksek tavanlı, eski bir binaydı. Sonradan restorasyon yapılmış olduğu çok belliydi. Gazete bayiine girip, birkaç gazete alıp, sahildeki kahvelerden birine oturdular. Deniz içinden "Keşke burada yaşayabilsek" diye geçirdi. Bir an için hayalini kurdu.

Adanın üst taraflarında, denizi gören bir evleri vardı, yarım çatı katı da vardı üstelik. Zeynep, çalışma odasında bilgisayar başındaydı. Gözlerini dikmiş, dikkatli dikkatli okuyordu. Deniz, 3.5 yaşındaki kızları Defne ile birlikte kahvaltı masasında oturuyordu. Defne'nin önünde neredeyse bütün vücudunu kaplayacak, üstünde minik fillerin olduğu bir örtü vardı. Suratını ekşiterek, gülümsüyordu babasına. Tıpkı annesine benziyordu, saçları onun gibi güzeldi. Gözlerini de Zeynep'ten almıştı, kocamandı. Ne renk olduğunu çözemediğin türden. Güneşte yeşil, gölgede bal rengi, karanlıkta kahverengi.

Alp'in seslenmesiyle kendisine geldi; "Yeter artık! Ben de Zeynep'le vakit geçirmek istiyorum. Bütün gece birlikteydiniz, birkaç saat de ben elini tutup yürümek istiyorum. Gözlerine bakıp 'seni seviyorum' demek istiyorum." Zeynep, gazetelere dalmıştı...

Deniz'i gönderen Alp, masaya oturduktan sonra eline bir gazete alıp Zeynep'i dikkatlice izlemeye başladı. Kafasını kaldırdı, göz göze geldiler, yüzündeki gülümseme, yerini donuk bir ifadeye bırakmıştı.

- İstersen bira içelim, midye filan yeriz, olur mu Zeynep?
- Tamam canım nasıl istersen.
- Ama bu kez yiyeceksin, daha önce geldiğimizde biraz yiyip, bırakmıştın.
- Biliyorsun, o gün hasta olduğumu. Yoksa çok severim. 
- Pekala, hadi kalkalım.

Gazeteleri, Alp'in sırt çantasına koyup, kalktılar. Alp ilkin elinden tuttu, avuçlarının içi sıcacıktı, tüm içini tarifsiz bir mutluluk kapladı. Ne vakittir el ele yürümemişlerdi, bir süre sustular. Sessizliği Zeynep bozdu. 

- Keşke buralarda otursak, ne güzel olurdu. İster miydin?
- Tabii ki isterdim, deli gibi isterdim hem de. 
- Evden çalışabileceğimiz işimiz de olsa.
- Dehşet olurdu.

Alp, 4 yıl önceye gitti. Onu adaya getirdiği ilk güne. Konuşamıyordu bile yanında, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Zeynep seviyor diye o sıcakta gömlek bile giymişti üstüne, dayanamayıp çıkartmıştı. İstanbul'a dönüşte, Zeynep denize karşı gözlerini kapatmış, güneş gözlükleriyle otururken, dudaklarına yapışmamak için kendini zor tutmuştu. Hiçbir şeyi böylesine istememişti ama yapamamıştı.

Adayı biraz gezdikten sonra, kayalıkların hemen ardına düşen tahta masa ve sandalyeleri olan bir yere oturdular. Birer bira ve midye söylediler. "Zeynep'i Deniz'den kopartmak için harika bir fırsat" diye geçirdi içinden. Sinirlenmeyecekti, öfkelenmeyecekti, kalbini kırmayacaktı. Yani tıpkı Deniz gibi davranacaktı, hepsi bu.

- Bir gün daha kalalım mı?
- Yok canım gitmemiz gerek. Ama başka zaman yine geliriz olmaz mı?
- Peki.
Zeynep'in sevmediği kelimelerden biriydi 'peki'. Ne zaman böyle söylese, ters giden bir şeyler olduğunu düşünürdü. Vapur saati yaklaşıkça Alp gerginleşiyordu. Zeynep'le daha fazla vakit geçirmek istiyordu. Haksızlıktı bu, Deniz bütün gece sevişmişti, kendisiyse ancak gizli gizli sevebiliyordu, saçını okşayabiliyordu sadece. Kayaların üstündeki kedilere yiyecek verdi, kendisini rahatlatmaya çalışmak için. Olmuyordu, ne yaparsa yapsın rahatlayamıyordu. 

Uzun süren sessizliği Alp sonlandırdı, "Hadi kalkalım istersen" diyerek. Saatine baktı daha vapurun kalkmasına bir saatten fazla süre vardı. 

Zeynep'e bakarak, "Birer bira daha içelim mi?" dedi. Kocaman gözlerini açan Zeynep, "Tamam" diye yanıtladı.

İskeleye yakın, vapuru gören bir birahaneye oturdular. Alp ısrar ediyordu, adada bir gece daha kalmak için ama Zeynep gitmeleri gerektiğini söylüyordu.

- Bir gece daha kalsak ya.
- Kalamam. Canım, birkaç hafta sonra yine geliriz. Daha çok vaktimiz olur hem.
- Bak bugün cumartesi, yarın mis gibi kahvaltımızı da yaparız.
- Söz, en yakın zamanda yine geleceğiz.

Zeynep'in gözlerinden yaşlar akıyordu 'kalamam' derken, Alp fazlasıyla sinirlenmişti ama bir yandan kırmak da istemiyordu, ısrar etmenin anlamı yoktu. Mantıklı düşündüğünde Zeynep'e hak veriyordu ancak ona sarılmak, öpmek, sevişmek, sabahı onunla karşılamak, birlikte kahvaltı etmek istiyordu.

Bir saniye durdu ve ağzından iki kelime döküldü; "Ben boşanmadım."

Birasını yudumlayan Zeynep, o an donup kaldı. Birkaç saniye sadece bakabildi, bardağı masaya bıraktı, gözleri doldu. İnanmak istemiyordu, "Neee!"
Alp'in de gözleri dolmuştu, yeniden tekrarladı, "Boşanmadım."

Zeynep gözlerinde yaşlarla masadan fırladı, Alp de hemen arkasından. İkisi de ağlıyordu üstelik birbiriyle yarışırcasına. Zeynep tuvalete girdi, Alp kapıda bekliyordu. Zeynep çıkar çıkmaz Alp ellerini tuttu.

- Lütfen bu akşam kalalım
- Gidiyoruz Alp, çabuk. 
- Konuşalım Zeynep.
- Önce sakinleşmem lazım, gidiyoruz.

İskeleye yürüdüler, hiçbir şey söylemeden, ikisinin de gözleri buğuluydu, hangisine dokunsan koyverecekti. Demir parmaklıklardan denize bakıyorlardı.

- Neden Alp? Neden yalan söyledin, 'boşandım' diye.
- Seni kaybetmekten korktum.
- Evli olduğunu biliyordum zaten. O zaman gitmiş miydim?
- Gitmedim. 
- Özür dilerim Zeynep. 

Vapura bindiler, en arkaya geçtiler, yine ağlamaya başladılar. Zeynep çantasından bir kalem çıkarttı, mürekkebi; ellerine, bluzüne ve kot şortuna aktı.

Alp ağzını bile açamıyordu. Uzun zamandan beri içini paramparça eden, konuşurken kelimeleri ağzına yapıştıran, geceleri uykusunu kaçıran, nefes almasını güçleştiren bu gerçeği nasıl söylemişti, kendi bile inanmıyordu. Alp, denize doğru bakarken, Deniz geldi Zeynep'in yanına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder