Atletico Madrid dönüşü yine 11'lik sonuç ve yine hemen hemen istediğini alan bir Galatasaray izledik.
Servet ve Mustafa Sarp dışında Madrid deplasmanındaki 11'le sahaya çıkan Galatasaray daha oyunun başında belli etti niyetini. İyi kapanarak, ileriye atılan hızlı toplarla bulunabilecek gol ya da gollerle, deplasmandan en az hasarla çıkmaktı. Aslında Arda'nın bulduğu golle bunu gerçekleştirebilecek noktaya da geldi ama neredeyse sezonu kapatma tehlikesindeki Beşiktaş buna izin vermedi.
İlk yarının 25. dakikasına kadar dengede giden maç, o dakika itibariyle dengeyi Beşiktaş yönüne çevirdi. Özellikle 30 ila 45. dakikaları arasında baş döndürücü bir tempoyla oynayan siyah-beyazlı takım, Uğur'un İbrahim Üzülmez ve Ekrem karşısında zayıf kalmasıyla, bir nevi tek kale bir oyuna çevirdi maçı.
İnönü'de de yarı düdüğü çaldığında şöyle derin bir 'oh' çektim. Çünkü, Beşiktaş'ın 20 dakikalık dilimde ortaya koyduğu tempo, onları oyundan düşürecekti, öyle de oldu.
Galatasaray, ikinci yarının başlamasıyla, maçtan tek istediğinin beraberlik olmadığını gösterdi. Nitekim Arda, Rüştü'nün kapadığı köşeden bulduğu golle 1-0'lık üstünlüğü sağladı. Tam o dakikalarda Arda'nın sakatlığından ötürü saha kenarına alınması, belki de 2 ya da 3'e gidecek maçın ibresini ters yöne çevirdi.
Hayatta tek tip insandan korkarım, o da hayatta kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insandır. İşte Beşiktaş'ın 1-0 geriye düşmesi de, bana bunu hatırlattı. Arda'ya en ihtiyaç olduğu dönemde, çıkması Galatasaray açısından tatsız bir hadiseydi.
Maç o dakikadan sonra tenis maçı hızına döndü. Beşiktaş şuursuz biçimde Galatasaray'ın üstüne geldi. Galatasaray da, dönen toplardan Keita ve Dos Santos'la, kontraatakla farkı artırmayı denedi fakat olmadı.
Maçın sonucuna baktığımda beraberliğin Galatasaray'ın istediği olduğunu düşünüyorum. Şampiyonluktaki rakiplerinden biri olan Beşiktaş'tan 4 puan almışsın, rakibinin üse çıkmasını engellemişsin ve zor bir deplasmandan en az hasarla çıkmışsın.
Şimdi maçın başına dönelim. Rıdvan Dilmen maç başlamadan yaptığı yorumda Servet yerine Emre Güngör tercihini sorguladı. Hatta gayet açık bir biçimde de yanlış bir karar olduğunu söyledi. Rıdvancığım, git bir takım çalıştır sonra doğrularını uygula. Dışarıdan bıdır bıdır konuşmakla olmuyor o iş. Kaldı ki, Emre Güngör ve Neill ikilisi gayet iyi uyum yakaladılar. Yani, bu böyle çok hayati bir hata değil. Ama Rijkaard ne yapsa, bu arkadaşa yaranamıyor (Yaranmasına tabii ki gerek yok. Rıdvan kimdir).
Bir söz de Sergen Yalçın'a olsun. Bütün bir hafta boyunca Beşiktaş'ın Galatasaray'ı nasıl yeneceğini anlatıp durdu. (Gerçi kendisi Beşiktaş ya da Galatasaray demiyor. Anlayamadığım bir biçimde 'Galatasaray takımı', 'Beşiktaş takımı' gibi bana çok embesilce gelen bir ifadeyi kullanıyor ama neyse)
Herkesin Galatasaray'ın yenilmesini beklediği bir maçtı. Gayet akıllı bir futbol oynamaya devam ediyoruz. Ne istediğini bilen, ne istediğini saptayan ve ona göre bir teknik direktöre sahibiz çünkü.
Hem Atletico hem de Beşiktaş maçlarındaki sonuçlar kâğıt üstünde avantajlı sonuçlardır. Ama yarın ne olur o da bilinmez.
Son sözler futbolculara olsun. Leo yine bütün bir sene baz alındığında gayet başarılı bir performans sergiledi. Yenilen goldeki yumruk hatası dışında. Uğur ilk yarı berbat ikinci yarı idare eder durumdaydı. Neill ve Emre Güngör ikilisi bana Servet'ten daha çok güven veriyor. Neill ciddi anlamda Galatasaray için avantaj halini aldı. Sahada yaptığı her şey bilinçli ve kontrollü. Neill'ıl olduğu defans kişisel olarak bana acayip güven veriyor.
Barış her zamanki gibi 90 dakika boyunca durmadan koşan ama bolca hamle ve pozisyon hatası yaptı. Elano ciddi anlamda formunu artırıyor. Her maç, bir öncekinden daha iyi ve daha üretken. Arda için söylenebilecek bir şey yok. Sakat sakat çıkıp oynadı, golünü attı.
Caner'de ciddi bir düşüş var, Dos Santos hâlâ güçsüz.
Yine de büyüksün Galatasaray...
Rıdvan diye isim olmaz zaten. Önce adını sorgulasın bence...
YanıtlaSil