6 Mayıs 2010 Perşembe

Deniz-Hüseyin-Yusuf


Yok yok unutmadım, zaman geçsin diye bekledim özellikle. Çok başka bir şey anlatacağım Deniz'le ilgili.

Tanıdığım ve çok sevdiğim Cengiz Dinlemez adında güzel mi güzel bir insan var. Daha önce söz etmiş olabilirim. Kendisi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunudur ama uzun senelerce birahane işletti.

Adana işkencehanesinden geçmiş, işkence izleri hâlâ vücudunda duran bir adam. Deniz'lerin 'silah arkadaşı'dır kendisi.

Üniversite yıllarında, 3-4 arkadaş neredeyse her akşam birahanesine gider, içerdik. Birahane dediysem, hayatınızda görebileceğiniz en kozmopolit birahanelerden biriydi. Herkesin masası belliydi, rutini hiç bozulmazdı. Ermeni papaz da vardı (zaten birahanenin üstünde otururdu), öğlen 12'de içmeye başlayıp gece sonlandıran adam da.

Neyse, asıl anlatmak istediğim şey bu değil ama siz yine de gözünüzde canlandırın. Cengiz Abi, eskiyi anlatmayı sevmezdi, hele de sen sorarsan. Hepatit hastalığı nedeniyle alkol da almazdı. Saat 23'ü bulmaya başladığında, mekân usul usul kapanma hazırlıklarına girip, yolluklar masalara gelmeye başladığında, Cengiz Abi kasanın başından kalkar, yanımıza gelirdi. Oktay'a (şef garson) bir tek söyler, hepimize ne içiyorsak onu söyler muhabbete başlardı.

Dedim ya, biz sorarsak anlatmaz, O canı ne zaman isterse o zaman dökülürdü. Bir akşam, el etek çekildikten sonra yine muhabbete dalmışken, dedi ki, "Size Deniz'le ilgili bir şey anlatayım.". Haliyle genciz, ateşliyiz, bekliyoruz ki acayip devrimci bir anı.

Gülümsedi. "Bakmayın öyle fotoğraflardaki ciddiyetine, tanıyacağınız en şamata adamlardan biriydi. Bir gün, ODTÜ'nün yurdu önüne gidelim dedi, bana. Ne yapacağım diye sordum ama 'Görürsün' diye yanıt verdi.

Bir yandan hafta sonu İstanbul'da eylem koyacağız onu konuşuyoruz, bir yandan ben merak içindeyim acaba niye gidiyoruz diye. 'Sen burada bekle' dedi, bana. Kızlar yurdunun olduğu yere geldik. Bu gitti, 10 dakika gelmez, 20 dakika gelmez, 30 dakika gelmez, 40 dakika gelmez. Bekle Allah bekle Deniz yok. Akşam saat oldu 10. Merakım, endişeye döndü. Acaba başına bir iş mi geldi diye. Bir baktım, nereden bulmuşsa midilliye benzer bir sütçü beygiri, tutmuş kemendinden geliyor. Devrimciyiz, ulu orta gülemiyorum da ama yüzüme nasıl yayıldı sırıtma ifadesi. Oğlum ne yapıyorsun sen dedim. 'Cengiz bu yurtta bir kız var, ona bir görüneceğim' dedi. Bindi atın üstüne, başladı serenat yapmaya. Ben nasıl gülüyorum anlatamam. Yurt camlarından kızlar çıktı. Deniz'e bayılmayan kız yoktu o dönem. Bu yurt bahçesinde serenat yapıyor, ben gülüyorum."

Şu asık yüzlü devrimci profili için yazdım bunu. Devrimci aşık olmaz, devrimci yemez, devrimci içmez, devrimci sıçmaz v.s. v.s.

Dinlediğimde çok gülmüştüm, şimdi yazarken yine yüzümde belirdi o gülümseme ifadesi.

Üstünden tekrar tekrer geçmeye gerek yok. Devletin kısasa kısas anlayışı ile gözdağı verme politikası sonucu hayatlarının daha başında öldürüldüler. İdamları o gün destekleyenler, bugün sahtekârca 'İçim sızlıyor' diyerek, günah çıkarma peşinde.

İdam kararını verenler bugün hatırlanmıyor ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin anılarda duruyorsa yeteri kadar başarılı olmuşlardır benim için.

2 yorum:

  1. Başta Süleyman Demirel olmak üzere bu kararda ufacık bir payı bile olanların hepsi için düşüncem aynıdır ;
    Acı çekmeden ölmesinler lütfen.Yargılansınlar demiyorum çünkü yargılanmayacaklarını biliyorum...

    YanıtlaSil
  2. selam ben senay, gercekten super bir blog, eger facebook veya twitter varsa eklemek isterim...

    YanıtlaSil