19 Haziran 2010 Cumartesi

9. günden aklımda kalanlar

Önce Anelka hadisesine kısa bir yorumu yapalım. Anelka, tüm dünyadaki futbolseverlerin dili, ağzı, aklı, beyni olmuş, basmış Raymond Domonech'e küfrü. Ağzına sağlık Anelka'nın. Aklın yolu bir. Yerinde olsam aynı şeyi söylerdim. Zaten buraya gelmeleri bile futbola büyük bir ihanetti.

Günün ilk karşılaşmasında Hollanda-Japonya maçını izledik. Her turnuvaya görkemli bir başlangıç yapıp, en fazla çeyrek final kapısından dönen Hollanda, sağlam adımlarla ilerliyor. Dünya Kupaları ve Avrupa şampiyonalarında, fantastik futbol oynayan takımlara karşı çok daha sert tedbirler alınır, o yüzden de İtalya gibi şampiyonlar çıkar, sessiz sedasız.

Hollanda bu defa, bu hataya düşmüyor. Bilinçli olup olmadığını bilmiyorum ama ben ikinci turdan sonra çok daha iyi futbol bekliyorum, üstelik Robben gibi bir güç de katılacak takıma.

İkinci maçta işi bitirerek, son maçta bazı oyuncularını dinlendirme şansı buldular. İki maç itibariyle takımın en zayıf halkası Van der Vaart olarak göründü. Kamerun maçında o bölgede Elia'yı görmeyi bekliyorum.

Savunma ve orta sahada çok fazla riske girmiyorlar ancak bugünkü Japonya maçında parlak sinyaller vermediler. Karşılaşma 1-0 olduktan sonra Japonya, adeta hapsetti yarı sahalarına. Topla oynama yüzdeleri özellikle ilk yarıda, rakibin gücüyle de orantılı olarak yüzde 79'a kadar dayandı.

Takımın en etkili olması beklenen oyuncularından Van Persie, iki maçtır ciddi anlamda kötü. Tek alternatifi Huntelaar. Van Persie-Huntelaar-Kuyt üçlüsü daha efektif oynayabilir diye düşünüyorum ama tabii bu sadece bir varsayım.

Kamerun'u yenerek, gruptan çıkmak için önemli bir avantaj yakalayan Japonya, her ne kadar maç sonu istatistiğinde % 69-31 gibi topla oynama rakamlarında ezilmiş olsa da futbol olarak bunu hissettirmedi bize. Orta alanı çabuk geçip, Hollanda ceza sahasına yaklaştıkları anda şut denediler.

Açıkçası forvette oynayan Okubo ve defanstaki Tulio çok iyi oyuncular. Okubo, skorda geriye düştükleri andan, 77. dakikada oyundan çıkana kadar kaleyi düşündü ama olmadı.

Hollanda artık rahat, bundan sonra diğerleri düşünecek ne yapacağını. Yine de, turnuva öncesinde söylediğim gibi Hollanda en ciddi favorim durumunda.

NE SÖYLESEM BOŞ, NE YAZSAM ANLAMSIZ

Sezon bittiğinden bu yana, Kewell'ın Dünya Kupası'nda oynamasını bekledim. Kewell, 6 aydır Dünya Kupası'nda oynamayı bekledi, Galatasaraylılar Kewell'ın oynamasını bekledi, Avustralyalılar 10'nun oynamasını bekledi. Ancak sadece 25 dakika izleyebildik.

Kırmızı kartı gördüğü an aklıma gelen şey; takımın en ucunda oynayan bir adamın, o çizgide ne aradığıydı. Garip bir sezgi yeteneği olsa gerek, aslında olması gereken yerdeydi. Sadece o pozisyon bile Kewell'ın zekâsını, gözler önüne seriyor.

Kişisel olarak kırmızı kartın doğru karar olduğunu düşünüyorum, kolunu uzatıyor pozisyonda. Ama keşke bıraksaydı o topu da içeri girseydi, biz de onu önce 65 dakika sonra 90 dakika daha izleme şansına sahip olsaydık.

Yukarıda dedim ya; "Bir şeyi çok istemeyeceksin, onu anladım...." diye. Evet gerçekten de öyle.

Maça dönersek, Avustralya kimsenin beklemediği bir başlangıç yaptı. Kingston'ın hatasıyla maçın başında avantajı lehine çevirdi, kısa sürdü. Avustralya'da Bresciano bütün bir maç boyunca top ezdi, takımı hücuma çıkarken yavaşlattı.

1 kişi eksik olmasına karşın, kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı için savunmayı düşünmeden gol aradılar. Bu, onların çok sayıda pozisyon vermesine de neden oldu fakat Neill denen adam acayip bir performans sergiledi. Neredeyse takımdaki bütün gedikleri kapatan adamdı. Takımının hücuma çıkmasına da, fazlasıyla yardımcı oldu. Sözün özü, bugünkü performansı parmak ısırtır nitelikteydi.

Gana, bu turnuvada izlediğim fizik gücü en yüksek takım. Pantsil'den Gyan'a kadar tüm oyuncularının rakipleri karşısında ezici üstünlükleri var. Gel gör ki, orta sahasında 'yönetmen' bir adamın olmaması, oyunlarının daha zenginleşmesine engel oluyor.

Fizik gücü futbolda en önemli olgulardan biri ama ne yazık ki tek başına yeterli olmuyor. Bu noktada ciddi bir eksiklikleri var. Bu eksiklik, onların daha ileriye gitmesine engel nitelikte.

Forvette oynayan Gyan tek başına kalıyor, bazen de tek başına oynuyor. Turnuva öncesi pek çoklarının yıldız adayı Ayew kanattan yeterli desteği veremiyor. Bu da hücum açısından zenginlik yaratmalarına engel oluyor.

Yine de, kupadaki tüm Afrika takımları içindeki en iyi takım Gana. Almanya ile çok önemli bir maça çıkacaklar, Almanya, Gana'nın söz ettiğimiz fizik üstünlüğüne cevap verebilecek ender takımlardan biri. O yüzden ikinci tur şansları, Sırbistan-Avustralya maçına bağlı olacak.

KAMERUN, KAMERUN, KAMERUN

Turnuvaya en erken veda eden takımlardan biri Kamerun oldu. İlk Japonya maçındaki kadro yanlışlığı ve biraz da rakibi küçümseninin bedelini, kendi kıtalarındaki Dünya Kupası'ndan koparak ödediler.

Danimarka, Hollanda maçından farklı olarak Jesper Grønkjær, Rommedahl ve Jon Dahl Tomasson üçlüsü ile sahaya çıkarak, kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını rakibine çok açık bir biçimde gösterdi.

Her ne kadar, bizim faşist, ırkçı, siyah düşmanı yorumcumuz "Bu üçlü ile olursa işi zor" türünden saçma sapan bir yorumda bulunmuş olsa da, böylesi turnuvalarda 'tecrübe' önemli etkenlerden biridir.

Kamerun, 10. dakikada Eto'o'nun golüyle öne geçip, birkaç pozisyon daha bulunca, herkes maçın rahat geçeceğini düşündü fakat yanıldı. Yanılgının temel sebebi, rakibin bir İskandinav olduğunun unutulması oldu. 1992'de plajdan toplanan adamların şampiyon olduğu düşünülürse, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

Kamerun'un, şu iki maçta en büyük zaafı kanatları olumlu ve yeterli kullanamaması oldu üstelik hem defansif hem de ofansif açıdan. Haliyle, bu durum onların sadece göbekten gitmelerine neden oldu.

Danimarka bu galibiyetle, büyük ihtimalle gruptan çıkma yolunu açtı. Son maçta Japonya karşısında eğer bu anlayıştan uzaklaşmazsa rakibine karşı büyük üstünlük sağlar.

Rommedahl, gençlik dönemlerini hatırlatan bir performans sergiledi. Vuruş tekniği açısından bence turnuvanın en güzel golüydü. Agger ve Poulsen ise alınan galibiyetin kilit adamlarıydı.

Doğrusu zoraki bir biçimde maçı yazdım, bunu söylemem lazım. Çünkü Kamerun'un veda etmesi, beni fazlasıyla üzdü. Bu kadronun, daha iyi futbol ve daha iyi sonuçlar alması lazımdı. Artık elde Fildişi Sahili ile Gana kaldı. Her ikisinin de işi zor. Umarım en az biri ikinci tur görür. Yoksa kıtanın sahipleri olmadan ikinci tur, hüzünlü olur. En azından benim için.

Son olarak yine TRT spikerlerine değinmek lazım. Telaffuzları berbat, verdikleri bilgilerde yığınla hata var, üstelik de yanlarında hâlâ "Düşünemiyorlar" diyen, rengi beyaz, ruhu siyah bir adam var. Berbat spikerlerle daha 21 günü nasıl geçireceğiz, hiç bilemiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder