Fotoğraftaki kişi Burdur Valisi Süleyman Tapsız. Arka plandaki saat, yazıda geçen saat.
Burdur'da Günalan diye bir köye gidiyor. Köyün camisinden içeri gidiyor, bir bakıyor, şık bir saat var. 200 yıllık, tarihi bir saat.
Köylülere "Ben bunu sergileyeceğim" diyor ve alıyor. Saati makam odasına yerleştiriyor.
Gel zaman git zaman, vali saati geri vermiyor. Köylüler saatin iadesi için, valiliğe mektup yazıyor. Yanıt yok.
En sonunda Valiliğe gidip istiyorlar. Vali inceden üstüne yatmış saatin, ehh dekor olarak odada fantastik de duruyor. Verir mi hiç? Vermez.
Makamına gelen muhtar heyetine "Gerekirse kırarım ama yine de vermem" diyor.
Bu garip bir zihniyet. Her şeyde hakları olduğunu düşünüyorlar. O yüzden Topkapı Sarayı müzesinin müdürü 3. Selim'in tahtını, kendi evine koyduruyor, 14 Louis'nin masasında kahvaltı ediyor.
"Devir benim devrim. Ne istersem yaparım" diye düşünüyor bu herifler. İş o raddeye geldi ki, herif Kaşıkçı Elması'nı davete giderken, karısının boynuna broş olarak takar, harem vitraylarını söktürüp banyosuna monte eder.
Burdur Valisi de o hesap. Gariban köylüünn gözü gibi baktığı saati alıyor, üstüne "Kırarım da vermem" diyor. Bunu çıkıp yalanlar bugün yarın. Öyle de bir durum var, hep bunlar doğru söylüyor, köylü, işçi, memur, vatandaş yalan söylüyor.
Görmemişlik, kendini her şeyin tepesinde sanmak, fena bir durumdur. İnsanı içten içe yakar kavurur ama fark etmez bunu yaşayan kişi. O yüzden bunların içi alev alev kavruluyor.
Bunların hepsi, geçmişle, tarihle çatır çatır övünür ama tarihe tecavüz ederler, geçmişin ebesini bellerler. Okudukları tarih ve tarihe sahip çıktıklarını sanmaları tamamen öykünmeye dayalı. "Güç bizde, neden biz de onlar gibi yapmıyoruz? Niye onlar gibi yaşayamıyoruz?" diye düşünüyorlar çünkü.
Yine de, Vali Süleyman Tapsız'a teşekkür borçludur Burdur halkı. Evine saat olarak, Burdur Saat Kulesi'ni taşımadığı, kütüphane olarak Pirkulzade Kütüphanesi'ni monte ettirmediği, misafirlerini ağırlamak için İncir Kervansarayı'nı bahçesine getirtmediği ve yıkanmak için Tabak Hamamı'nı banyoya sokmadığı için.
200 yıllık ufak saatle yırtmışsınız, yakışır mı devletin koskoca valisine kara delik muamelesi yapmak! Köylüysen, köylülüğünü bileceksin. Vali senin köyünden saat aldığı için göğsünü gere gere övüneceksin.
Misal ben, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli'ye büyük sempati besliyorum, ara ara empati yaparak da kendisini anlıyorum.
Misler gibi kahvaltımı 14. Louis'in masasında yapıyorum. Zeytinyağı dökülmüş domatesimi, pul biberle süslediğim siyah zeytinimi o masada yapıyorum. Keyfe bak, üstüne bir de sigara yaktım mı, değme keyfime. Hatta küllük kullanmam, sigarayı masanın kenarına koyarım.
Görüldüğü üzere okumak sadece cahilliği alıyor. Görmemişlik, yüzsüzlük, aile terbiyesi gibi kavramları okumak kesmez. Ne öküzler var piyasada üniversite bitirmiş, şirketlerin başında yönetici olan.
Tapsız Bey'in yerinde olsam, salonumun bir köşesine Dyonisos'un, diğer köşesine Nemesis'in heykellerini koyarım. İsteyen olursa, çekiçle çatır çatır indiririm heykeli. Biz severiz heykel indirmeyi, o sebepten diyorum. Yoksa kötü bir niyetim yok.
Yazık ulan hakikaten yazık. Devletin valisi, köylünün saatine göz dikiyor, mezarcılık yapıp üstüne yatıyor.
Yürüyün ulan, yürüyün! Devir sizin devriniz...
Not: Çok klasik olur diye soyadında, harf değişikliği yapmasını önermedim. Neyse anladınız siz.
Epeydir içimde dönüp dolaşan cümleleri harfiyen burada okumak garip oldu, tüylerim diken diken.
YanıtlaSilEllerine sağlık, umarım buradan düşüncelerini paylaşmaya uzun zaman devam edersin.