12 Aralık 2011 Pazartesi

Direnç


Gündüzleri başka, geceleri bambaşka bir hayatın içinde yaşıyorde. Her gün takım elbisesini giyerek gittiği, manyetik kartını okuttuğu koscaman plazadan çıkıp da servisi bindiğinde, bütün gün kafasında neler yaptığı dönüp dolaşıyordu.

Anahtarını delikten sokup, çevirmesiyle, sığınağından içeri girmiş gibi oluyor. Etraf dağınık, haftalardır temizlenmediğinden kirli ama işte o bildik, tanıdık koku, onu her tehlikeden koruyordu.

Üstündekileri çıkartmadan ilkin kendini yatağa bırakıyor. Gözlerini kapatıp öylece dakikalarda yatıyor. Yemek yemesi, biraz da uyuması lazım. Altına o eski püskü pijamalarını geçiriyor, dolaptan iki yumurta alıyor. Yine yumurta yiyecek, iki dilim ekmekle. Ayın başı olsa, belki birkaç dilim salamla zenginleştirecek ama faturaları düşünmesi gerekli.

Yıllar geçse de beceremiyor, yumurtanın sarısını dağıtmadan bakır sahana bırakıvermeyi. Mutlaka biri dağılacak. "Şansımı sikeyim" diye sesli sesli söyleniyor. Yumurtaların cızırdamaya başlamasıyla beraber, önce kırmızı biber, sonra kara biberi bocalıyor üstlerine. Ne sarılar görünüyor, ne beyazlar. Her şey kırmızı ve siyah oluyor.

Alıyor bakır sahanı, koyuyor nihalenin üstüne, altta eski bir bez. Televizyon karşısına geçiyor, ufak masanın üstüne koyuveriyor. Ekmeğin tepesinden kopartıp, bandırıyor sarısı dağılmamış yumurtaya. Acı bir tat ağzında, bir daha daldırıyor ekmeği.

Sokaktan köpek sesleri geliyor. Yumurtaların üstüne biberleri döktüğü için kızıyor kendisine. Ekmeğin içiyle temizlemeye başlıyor. Yumurtanın sarısına ekmeği yeniden bandırıp, pencereyi aralıyor. Kafasını kaldırmış ona bakan köpeğe atıyor ekmeği. Köpek kokluyor, sonra ağzından homurtular çıkartarak, yemeye başlıyor. Bir kerede yiyiveriyor, kafasını kaldırıp, gözlerini dikiyor.

"Oğlum sana versem, ben aç kalacağım. Ne yapsak, bilemedim" diye konuşmaya başlıyor.

-Hav!
Pezevenge bak, bir de konuşuyor benimle.
- Hav hav
- Lan sus bağırma, milleti çıkartacaksın dışarı. Dur bekle, bekle veriyorum.

Öylece bakıyor gözlerine. İçten, sıcacık, beklenti dolu. Pencereyi kapatmadan, tepsinin başına geliyor. Ekmeğin yarısını kopartıyor. Onları iki parçaya daha ayırıyor. Yumurtalara yeniden bandırıyor. Elleri yapış yapış oluyor. Önce ilk parçayı, sonra ikinci parçayı atıyor, köpeğin önüne.

- Oldu mu lan, tamam mı? Sana verdim hepsini, ben aç kaldım.
- Hav, hav, hav.

Teşekkür ediyor, ayaklarını kıvırıp, olduğu yere oturuyor, kaldırımın dibine. Pencereyi kapatıyor, büsbütün soğuyor evin içi. Yatak odasına gidip, hırkasını geçiriyor sırtına. Gözü saate ilişiyor, 9'u geçmiş. Ayaklarını uzatıp, koltuğa uzanıyor. Üstünde bir yorgan çekiyor, televizyona bakıyor. Elindeki kumandaya, tek tek basıyor. Ne olduğuna bile bakmıyor. Sonra bir yerde kalıyor. Boş boş bakıyor ekrana.

"Uyusam iyiydi" diye geçiriyor içinden. Saatini ayarlıyor 12'ye, gözleri yavaş yavaş kapanıyor, televizyonun sesini kısıyor, arkasını dönüyor.

Kulakları çınlarcasına doğruluyor yerinden. Saat 12 olmuş bile. Üstüne eski püskü bir pantolon, her yanı aşınmış bir kazak ve hırkasını geçiriyor. Montunu, duvara çakılmış çividen çıkartıyor. Kapıyı usulca kapatıp, dışarı çıkıyor. Kapıda, köpek bekliyor. Onu görmekten memnun haldeymişcesine, bir ses çıkartıyor. Ellerini ceplerinden çıkartıp, kafasını okşuyor.

- Sen bekle burada, çok ses çıkartma sakın.
- Hav.
- Sus ulan, pezevenk, sus. Mahalleyi ayağa kaldıracaksın.

İki eliyle kafasını okşuyor, ikisi de sıcacık oluyor. Yürümeye başlıyor. Bir-iki sokak sonra sola dönüyor, ışıkları açık atölyeden içeri giriyor.

İçerisi sıcak, insanlar yüzüne gülümsüyor. Atölyenin tam ortasında gürül gürül soba yanıyor. Ellerini sobanın üstünde tutuyor, daha birkaç saniyede iliklerine kadar ısınıyor. Sobanın üstünde demlenen çayla mutlu oluyor. 16-17 yaşlarında bir genç, elinde bardaklarla bitiyor.

- Memur abi, çay içersin değil mi?
- Hakkı abi de bana, öyle deme.
- Herkes öyle diyor ama.
- Olsun onlar da öyle demesin.
- Dur ben dökeyim, Hakkı abi.

11-12 makineli bir tekstil atölyesi burası. Gece oldu mu, en fazla 5 kişi çalışır. Makineleri çalıştıramıyorlar, çünkü üstleri apartman. Birkaç denediler ama hemen polis bitti. Gündüzden işleri bitirip, gece ütü yapıyorlar, bazı angarya işlerle birlikte.

Hakkı, geceliği 40 TL'ye çalışıyor. Usta başı haftalık veriyor parasını. Taşıma işlerine yardım ediyor, overlok iplerini temizliyor. Bütün atölye saygı duyuyor ona. O, buranın adamı değil çünkü. Ustabaşı ona "Memur Abi" diye sesleniyor. Herkese bağırır, çağırır ama ona yapmaz.

Gündüz çalıştığı plazada, kimsenin dikkatini çekmiyor, sıradan bir memur. Burada ise saygı duyulan, "Memur Abi."

Oturuyor yığınla gömlek olan bir masanın başına. Çayını yanına alıyor, bir yudum içip, işe koyuluyor. Elinde, ortasında tuttuğu çift değişik bir makas. Gömlekleri tek tek kontrol ediyor, tüm ipleri temizliyor. Bitince, yanındaki ütü masasına bırakıyor. Bütün gece aynı işi yapıyor.

Arada insanlar ona bakıyor, önceleri rahatsız oluyordu ama artık alıştı. Bazen ayağa kalkıyor, "Kim çay içer?" diye soracak oluyor, ustabaşı "Aman Memur Abi, bırak Rıfat koyar" diye elinden almaya çalışıyorsa da, herkesin masasına tek tek çayları koyuyor. İşler yavaş yavaş bitiyor.

Sabah ezanı okunuyor. Bu ses, onun bir ya da iki saat uyumasının müjdecisi. Herkese 'iyi sabahlar' diliyor ve ayrılıyor. Mahallenin bakkalı, kepenkleri açıyor.

- Günaydın Mustafa.
- Günaydın abi.
- Bana oradan 10 liralık salam versene.
- Hemen.
- En ucuzundan olsun ama.
- Nasıl istersen.

Bakkal daha kapıdaki gazeteleri bile almadan, dilim dilim salamları kesiyor. Bakkalı şeyle çepeçevre gözlüyor. Her şey aynı.

- Buyur.
- Sağolasın Mustafa. Senden bir şey istesem.
- Ne demek abi söyle.
- Bana bir koli verir misin?
- Kapıda iki tane var, al istersen.
- Tekrar teşekkür ederim.
- Ziyanı yok, lafı bile olmaz.

Bakkaldan çıkıp, hızlı hızlı eve doğru yürüyor. Kapıda yine onu bekliyor köpek. "Beni mi bekledin lan! Pezevengin evladı" diye kulaklarını okşuyor. Hava sabah ayazı, tir tir titriyor.

Apartmana soksa, havladığında tekleyerek dışarı çıkartır, girişte oturan suratsız yavşak. "Gel ulan benimle."

Apartman kapısını açıyor, "Gel" diye sessizce çağırıyor. Köpek suratına bakıyor, bir adım atıyor, olduğu yerde kalıyor.

Kızıyor, "Yürü şerefsiz yürü." Köpek söyleneni anlamış gibi usulca adım atıyor içeriye. Köpeğin kulağına doğru sesleniyor; "Ses çıkartmak yok, 17 tane merdiven çıkacağız sadece."

Hırsız ustalığında merdivenleri çıkıyorlar, hiç ses çıkartmadan. Elindeki kartonlar düşecek diye ödü kopuyor. Sadece köpeğin hırıltısı var. Anahtarı cebinden çıkartıp, kapıyı açıyor. Fısıldıyor, "Yürü oğlum, gir hadi içeri."

Köpek şaşkın bakışlarla etrafa bakıyor, arkasına geçiyor köpeğin ve daireye doğru ittiriyor. İkisi de içerideler şimdi. "Sana isimde bulmak lazım, ne koysak ki?"

Öyle birbirlerinin suratlarına bakıyorlar. "Sana bir isim bulmak lazım ama aklıma gelmiyor. Dur bakalım, içerideki odaya, bir şeyler serelim, orada yat." Sanki anlayacakmış gibi konuşuyor köpekle.

Yeniden ev haline geçiyor. Köpek öyle holün ortasında, çakılmış gibi duruyor. Montun cebine koyduğu salamları çıkartıyor, bir gazetenin üstüne koyup, önüne bırakıyor.

- Ye lan hadi ye.
- Hav
- Puştun evladı, bağırma lan bağırma!

Köpek sanki anlıyor ve susuyor. Gazetenin üstündeki salamları yemeye koyuluyor. İçeri geçiyor Hakkı, kocaman bir çarşaf buluyor. Bakkaldan aldığı kartonları, makasla kesip yere koyuyor, üstüne de evdeki tüm gazeteleri seriyor. En sona çarşaf kalıyor, iki kat yapıp, onu da yayıyor.

- Gel bak gel. Sana şahane yatak yaptım, yayıl dilediğince.

Boynundan tutuyor ve boş odaya getiriyor. Her yanı kokluyor, tüm kokuları tek tek ezberine alırcasına. Odanın içinde bir-iki kez dönüyor ve kendini pat diye, çarşafın üstüne bırakıyor.

- Vay! Seni sefa pezevengi seni. Nasıl da biliyorsun. Karnın da doydu, uyu şimdi. Bak ses çıkartmak yok ama.

Kafasını okşuyor, sırtında gezdiriyor ellerini. Tüyleri yumuşak değil, keçe gibi olmuş, minicik yaşta elleri nasır tutmuş sokak çocukları gibi.

Işığı kapatıyor, çıkıyor odadan. Saat 7 olmuş, sekiz buçukta kalkacak, saatini ayarlıyor. Doğalgazı açıp, aceleyle duşa giriyor. Banyo en soğuk yer, beter bir titreme sarıyor içini. Salondaki yorganı alıp getiriyor yatak odasına. Üstüne çekiyor, oda buz gibi soğuk. Gözlerini kapatıyor...

Alarm çalıyor, sıcak yataktan çıkmak için doğruluyor, köpek yatakta. Tam kızacakken, gülümsüyor, köpek yatakta geriniyor. Huyunu suyunu bilmediği için karnından okşayamıyor. Elleri korka korka göbeğine geliyor, üstünde gezdiriyor ellerini.

"Sana isim buldum" diyor, gözleri parlayarak. "Yakıştı, hem de çok yakıştı. Direnç olsun ismin. Beğendin mi lan keraneci?"

"Terk etme lan beni, terk etme. Bari sen gitme olur mu? Namus olsun ben, seni hiç bırakmayacağım."

Direnç'in boynuna sarılıyor, öpüyor alnından. Direnç kafasını kaldırıyor, havlayacakmış gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder