İlkokulda ve ortaokulda, sınıfın en uzunları genelde en arka sıraya yollanır. Bana mı öyle denk geldi bilmiyorum ama bu elemanlar yüzde 99 ihtimal, mal olurlar. Çok uzun boylu bir toplum olmadığımız için doğal liderdir bu adamlar. Bunlardan biri de Recep Tayyip'tir bak. Sınıfta, ona atar çeker, diğerine lavukluk yapıp durur bu mallar. Boy uzun ya, hafiften korku salmaktır amaç.
İlkokul 5. sınıfta, Korhan diye bir tip vardı. Lan herif herkese kan kusturur, milleti bezdirmişti. Bir gün top oynuyoruz, arkadan çelmeyi taktı bana. Nasıl sinirlendiysem "Yavaş lan" dedim. Bu bana doğru geldi geldi "Bak oğlum boyuna posuna bakmam, tokadı basarım" dedi. Gözüm nasıl döndüyse, hayatımın ilk kafasını atmıştım bu göt lalesine. Hayatta kafa atmak gibi bir hadiseyi bilmiyorum bile ama çatadanak ağzında patladı benim kafa. Ağlamaya başladı, o upuzun herif. Bu arada dipnot belirteyim, okulun en kısasıyım, hatta İstanbul'un en kısası olabilirim.
Niye anlattım bunu değil mi? Maçla ne alakası var? Bu Yalçın Ayhan denen yavşak, sınıfın en uzun, en gerizekalı ve en salağı da ondan. Daha maçın başında milletle kapışmaya başladı. Lan, lale sanki herkesle kapışınca madalya takıyorlar adama. Ya adam gibi top oyna, oynayamıyorsan da siktir git, şu sahaları terk et. Ne sevimsiz, ne iğrenç bir tipsin, anlamıyorum.
Neyse maça geçelim...
Kabul etmek gerekir, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarındaki şaaşalı oyundan sonra Orduspor karşılaşmasındaki oyun biraz sönük kaldı. Sönük kaldı kalmasına ama benim bu maçta gördüğüm temel hadise Galatasaray'ın o 'büyüklük' kavramını yeniden kazanmış olmasıydı. Kavram yerine hüviyet diyecektim, daha fiyakalı olurdu, hem eski futbolcu ağzı olurdu.
Galatasaray birkaç yıldır, Orduspor maçındaki oyunlardan çok oynadı. Pas yapamayan, rakipten baskı yiyen, doğru düzgün atağa çıkamayan. Boktan bir oyun işte anlayın. İşte biz böyle maçlarda, çatır çatır gol yiyorduk.
Neden? Çünkü kalede Leo Franco ya da Zapata türünde çuvaldan bozma, haldeki karpuz tutucusundan hallice kaleciler vardı. Şimdi kalede gerçekten bir kalecimiz var. Öyle gelen giden her top gol olmuyor.
20. dakikaya kadar süper boktan bir oyundan sonra Eboue'nin bir ortası, Fevzi'nin hatası, Baros'un bitirimliğiyle golü bulduk. Golden hemen sonra ardarda iki pozisyon daha bulduk ama olmadı.
Baros'a bu maç genelinde bir parantez açmak lazım, velhasıl herif hak ediyor. Bugün bir Iniesta, bir Messi tadındaydı verdiği paslarla. Yavaş yavaş kendisini buluyor eleman. Herkes bok attı, laf söyledi ama istatistikler yalan söylemiyor. Herif her sezon çatır çatır 15 golü buluyor. Az buz değil bu rakam. Garibimin bütün psikolojsini sikip attılar sezon başı. Ben şimdi kendimi düşünüyorum. İşyerinde herkes beni duyacağım şekilde, "Ozan'ın yerine biri alınacak. Ozan kalır mı kalmaz mı belli değil" diye konuşmaya başlasa. 1 gün, 2 gün hadi bilemedin 10 gün sonra "Sikerim lan işinizi" der ve randımanım düşmeye başlar. Sene başı bir Drogba muhabbeti çıktı, asır devireceğiz halen bitmiyor. Takımın yıldızıyken, bir anda O pozisyona düşmek, haliyle Baros'un da oyununu bozdu. Ama oynadıkça, ritm tutuyor ve futbol oynuyor. Haaa, sürekli böyle oynayabilir mi, sürekli bu pasları verebilir mi? Elbet olmayabilir ancak Baros evdeki bulgurdur. Dimyat'a pirince giderken, Baros'tan da olmak var. Tabii ki golcüye ihtiyacımız var ama eğer gidip Zlatan'ı almayacaksak, bu adamı küstürmenin de anlamı yok.
Ne diyordum? Hah, Galatasaray ufak ufak o kaybettiği büyüklüğüne kavuşmaya başladı. Ligin en az gol yiyen takımı olması -ki, Gaziantep maçındaki rezil hakem yönetimindeki 4 gol olmasa tek haneli sayılara ineceğiz-, böyle önüne geleni devirmesi, kötü oynarken de kazanması, bir süre sonra rakiplere ciddi bunalım yaşatacaktır.
Halen takımda sırıtan şeyler var. Kazım ve Emre yerine daha iki şık adam sahada, orta sahada alternatif daha bol ve stoper yedeklerinde el bombası kıvamında olmayan adamlar olabilir. Bu yıl zaten gazozuna, seneye oluşacak takımı şimdiden oluşturalım deniyorsa devre arasından bitir işi, sezon sonu süslemesini yap. Ama yok bu yıl eksiği gediği kapatırız, asıl seneye düğmeye basalım deniyorsa, devre arası elli tane adam almanın anlamı yok.
Bu oyun kimseyi aldatmasın, üstüne koya koya gidiyor Galatasaray. Katettiği mesafe takdire şayan. İsteyen halen kendini "Bu yıl biz başka işlerle ilgileniyorduk" diye avutadursun. Adama sorarlar, "Mal mısın evladım, bok işin mi vardı senin başka işlerle uğraşacak?" diye. Girmeseyden katekulliye, ayak oyunlarına, bu sezon topla ilgilenirdin ama bak bir anda topa döndün.
Yeneriz, yeniliriz, umrumda bile değil. Sezon sonu şampiyon da olmayalım ama sahada Galatasaray gibi duralım. Maçın başında gardı düşmeyen, 75 metreden kalecisi yumurtlamayan, sahada savaşan, ter akıtan adamlarla oynayalım. Zaten başarı dediğin şey, kendiliğinden gelir bunları yaptıktan sonra.
Elmander'i çok seviyorum lan, öyle böyle değil. Bak Kewell'da da olmuştu bu, şimdi aynı kuş yüreğim Elmander için çırpınıyor. Kimse bilmez ama kuzene söylemiştim bu herifin sezonun en iyi transferi olduğunu. Kuzeyli olsun taştan olsun diye biterelim.
Daha Terim konusuna girmedim. Birkaç mail geldi "Ne ayak hocam, Terim'e bok attın, lafını bile açmıyorsun" diye. Yeri gelir açılır, bir süre daha izlemedeyim ama şu anlık gidişatı iyi.
Ben şimdi Aşk ve Devrim'i izlemeye sinemaya kaçıyorum. Yarın üstüne iki üç kelime ederim muhtemelen. Bolivya ya da Beyrut sokaklarında yürümek ne güzel olurdu? O da olacak ama...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder