1- Halen ulusal takımın bir teknik direktörü yok. Hiddink'ten başlayıp Klinsmann'a uzanan listede, Hakan Şükür ve Bülent Uygun gibi iki felaket isim bulunuyor. 7 Şubat'ta çekilecek kuralar öncesi bir soru işareti halinde duruyor, teknik direktör konusu.
2- Tıpkı 10 yıl önceki gibi ufak hesaplar şark kurnazlıkları ile yönetilmeye çalışan bir futbol anlayışı mevcut. Talip olduğu Avrupa Şampiyonası'nda, neredeyse birbirine yürüme mesafesiyle gidilebilecek şehirler seçilirken, ülkenin batısı dışında her yer yok sayılmış durumda.
3- Hâlâ kulüplerin başkanları, yöneticileri birbiriyle sidik yarıştırıyor, tansiyonu yükseltmek için adeta birbiriyle yarışıyor. Takım ve renk gözetmezsizin, kendi küçük ırmaklarında yüzebilmek ve hakimiyet kurmak için çabalıyorlar. Gösterdikleri çaba, Türk futbolunu daha da küçültmekten başka bir işe yaramıyor.
4- Ne yazık ki, birkaç kelimeyi biraraya getirecek futbolcu sayısı her zamanki gibi bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar. Futbol dışındaki hayatlarını; play station, ultra lüks arabalar ve gece kulüpleri ile lüks restoranlar üstüne kurgulamış Türk futbolcusuysa hedefi, ismi olan bir Avrupa kulübüne gitmekten çok uzakta.
5- Eskiye nazaran tribünlerde şiddet daha baskın. 2000'li yıllarda tribünlerde tabancalar patlıyor, insanlar bıçaklanarak öldürülüyor, yönetimlerin beslediği sözüm ona taraftarlar birbirine tahammül sınırına bile yaklaşamıyor.
6- Aslında ismi spor medyası olması gereken futbol medyasında okunabilecek insan sayısı gün geçtikçe azalıyor. Klişe sözcüklerle yazılmış makaleler, analizler, maç yorumları (!) artık daha fazla yer buluyor gazetelerde. Televizyonlarda, gazeteciler yerine yorumcu olarak futbolcu eskilerini izliyoruz. Yalan transfer haberleri, sağdan-soldan çalınmış yazılarla kendini bir ileri boyuta atmış durumdalar.
7- Türk hakemleri de 2000'li yıllarda daha geriye gitti. Yapılan hatalar artık facia boyutunda. 90'lı yıllarda bütün bir sene 3-5 maç konuşulurken hata açısından şimdi artık her hafta 3-5 maç bulabiliyoruz. Bu yüzden kendileri, tıpkı futbol kulüplerimiz gibi Avrupa'da Mart ayında sıcacık evlerinde oturup, televizyondan izliyorlar maçları.
8- Daha önce şike gibi kavramlar sadece iddia boyutundayken (tabii ki yapılıyordu), artık UEFA nezdine yükselmiş birçok maçımız var. Şike-bahis skandalları önce konuşulup sonra sumen altı ediliyor. Ama tabii ki, mızrağın çuvala sığmayacağı günler yakın.
9- Hâlâ Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş dışında şampiyon çıkartabilmiş değil, ülke futbolu. Her yıl bu üçünden hangisi şampiyon olacak diye papatya falları açıyoruz. Herhangi bir takım ligi forse etmeye başladığında derhal yılın takımı ilan ediliyor. Ancak Mayıs ayına geldiğimizde arkasından sadece "Bu bile büyük başarı" cümlesini kuruyoruz.
10- İstikrar tıpkı 80'li ve 90'lı yıllarda olduğu gibi ülkeye uğramıyor. Her sezon başında (hatta sezon bitiminde) uzun vadeli planlar yapıp, daha Ocak ayı gelmeden günü kurtarmanın peşine düşüyoruz. Birkaç yenilgide adam asmaca oynayıp, "Sen zaten ne anlarsın?", "X kişi futboldan anlamıyor" türünden yazılarla, mezar taşı hazırlıyoruz.
11- Yakaladığımız Dünya ve Avrupa üçüncülüğüne karşın, halen bir futbol stilimiz yok. Günlük başarıları, başarı olarak kabul edip, anın esiri oluyoruz.
12- Artık tribünlerde daha bir ana-avrat-sülale küfür ediyoruz. "Hakeme de maaşallah, gelin olur inşallah", "Bir baba hindi" tezahüratlarından direkt olarak anne ve eş gibi seksist yaklaşımlar sergiliyoruz.
13- Artık ülkeye gelen yabancı futbolcuları ve teknik direktörleri ırkçı yaklaşımlar göstererek eleştiriyoruz.
14- Ölmez sağ kalırsak, 2019 yılında da benzer bir yazıyı kaleme alacağımızı tahmin ediyoruz. Kendi kendimizi yiyip-bitirmekten mazoşist yapımızdan ötürü zevk alıyoruz. Çünkü büyük denizde küçük balık olmaktansa, küçük denizde büyük balık olmak daha kolay geliyor.
15- Birbirimizden nefret ediyoruz. Nefretimizi gün be gün içimizde büyütüyoruz.
16- Futbolun altı üstü bir oyun olduğunu, ne yazık ki algılayamıyoruz.
Süper olmuş! (Saunders82)
YanıtlaSil