Türkiye'nin resmi dil kılavuzu niteliğindeki www.tdk.gov.tr'yi açtım ve 'yazar' kelimesinin karşılığında ne yazıyor diye baktım. Açıklama aynen şu şekilde; "Bilim, edebiyat, sanat alanlarında kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, kalem erbabı, müellif. 2. Özellikle gazete ve dergilerde herhangi bir konuda yazı yazan kimse, kalem erbabı, muharrir. 3. sf. Yazma özelliği olan."
2 numaralı maddeye özellikle dikkat çekmek istiyorum. Yani özellikle gazete ve dergilerde herhangi bir konuda yazı yazan kimse, kalem erbabı, muharrir (yazar). Türkiye'de gazetelerin satış rakamlarına bakıldığında ve bu rakamlar analiz edildiğinde şu gayet iyi görülüyor ki, artık zaten 'haber atlatma' gibi olgulardan uzak kalan Türk medyasında tirajları artıran kişiler köşe yazarları.
Tüm haberler aşağı yukarı benzer biçimlerde, sadece verilme biçimleri farklı. O yüzden de, insanlar gazete satın alırken; ya eskiden kalma alışkanlıkları ile hareket ediyor ya da o gazetedeki yazarları tercih ettiği için o gazeteyi satın alıyor.
Durum böyle olunca, köşe yazarlarının ne denli önemli olduğunu söyleyebiliriz ülkemiz açısından. Yurtdışındaki gazeteci ve gazetecilik örnekleriyle, Türkiye'deki örneklerse pek çok kez birbirini tutmuyor.
Ufak bir örnekle bu cümleyi açıklamak gerekir. Misal; New York Times, Guardian, Le Monde gibi dünyanın en saygın gazetelerinde, bizde olmayan pek çok görev alanı mevcut. Bu gibi ciddi gazetelerde, bizim fotoğraf altı dediğimiz ve hiç önemsemediğimiz o birkaç cümle için özel kadrolar vardır.
Yani adamın işi bu; sadece fotoğraf altı yazmak. Ya da, sadece spot ve başlık atan editörler var. Ancak bizde bu ve bunlar gibi tüm işler editörlerin eline bakıyor. Maksat, bir kişiden maksimum faydayı sağlamak ve minimum insan istihdam etmek.
Muhtemelen yazının burasına kadar okuyanlar, merak ediyordur niye bunların yazıldığını. Eğer böyle düşündüyseniz, ana konuyu yazmaya geçelim.
Futbolculuk yıllarında maç sonlarında, antrenmanlarda ezbere alınmış birkaç kelime ve cümleyle konuşanların; spor yazarı olması açıkçası beni rahatsız ediyor, mesleğin de içinde bulunmamdan ötürü. Yazının içeriğine bakmaksızın, yazanın ismiyle ilintilendirilmiş gazeteciliğe karşıyım.
Şu anda gazetelerde kendilerine yer edinmiş eski futbolcuların geçmişlerinde konuşmalarını anımsayın. Papağan rutinliğinde aynı cümlelerle, her maçı aynı şekilde yorumlayan insanlar, halka ne verebilir? Oysa ki; gazetecinin işi, yazanın işi; okuyanın görmediğini noktayı yakalayabilmek, okuyana farklı bir bakış açısı verebilmek ve haklı aydınlatabilmek.
Örneklendirmek gerektiği hissine kapılmıyor değilim, ancak tek tek isimler üstünden de gitmeyeceğim. Bugün hangi eski futbolcunun yazdıklarını doyurucu buluyoruz? Mutlaka ki, görenler vardır fakat kendi penceremden baktığımda kimsede o ışığı görmüyorum.
Bu işin okulunu bitirmiş, ihtisasını yapmış insanlar, bugün bambaşka işler yaparken, tek niteliği daha önceden futbolcu olan insanlar gazetelerde köşe sahibi oluyorsa oturup düşünmek gerekir.
Bu iş, böyle hobi niteliğinde yapılabilecek bir meslek değil. Yıllarını verip, dirsek çürüten insanların bu işten ekmek yemesi gerekirken, milyon dolarlar kazanmış futbolcular, o koltukta oturması gereken kişileri engelliyor.
"O kadar yazmışsın, eyvallah da bu ülkede zaten genel bir sistem bozukluğu var" derseniz, boynum kıldan incedir.
Hep aynı pencereden bakan insanları okumaktan sıkılmamız zaten, şu bloglarda harcadığımız süreleri olumluyor. Neden buralardayız, niye yazma ihtiyacı hissediyoruz? Biraz da okuyacak spor yazarının azlığından, iyi bir yazı bulduğumuzda zaten bir mail silsilesi içinde dolanıp duruyor.
Sürekli takip ettiğim birkaç blogdaki yazı kalitesi, medyada ne yazık ki çok ama çok az.
Ve ne ilginçtir ki, bugün internet gazetecileri Basın Yasası uyarınca medyadan sayılmıyor. Tabii bunda, yaptıkları işlerin de payı yok değil. Yazarlık önemli iş, bu önemli işin nitelik açısından son derece zayıf insanlar tarafından yapılması ise büyük haksızlık. Kapatın Basın-Yayın okullarını, toprak sahalarda eğitim verin, toptan halledin bu işi.
Bu yazıyı okurken onlarca şey geçti aklımdan; gazete okuma alışkanlığım, blog yazarı olma kararı alma sebeplerim, rıdvan dilmen, biraz da sergen yalçın...
YanıtlaSilSonuna geldiğimde ise yazının, sadece altına imza atabilirim dedim kendi kendime.
Ama sadece sporla sınırlamamalı durumu. Türkiye'deki gazetecilik, hatta haberciliğin "hap" metinlere indirgendiğini okuyor, izliyoruz. Kendi adıma ben yaklaşık bir yıldır herhangi bir eylem aracılığıyla onlarla ilişkiye girmiyorum. Çünkü "son dakika", "flaş haber" sıkıştırılmışlığında anlayabileceğimiz hadiseleri, haber bültenlerinde ve gazete sayfalarında çeke uzata, evire çevire yazmalarından usandım. Köşe yazarlarını ise çok okumak istersem bulur toptan okurum deyip sürekli atlatıyorum.
Senin bahsettiğin o sporcudan kırma yazarlar, isim ve cisimlerinin nimetlerinden faydalanıyorlar şüphesiz. Halk, -belki de futbolcular adına konuşursak eğer- zamanında formasını giydikleri takımların taraftarları onları izlemeyi, zaman zaman onların gözlerinden ağızlarından fışkıran fanatizme salya akıtmayı seviyorlar.. Arz talep, talep arz dengesizliği..
@ Aslı; aslında sporla ilintili bir durum değil tabii ki. Politika yazan da, magazin yazan da fark gözetmiyor. Helin Avşar bile bu ülkede gazeteci oldu. Bunu söylemem yeterli olur sanırım.
YanıtlaSilBir de babası yok yere spor yazarlığı yapmış, annesi babası fena halde boşandıktan sonra kendisi de "lifestyle" manyağı(!) olan bi' "köşe yazarı" insanı tanıyorum ben. Onu da Helin'ciğimin(!) yanına kondurabiliriz sanırım...
YanıtlaSil